Minval Sorumluluk Bilincimiz

Serbest Köşe – Muhammed Tutuş / 2023 Ekim / 131. Sayı

Razı olduğu şekilde hamd Allah’adır. O’nun kulu ve elçisi Muhammed’e, ailesine ve bütün sahâbesine salat ve selam olsun.

Hayata her bakışımızda farklı farklı düzen ve bu düzenlerin hizmet ettikleri gayeleri temaşa ederiz. Güneş düzenli bir şekilde doğudan doğar, batıdan batar. Toprak sistemli bir şekilde içine atılan tohumu büyütür ve üzerine atar… Hepsi bir canlının menfaatine ve maslahatına hizmet ediyor, onun için ideal olanın ortaya çıkması adına vazifesini eda ediyor. Evet, “bu canlı” ifadesinden sizin de bir ferdi olduğunuz “insan”ı hemen hatırlamışsınızdır. Peki insan şu âlemdeki vazifesini yerli yerinde eda ediyor mu? Eda etmek bir kenara ne olduğu üzerinde düşünüyor mu? Eğer düşünüyorsa düşüncesini hayatına yansıtıp, nefsinden başlamak üzere insanlığı ıslah için çabalıyor mu? Peki bu insan denen hizmetler silsilesinin varış noktası olan varlığın vazifesi nedir?

Gelin bunu insanı yaratandan dinleyelim: “Ben cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyat, 56) İbadeti sadece namaz ve oruç olarak görecek olursak elbette işin içinden çabuk sıyrılabiliriz. Ama hakikat öyle mi? Nedir bu ibadet? Ayette ibadetten maksat Allah’ı tanımak, birlemek, emir ve yasaklarına boyun eğmek ve uymaktır.[1] Yani bu ayet sadece ibadetin formel/şekilsel kısmından bahsetmiyor. İnsanın dünyada Allah’ın isim ve sıfatlarıyla hakkıyla tanınması, kullukta ve hükmüne boyun eğilmede birlenmesi, emir ve yasaklarının insanlığın dareyn saadeti için her coğrafyaya yayılması için mücadele etmesi, yeri geldiğinde canını, yeri geldiğinde vaktini, yeri geldiğinde gençliğini, yeri gelinde malını, yeri geldiğinde kınanmayı göze alarak ilmiyle hakkı söylemesini, yeri geldiğinde Allah’ın egemenliğinin artması için ilim okuyup ilim anlatarak hayatını yaratıcısına adamasını anlatıyor bu ayet.

Bu ayet bunu anlatıyor ancak bir başka ayette şu çarpıcı ifadeyle karşı karşıya kalıyoruz: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk. Onlar korktular ve yüklenmekten kaçındılar; insan ise onu yükleniverdi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb, 72) Bu ayette kullanılan “emanet” kelimesinin altına ilk akla gelen insanî ilişkilerdeki emanet dahil olduğu gibi, bundan da öte şeriatın yüklediği bütün sorumluluklar bu kelimenin manasına dahildir.[2] İşte bu emaneti, bu sorumluluğu yerine getirip verdiği ahde vefa göstermek yerine şirkle, küfürle, masiyetle, günahla, ahiret için çabalamamakla insan kendi kendine zulmetmektedir. Bundan daha da vahimi ise o akıbetinden bihaber ve gaflet içerisinde hayatına devam ediyor.

Aziz dostum, yol açık: Ya bu emanete vefa gösterip Allah’ın ricâl, erler diye bahsettiği zümreden olacağız ya da zalim ve cahiller zümresinden olacağız. Emanete muhafız, ahdine vefakâr olup olmadığını bilmek istiyorsan hayatını ve günlük işlerini oku, gözlemle ve kendinle hesaplaş. Sen İslâm’ın hükümlerinin yeryüzünden silinip atıldığı, müstekbirlerin mazlumlara kan kusturduğu bir dünyada ilim öğrenilen bir ortamda bulunup hakkı öğrenmek ve Allah’ın dinini güzelce anlatmak için çabalıyorsan salihlerdensin inşallah. Eğer ilim ehlinden değilsen ama kalbinde iman taşıyan bir mümin olarak mahallende, okulunda, işyerinde namaz kılmayan Allah’ı tanımayan, kumara meyletmiş birini gördüğünde yüreğin parçalanıyor ve ona az bildiğinle ihlasla nasihat ediyorsan ahdine vefakârsın. Madalyonun diğer yüzünü ise asla unutma! Kişi ilmi sırf bilimsel etkinlik olsun, makâm olsun, şan olsun, hasbelkader aile münasebetiyle denk gelmenin getirdiği zorunluluk olsun, bu tür şeyler için öğreniyor ve ilmiyle nefsini ve insanlığı ıslah etmeyi amaçlamıyor, kalbi irşad ve davet ateşiyle yanmıyorsa, sokaklarda İslâm’dan habersiz yaşayan ama onun sedasına hasret olanları dert edinmiyorsa, o ahdine ihanet etmiştir. Eğer kendisini ev-iş-uyku üçlü kafesine hapsetmiş, bireysel ibadetlerle yetinip emr-i bi’l-ma’rûf, nehy-i ani’l-münkerle ilgi ve alakasını kesmişse Allah’ın hakkında vereceği hüküm gelene kadar bekleye dursun! Resulullah’ın (sav) “Bir tek ayet dahi olsa benden öğrendiğinizi tebliğ edin, insanlara ulaştırın.”[3] emrinden geri kalmanın bedbahtlığıyla kavrulsun.


[1]. Mâverdî, en-Nüket ve’l-uyûn, 5/374; İbn Kesîr, Tefsîru İbn Kesîr, 7/425.

[2]. İbn Atiyye, el-Muharraru’l-vecîz, 4/402.

[3]. Buhârî, nr. 3461. Hadisin ravisi Abdullah b. Amr’dır (ra).