Tarihin Puslu Olayları – Nedim Bal / 2025 Ekim / 155. Sayı
Bismillahirrahmanirrahim
Şanı yüce Allah’ın, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimize bildirdiği ve onun da bizlere haber verdiği en önemli hususlardan biri de hiç şüphesiz gelecekte Müslüman toplumlar içinde meydana gelecek olan bir takım dini, ahlaki, siyasi bozulmalardır. Peygamber efendimizin bahsettiği bu toplumsal bozulma öyle bir boyuta ulaşacak ki; Müslümanlar, din, ahlak, izzet, şeref, ar, namus, mal, can, vatan birçok şeylerini kaybedecekler. Peki, iki cihan serveri sevgili peygamberimizin bahsettiği bu bozulmalar ne zaman olacak, böyle bir tarih var mı?
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Müslümanların içinde var olacak toplumsal çöküş hakkında bir tarih vermiyor lakin bu bozulmaların vasıflarından, alametlerinden bahsediyor.
Allah nasip ederse bu yazımızda “Kıyamet Alametleri” diye de bilinen bu olaylardan bahsetmeye ve meseleleri günümüze özellikle de Gazze’ye getirmeye çalışacağız.
Öyle Bir Zaman Gelecek Ki
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurdu:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki fâiz yemeyen hiç kimse kalmayacak! Kişi doğrudan yemese bile ona tozundan bulaşacak.”[1]
“Öyle bir zaman gelir ki kişi malını helâlden mi, haramdan mı kazandığına hiç aldırış etmez.” [2]
“Öyle bir zaman gelecek ki doğru söyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Güvenilir kimseler hain sayılacak, hainlere güvenilecek. Kişi kendisinden şahitlik etmesi istenmediği hâlde şahitlik edecek, yemin etmesi istenmediği hâlde yemin edecek. İnsanların dünya (nimetlerinden en fazla istifade ederek) en mutlu olanı, Allah’a ve Rasûlüne iman etmeyen alçak oğlu alçak olacak!” [3]
“Öyle bir zaman gelecek ki insanlar iyiliği tavsiye etmeyecek, kötülükten de sakındırmayacaklar.” [4]
“Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin de önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum.” [5]
“Ben sizin dünya hırsıyla birbirinizle kapışmanızdan, birbirinizi katletmenizden ve sizden öncekiler gibi helâk olup gitmenizden korkuyorum.” [6]
“…Ben asıl sizin dünyayı elde etmek için birbirinizle kapışıp kavga etmenizden korkuyorum.” [7]
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün “Ümmetim on beş şeyi yapmaya başlayınca ona büyük belânın gelmesi vacip olur!”buyurdu. Orada bulunanlar “Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar nelerdir?” diye sordular.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle sıraladı:
“Ganimet, tedavül edilen bir meta haline geldiği zaman (Müslümanların ortak malı ve hakkı olan ganimetin/servetin, fakir-fukaraya uğramadan sadece zengin ve makam sahibi kimseler arasında dönüp dolaştığı zaman)
Emanet, ganimet gibi görülüp hıyanet edildiği,
Zekât, ibadet olarak görülmeyip büyük bir yük ve kayıp olarak görüldüğü,
Kişi, kadınına itaat ettiği,
Kişi, annesine karşı itaatsizlikte bulunduğu,
Kişi, arkadaşına iyilikte bulunduğu hâlde babasına kaba davrandığı,
Mescitlerde sesler yükseldiği (huşûnun kaybolduğu),
Bir milletin idarecilerinin içlerindeki en alçaklar olduğu,
Bir kişiye şerrinden/kötülüğünden korkularak hürmet edildiği,
Çeşitli isimlerle imal edilen içkilerin serbestçe içildiği,
İpek elbiselerin erkekler tarafından giyildiği,
Şarkıcı kadınlar ve çalgı aletlerine ilginin arttığı,
Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere lânet ettiği zaman
İşte (bunlar) gerçekleştiği zaman, (mü’minlerin ruhlarını kabzeden) kızıl rüzgârı, yere batışı veya domuz ve maymunlara çevrilmeyi, zelzeleyi ve gökten taş yağmasını bekleyin. Bu fitnelerden sonra birbiri ardınca pek çok alâmet zuhur eder ve bunlar, ipi kopan eski bir gerdanlığın ardı ardına düşen taneleri gibi birbirini takip ederler.”[8]
Yukarıda nakletmeye çalıştığımız hadisi şeriflerde beyan edilen alametlere dikkatlice baktığımızda içinde yaşadığımız toplumda ortaya çıkmayan, gerçekleşmeyen bir alamet kaldı mı? diye sormaktan kendimizi alamıyoruz.
Peki neden böyle oldu? Dürüstlüğüyle, mertliğiyle, yiğitliğiyle, ahlakıyla Müslüman olmayanlara dahi örnek olup hidayetine vesile olan bu Müslüman toplum nasıl oldu da kendisinden kaçılan, kendisinden yaka silkenen, kendisinden nefret edilen bir hale geldi/geldik?
Biz Allah’ı Terk ettik, Allah’ta Bizi Terk etti! İşte O Gün Yolumuz Şaştı!
Şanı yüce Rabbimiz, ağızlarıyla iman ettiğini söylediği halde sanki Allah yokmuşçasına, sanki Allah’ın kudretini, hesap gününü, cehennemi unutmuşçasına bir hayat yaşayan, Müslüman olduğunu söyleyip de İslam’ın haram kıldığı, yasakladığı, çirkin gördüğü tüm kötülükleri işleyen, bu kötülüklerin toplum için de yayılmasına sebep olan iki yüzlü, zayıf karakterli toplumları bir ceza olarak kendi hallerine terk edip onları yardımsız bırakacağını beyan ediyor.
Eğer Allah’ın yardımı, lütfu, merhameti bir toplumun üzerinden kalkarsa o toplum hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan nasıl ayırabilir, karanlıklardan aydınlığa, delaletten hidayete nasıl ulaşabilir, imanını, İslam’ını, ahlakını nasıl muhafaza edebilir, haramların, şehvetin, şöhretin, zenginliğin cazibeli imtihanlarına karşı hiç sarsılmadan, istikametini bozmadan imanını ve amelini nasıl koruyabilir, yüreği türlü türlü sıkıntılarla karşılaştığında kalbini kim yatıştırır, yolunu nasıl bulabilir, başına gelen musibetlere karşı nasıl sabredebilir?
Allah’a, Rasûlüne, İslam’a ve ahirete iman ettiğini söyleyip de şanı yüce Allah’ın emirlerini terk eden, hükümlerine saygı göstermeyen bir toplum nasıl huzur bulur, nasıl güven içinde olabilir ki?
Şayet Allah azze ve celle bizi, bizim onu unutmuşçasına, yokmuşçasına yaşadığımız hayatlardan dolayı unutur ve terk ederse bizi dünya ve ahirette zelil, rezil, bedbaht olmaktan, hüsrana uğramaktan kim kurtarabilir?
Şanı Yüce Allah’ın Emirlerine Muhalefet Etmenin Cezasını Çekiyoruz
Bizleri yoktan var ederek yaratan, yaşatan, öldürüp diriltecek olan, yaptıklarımızdan veya yapabilecek güçte olup da yapmadıklarımızdan dolayı hesaba çekerek mükafat veya cezamızı verecek olan yüceler yücesi Rabbimizin; Yahudilere, Hristiyanlara, kafirlere, müşriklere benzememe, onlara uymama, onlara özenmeme, onlarla dost, yoldaş olmama hususunda yaptığı uyarıları hiç dikkate almadık. Tam tersine Rabbimizin bu emrine muhalefet ettik. Onlara özenerek onlar gibi olmanın, onlar gibi yaşamanın, onlar gibi giyinip soyunmanın, onlar gibi yiyip içmenin, onlar gibi eğlenmenin derdine düştük. Şu an İslam alemi olarak bizler Rabbimizin bu emrine muhalefet etmenin ve kafirlerin yaşamlarına benzemenin cezasını çekiyoruz. İmanımız, ahlakımız zayıfladı heybetimiz yerle yeksan oldu.
Halbuki bizi yaratan ve hidayet nasip eden Rabbimiz birçok ayeti kerimesinde; Yahudilerin, Hristiyanların, müşriklerin yoluna, adetlerine, örflerine, yaşam tarzlarına, hal ve hareketlerine uymamamız gerektiğini şayet onlara uyacak olursak bir müddet sonra onlardan etkilenip onlar gibi olacağımızı çok açık bir şekilde bizlere haber vermişti.
“Ey mü’minler! Ehl-i kitaptan bir gruba uyacak olursanız, onlar sizi imanınızdan vazgeçirip yeniden kâfirler haline döndürürler.” (Âli İmrân, 100)
“Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, sizi topuklarınızın üzerinde gerisin geri küfre döndürürler de büsbütün hüsrana uğrar, eli boş dönersiniz” (Âli İmrân, 149)
Allah Rasûlünün sallallahu aleyhi ve sellem Uyarıları da Yetmedi
Ebû Said el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden öncekilerin yolunu karış karış, adım adım takip edeceksiniz. Hatta o kadar ki şayet onlar bir keler (kertenkele) deliğine girseler siz de arkalarından girmeye kalkışacaksınız.”
Oradakiler:Ey Allah’ın Rasûlü? Bu şekilde kendilerine uyacağımız kimseler bizden önceki Yahudi ve Hıristiyanlar mıdır? diye sordu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem “Onlardan başka kim olabilir ki?” buyurdu.[9]
Yahudi ve Hıristiyanların yaşam biçimine özenmek, üstelik “keler deliğine girmek” gibi en saçma, en olmadık, en gülünç, en ahmakça işlerde bile onları körü körüne taklit etmek, onlar gibi olmayı çağdaşlık ve gelişmişlik saymak tabiri caizse tam bir kokuşmuşluk halidir. Fert ve ümmet olarak ne denli bir kimlik ve kişilik kaybı yaşadığımızın göstergesidir.
Bu acınası durum, şanı yüce Allah’ın kitabına ve Rasûlünün şerefli yoluna uyarak kazanmış olduğumuz çok özel ve güzel bir kimliği; değersiz, kıymetsiz, itibarsız, etkisiz, kötü bir kimlikle değiştirmek gibidir. Hem dünyada hem de ahirette geçerli olan, itibarlı olan bir kimliği verip yerine itibarsız, değersiz, adi bir kimlik sahibi olmakla övünen, sevinen bir kimseden, bir toplumdan daha ahmak kim olabilir?
Şerefli, izzetli, erdemli, onurlu, ahlaklı bir hayat olan İslam’ı yaşamayı bırakıp onun yerine tek doğrusu çıkar ve menfaat olan, gösterişin, riyakarlığın, iki yüzlülüğün ve yalanın tavan yaptığı, şehvetin kucağında esir olunduğu değersiz, kokuşmuş adi bir hayat tarzını tercih etmek ahmaklıktan başka ne ile izah edilebilir ki?
Allahu Teâlâ’nın ve sevgili peygamber efendimizin İslam dışı hayatlardan uzak durmak ve sadece İslâm ile yaşamak uyarısı şunu göstermektedir ki bu ümmet; kendilerinden önceki Hristiyan ve Yahudi toplumlar gibi bozulmaya, onların ahlaksızlıklarını körü körüne taklit etmeye, onlardan etkilenmeye açık olacaktır. Rabbim bizleri ve neslimizi muhafaza buyursun.
Evet toplum ve ümmet olarak maalesef bizler kafirlere meylettik, onların konforlu ve lüks hayatlarına özendik. Onlar gibi olmaya çalıştık. Onlar ne yapsa maymunlar gibi onları bilinçsizce taklit ettik. Bunun adına demokrasi dedik, özgürlük dedik, çağdaşlık dedik, moda dedik. Hep kazanmak, çok kazanmak daha çok kazanmak istedik. Adımız Müslümandı ama kazanırken helal haram dinlemedik. Riyakarlık, gösteriş, yalan, dolan, üç kağıtçılık, faiz, kumar, fuhuş, çıplaklık artık normalleşti. Allah’ın hükümlerine hiçbir saygı kalmadı.
Şanı yüce Allah da toplum olarak belamızı verdi. Artık sokakta, trafikte, metroda, otobüste, evde, apartmanda, iş yerinde ne huzur kaldı ne güven. Hanımlar, kocalarını veya evlatlarını kapıdan uğurlarken eve sağ salim gelebilecekler mi diye endişe yaşıyorlar. Adalet yok, asalet yok, saygı desen hiç yok, güven yok, komşuluk yok, kardeşlik, akrabalık yok, mal emniyeti yok, can emniyeti yok, gençler uyuşturucu, sanal kumar ve suç örgütlerinin tehdidi altında.
Anlayabilen için bundan daha büyük bela mı olur? Üzerimizde büyük bir bela var diyebilmemiz için illa başımıza Gazze’de ki gibi bombaların yağması, evlerimizin, evlatlarımızın yok edilmesi mi gerekiyor?
Zerre kadar aklı, muhasebesi ve vicdanı olan herkes biliyor ki; başına bomba yağan Gazze ehli bizlerden daha özgür, daha onurlu ve kalpleri bizden daha mutmain. Biz ise tutsağız. Bizler; eşlerimizin, evlatlarımızın, toplumun, algıların, şöhretin, lüks yaşamın, konforun, paranın, kariyerin, makamın, tembelliğin, nemelazımcılığın tutsağı olmuşuz. Bunların her biri bizler için içine gömüldüğümüz kapkaranlık zindanlarımız olmuş. İçine düştüğümüz bu zindanlardan bir türlü çıkamıyoruz. Gazze ehli ise kendilerini Allah’a, onun rızasına ve kutsal davasına adayarak nefislerinin tüm zindanlarından kurtulmuşlar. Başlarına gelen onca şeye rağmen dillerinde şikâyet yok, her daim elhamdülillah var. Ölürken bile izzet ve şeref içinde ölmenin haklı onur ve mutluluğunu yaşıyorlar.
Şimdi soralım kendimize, başımıza bombalar düşmüyor, evlerimiz, evlatlarımız yok edilmiyor, sokakta, çarşıda, pazarda dolaşabiliyoruz. Akşamları en az iki, üç çeşit yemeği ev halkımızla beraber yiyebiliyoruz. İstisnalar hariç hayatımız normal akışı içinde devam ediyor. Ama kim diyebilir ki şu an fert ve toplum olarak huzurluyuz? Allah azze ve celle bu toplumdan huzuru, güveni, esenliği, bereketi aldı. Yerine kaygı, endişe, korku, haset, ikiyüzlülük, yalan, dolan, riyakarlık, aldatma ve ne kadar kötü haslet varsa içimize yerleştirdi. Peki neden? Çünkü bizler toplum olarak Allah’ın emirlerine karşı saygılı olmadık. Kafirlerin yaşam tarzına özendik. Onları örnek alıp körü körüne taklit ettik. İslam’ın hükümlerini yaşama ve yaşatma noktasında azimli, kararlı, gayretli olamadık. Helal haram demedik. Nefsimizi dizginleyemedik. Eşlerimizi, çocuklarımızı, akrabalarımızı kazanamadık. Dünyayı sevdik, ölümden korktuk ve şanı yüce Allah’ta ceza olarak kalbimize hastalık verdi. Şimdi ümmet olarak o hastalığın verdiği acı sonuçları yaşıyoruz.
Bu hastalığın tedavisi mümkün mü? Elbette mümkün. Ama bunu yapacak iman ve irade kaldı mı? Orası şüpheli.
Bugün geldiğimiz noktada dünyanın her yerinde akan kan Müslüman kanı. 20 milyonluk Yahudi 2 milyar İslam alemine kan kusturuyor. İki milyarlık İslam alemi olarak Yahudi’ye bir taş bile atamıyoruz. Çünkü ruhen bittik. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi kalbimizdeki hastalıklardan dolayı “suyun üzerindeki çerçöp gibi olduk”. Olaylar, hadiseler karşısında hiçbir irademiz, etkimiz kalmadı.
Öyle acınası bir duruma düştük ki; Gazze ablukasını kırmak için dünyanın her yerinden halklar hareket etti. Müslüman olmayan ama vicdan sahibi bir insan bin bir zorlukla Mısır’ın Refah kapısına kadar geldi. Sınır kapılarında nöbet tutarak içeriye yiyecek, içecek, tıbbı malzeme girmesine izin vermeyen Mısır ordusunun askerlerine “ne olur bırakın içeriye girelim. İnsanlar, bebekler açlıktan ölüyor. Bu zulümdür. Oradakiler sizin kardeşleriniz, dindaşlarınız. Bize izin verin ne olur” diye yalvardı, yakardı, hüngür hüngür ağladı. Ama Ezher İslam medreseleriyle meşhur güya Müslüman (!) Mısır devleti bu vicdan sahibi kimselere karşı duvar olup dikildi. Üstelik Refah sınır kapısına dayanan vicdan sahiplerini içeriye sokmadıkları gibi onları darp edip tutukladı.
Bu ne acı ne utanç verici bir tablo ya Rab! Müslüman olmayan bir kimse yapılan onca zulümlere artık dayanamıyor, mazlum Müslümanlara yardım edebilmek için binlerce kilometre aşıp sınıra geliyor, içeriye yardım sokabilmek için yetkililere yalvarıp yakarıyor, ağlayıp sızlıyor ama tüm bu çabalarına rağmen karşısına dikilen, mazlum Müslümanlara yardımı engelleyen ve Yahudi’nin safında olan ise bir Müslüman (!) Vallahi dünya tersine döndü.
Bu acı manzaralar bize Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vessellem’in mübarek dudaklarından dökülen şu sözleri hatırlattı; “Öyle bir zaman gelecek ki o gün yerin altı yerin üstünden hayırlı olacak.”
Anadolu’da meşhur bir deyim vardır; “Öleydim de bugünü görmeyeydim” İşte bu manzara böyle acı bir manzara. İçimizi yakan, yıkan, sızlatan ve öleydik de bugünü, bu anı hiç görmeyeydik diyeceğimiz büyük bir acı bıraktı yüreğimizde. Biz ümmet olarak ne ara bu kadar acziyet içine düştük?
Artık şu ayetlerin muhatabı olmaktan korkar olduk; “Ey iman edenler! Size ne oldu ki, – Allah yolunda hep beraber savaşa çıkın- denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. Eğer topyekûn seferber olmazsanız, Allah sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir de siz savaşa çıkmamakla onun dinine zerrece zarar veremezsiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir.”(Tevbe, 38-39)
“Zulme bulaşmış nice beldelerin bellerini kırdık, onlardan sonra da başka toplumlar yarattık.” (Enbiya, 11)
“Eğer haktan yüz çevirirseniz …… Rabbim dilerse, sizi gönderip yerinize başka bir topluluk getirir. Ama siz ona hiçbir şekilde zarar veremezsiniz. Muhakkak ki Rabbim her şeyi denetlemektedir.” (Hud, 57)
“Biz zulme (küfre, isyana, günaha) dalan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka başka toplumlar meydana getirdik.” (Enbiya, 11)
“Onlardan sonra yine başka nesiller dünyaya getirdik.” (Müminun, 42)
“Hayır, Allah’ın nizamı onların sandığı gibi değildir! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, biz onların yerine kendilerinden daha hayırlı insanlar getirmeye kadiriz. Bizim elimizden kurtulan, gücümüzün yetmediği hiçbir şey yoktur.” (Mearic, 40-41)
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah onların yerine yakında öyle bir nesil getirecek ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar; Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihâd ederler ve kendilerine dil uzatan hiçbir kimsenin kınamasından korkmazlar.” (Maide, 54)
İman ve İslami hayat bir nimettir. Allahu Teâlâ bu nimetini hak edene nasip eder. Hak etmeyenden de çekip alır. Dünya tarihi iman eden fakat daha sonra günahlara, isyanlara, zulme dalan toplulukların nasıl yok olup gittiğine onlarca kez şahit olmuştur. Hiçbir topluluğun Allah katında ayrıcalıklı, özel bir konumu yoktur. Sünnetullah herkes için geçerlidir.
Şanı yüce Allah; iman edip salih amel işleyen, faizden, kumardan, yalandan, zinadan, israftan, ikiyüzlülükten, ölçüde tartıda hile yapmaktan, gösterişten, hasetten uzak duran, adaletle hükmeden, yeryüzündeki zulümlere engel olup mazlumların haklarını koruyan, yetimleri muhafaza eden toplumları tarihte nasıl güçlü, itibarlı, kudretli bir millet, bir devlet yaptıysa bunun tam tersine Allah’ın hükmüne saygı göstermeyen, onca uyarıya rağmen faiz, kumar, fuhuş günahlarına dibine kadar dalan, tartıda, ölçüde hile yaparak insanları aldatan, insanların mallarını haksız yere yiyen, yetimlerin, mazlumların haklarını korumayan, zulme uğrayan kadınlar, yaşlılar, çocuklar için savaşmayı göze almayan, haksızlık karşısında dilsiz şeytan olup susan, yalanı su içer gibi içen toplumların da şerefini, kudretini, itibarını, gücünü, devletini yok etmiş, tarihten silmiş ve yerlerine başka topluluklar getirmiştir .
Gazze Kıyamı, Ümmet Olarak Halimizi Deşifre Etti!
Gazze halkı; İsrail ve onun arkasındaki Amerika’nın akla hayale gelmez vahşice zulümlerine, bu zulümlere karşı kınamaktan öte hiçbir şey yapmayan şahsiyet ve izzetini kaybetmiş Müslümanlara ve onların hayvanlardan daha aşağı olan yöneticilerine rağmen tüm dünyaya; imanın, İslam’ın, insan onurunun, özgürlüğün nasıl kutsal olup korunması gerektiğinin dersini veriyor. Gazze halkı; kendini dünyaya bağlayan tüm zindanlarından kurtulmuş ve özgürleşmiştir. Adeta hem dilleriyle hem halleriyle şöyle haykırıyorlar:
“Ey bize acıyarak bakanlar! Bilin ki asıl acınacak durumda olan sizlersiniz. Çünkü biz cennetimizi yüreğimizde taşıyoruz. Bizim hapsedilmemiz Rabbimizle halvetimizdir. Vatanımızdan sürülmemiz peygamber efendimiz gibi hicretimizdir. Bu yolda öldürülmemiz ise bir kayıp değil aksine bizi en büyük arzumuza, makama ve kurtuluşa ulaştıracak olan Şehadettir.
O halde düşmanlarımızın vahşi katliamları veya kardeşlerimiz gibi görünen dindaşlarımızın derin sessizliği bize ne zarar verebilir ki? Biz, Allah’ın lütfuyla bizi bu fani dünyaya bağlayan tüm zindanlarımızdan kurtulduk. Kendimizi bir olan, tek olan eşi ve benzeri olmayan, mülkünde ortak tanımayan şanı yüce Allah’a adadık ve ahdimizi bozmadan şimdi Allah’a doğru yürüyoruz. Allah’tan temennimiz odur ki; geride kalıp masum çocukların, annelerin, babaların feryatlarına, parçalanmış cesetlerine, akan kanlarına şahit olan siz insan türlerine ve özellikle de Müslüman olduğunu söyleyenlere bizlerin kanları vesilesiyle hidayet etmesi.”
Evet, Gazze halkı gerek lisanı gerekse haliyle tam da bunu söylüyor.
Bugün Avrupa ve dünya halklarının Gazze katliama verdiği tepkiler maalesef biz Müslüman halklardan ve onların idarecilerinden kat be ve kat daha fazla.
Sadece sokak gösterileri olarak düşünmeyelim. Dünyanın dikkatini Gazze de yaşanan vahşete çekmek için İsrail büyükelçiliği önünde kendini yakan kişi Müslüman değildi. Savaş başlar başlamaz Gazze’ye gidip hastanelerde çalışan, bombardımanda yaralandığı için Gazze dışına mecburen çıkarılırken hüngür hüngür ağlayarak buradaki insanları bırakıp gitmek içime sığmıyor, kendimi ikiyüzlü gibi hissediyorum. Onlar bu haldeyken ben bu insanları bırakıp nasıl giderim, nasıl hiçbir şey yokmuş gibi hayatıma devam edebilirim diyen kadın doktor Müslüman değildi.
Amerikan ve İsrail başkanlarının, bakanlarının toplantılarını basarak yüzlerine karşı siz soykırımcısınız, siz katilsiniz diye haykıranlar, yaka paça sürüklenerek tartaklananlar Müslüman değildi. Bu zulmü yapan Yahudi İsrail’in mallarını boykot etmek için muazzam organizeler yaparak Avrupa halklarının gündemine boykot bilincini sokanlar Müslüman değildi.
Avrupa’nın birçok ülkesinde Filistin lehine gösteriler yapmak yasaklandığında hatta ‘Denizden Nehire Özgür Filistin’ sloganı kanunen suç sayıldığında bile meydanlara inen, polisle çatışan, yerlerde sürüklenen, yüzü gözü kanlar içinde kalan binlerce kişi de Müslüman değildi. Eksi dört derecede bile on binlerce insan seli oluşturup “Özgür Filistin” diye haykıranların çoğu da Müslüman değildi. Amerika’da okuldan atılma, görevden uzaklaştırılma tehditlerine rağmen haftalarca Filistin de yaşanan İsrail zulmünü protesto eden, Gazze’ye ses olan, Amerikan polisi tarafından yerlerde sürüklenerek tartaklanan, ters kelepçe yapılan birçok öğrenci ve akademisyen de Müslüman değildi.
“Gazze’de yaşayan halk bir öğün yemek bulup yiyemiyor, ben bir insanım. Bu durum onuruma dokunuyor. Utanıyorum. Bu yüzden artık tek öğün ve sınırlı yemek yiyorum” diyen kadında Müslüman değildi. İsrail’in yaptığı katliamlara sessiz kalmayıp İnsan Hakları mahkemesinde soykırım davası açarak İsrailli yetkililerin canını sıkan Güney Afrika ülkesi de bir Müslüman ülke değildi. İsrail ile her türlü ticari ve askeri ilişkileri kesen, diplomatik elçisini geri çeken, milyonlarca dolarlık askeri anlaşmaları iptal eden İspanya devleti de Müslüman bir ülke değildi. Avrupa ve Latin Amerika’da lokantalarına, kafelerine gelen Yahudi İsrailli turistlere servis yapmayıp kovanlarda Müslüman değildi.
Sumud deniz filosunu organize ederek dünyanın dikkatini Gazze’ye çekmeye çalışan, ablukayı kırmak için uğraşan ve bunun için ölümü göze alarak denizlere açılanların birçoğu da Müslüman değildi.
Peki ne oldu bu insanlara ki yerlerinde duramıyorlar. Müslümandan daha fazla sesleri çıkıyor ve durmadan eylemler yapıyorlar, hükümetleri sıkıştırıyorlar. Mazlumlara sahip çıkmak adına canlarını, makamlarını, itibarlarını tehlikeye atıyorlar? Onları buna sevk eden sebep ne?
İslam’a layık olmayan toplumları yeryüzünden silip onların yerine İslam’ı daha iyi temsil edecek yeni toplumlar yaratacağını beyan eden kudret sahibi Rabbimizin ayetlerini okuyunca Gazze dertlisi bir hanımefendinin söyledikleri kulaklarımızda çınlıyor ister istemez:
“Gazze de tek gözü kalmış yaralı bir çocuğun sağlam kalan gözüne yerleşip oradan dünyaya bakmak. Onun duyguları ne ise, onun gündemi ne ise, onun vaziyeti, hali ne ise benim duygularımın da gündemimin de vaziyetimin de haliminde o olması. Bunu başarabildik mi?
Bugün İslam doğduğu topraklardan göğe doğru yükselmiş durumda. Gazze de yaşanan bu olaylar sebebiyle artık İslam globalleşiyor, küreselleşiyor. (Tüm dünyayı etkileyen bir din haline geliyor) Gazze de katledilen o şehitlerin mübarek kanları Avrupa’da ve dünyada yeni bir neslin doğmasına vesile oluyor. Batı halkları, yaşanan bu korkunç katliamlar karşısında Gazze halkını dimdik ayakta tutan, sabır ve tevekkül sahibi yapan bu inancı merak edip ilgi duyuyorlar. Araştırıyorlar. Müslüman oluyorlar veya Müslümanların safına geçiyorlar. Bugün İslam, kendi insan bakiyesinden memnun değil. Kendisine yeni bir insan bakiyesi devşiriyor korkarım.”
İşte, “ne oldu bu insanlara ki yerlerinde duramıyorlar, Müslümandan daha fazla sesleri çıkıyor ve durmadan her yerde sözü muhatabına iletecek ciddi eylemler yapıyorlar. Mazlumlara sahip çıkmak adına canlarını, makamlarını, işlerini tehlikeye atıyorlar?” sorusunun cevabı artık bizi korkutuyor, ürpertiyor, titretiyor…
Acaba mı diye başlıyor cümlelerimiz. Acaba şanı yüce Allah, şu an mevcut olan İslam bakiyesinden razı olmayıp uyuşmuş, miskinleşmiş, dünyaperest olmuş, günahlara, isyanlara dalmış, kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen, kimseyi beğenmeyen, herkeste bir kusur arayıp kendine bakmayan, yalanı dolanı su içer gibi içen, makamı, mevkiyi, koltuğu seven, onu bırakmamak için türlü türlü fırıldaklar çeviren, yolsuzluğa, arsızlığa, ahlaksızlığa dibine kadar batan bizlerin yerine Gazze şehitlerinin o mübarek kanlarını vesile kılarak yeni bir toplum mu yaratıyor?
Şanı yüce Allah, İslam nimetinin kıymetini bilmeyen bizlerden bu nimeti çekip alarak bunu hak edecek yeni bir toplum mu inşa ediyor?
Ya Rabbi! Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan, üstümüzden gelecek belalara karşı sana sığınıyoruz. Yere batırılarak helak edilmekten sana sığınıyoruz.
Ya Rabbi! İşlediğimiz günahlarımızdan, doymayan nefsimizden, haddi aşmamızdan, emirlerine yüz çevirmemizden, yaptıklarımızdan veya imkanlarımız yettiği halde yapmadıklarımızdan dolayı bizlere verdiğin hidayet nimetini kalbimizden söküp atma, kalplerimizi taşlaştırma, bizi bize bırakma, bizi terk etme!
[1]. Ebû Dâvûd, Büyû, 3/3331, Nesâî, Büyû’, 2/4452; İbn-i Mâce, Ticârât
[2]. Buhârî, Büyû, 7, 23
[3]. Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, XXIII, 314; Heysemî, VII, 283
[4]. Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VII, 280
[5]. Buhârî, Rikâk, 7; Müslim, Zühd, 6
[6]. Müslim, Fedâil 31
[7]. Buhârî, Cenâiz 71, Menâkıb 25, Megâzî 27, Rikâk 7, 53; Müslim, Fedâil 30
[8]. Tirmizî, Fiten, 38/2210, 2211
[9]. Buhari, Müslim










