Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2025 Mayıs / 150. Sayı
Bizler bu coğrafyada yaşayan Müslümanlar olarak zihinlerimize yapılan her türlü baskıya, dinimize olan bağlılığımız, dava bilincimiz, şuurumuz nispetinde mücadele ediyor, dini sınırlarımızı korumaya, sahip çıkmaya çalışıyoruz. Zaten dava bilincimizin bir parçası da verdiğimiz bu mücadele.
Bu baskılar bazen eğitim sistemi içerisinde bazen toplumsal, geleneksel olmak üzere çeşitliliğe sahip.
Bundan 20-30 yıl öncesinde en çok eğitim sisteminin Müslüman nesiller üzerinde İslami öğretilerden uzak, batı seviciliği, özentisi aşılamasından dertlenir, bununla mücadele edebilmek adına nesillerimizi koruyacağımız alternatif ortamlar oluşturur, neslimize İslami öğretileri aşılayabilmek için ciddi emekler ortaya koyardık. Zaman ilerledi buna bir başkası daha eklendi, televizyon kanalları çoğaldı. Her evde televizyon var oldu. Ekrandan gelen tehlike neslimiz üzerinde daha büyük tehditler oluşturdu. Müslümanın evinde televizyon olmalı mı olmamalı mı?
Evde olmazsa çocuklarımız bundan nasıl etkilenir, olursa nasıl etkilenir veya hangi kanal izlenmeli veya Müslümanların da bir televizyon kanalı olmalıyı tartışırken hop internet ve bilgisayar çağı çaldı kapımızı. Bir sorunu çözmeden diğeri başladı ve çığ gibi düştü üzerimize. Bugün bütün problemleri de çözümlerini de sosyal medyada konuşurken bulduk kendimizi. Müslümanlar sosyal medya kullanmalı mı kullanmamalı mı? Sosyal medyanın konusu oldu. Yani artık Müslümanların bir televizyon kanalı olmasa da sorun değil çünkü artık isteyen herkesin bir sosyal medya kanalı var. Bu hızın, bu hücumun, bu saldırının altında kaldık. Asıl meselemizin sosyal medyada var olma meselesi olmadığının şuuruna varmalıyız. Çünkü artık orada varız ve var olup olmamak değil problemimiz.
Biz Müslümanlar olarak kendi varlığımızı nasıl koruyacağız? Şöyle ki yirmi, otuz yıl evvel Müslümanların bir duruşu vardı. Kendine öz, her yerde belli olan sapasağlam bir duruş. Çizgileri belli, kafa karışıklığı içermeyen, net ve şeffaf bir duruş. Örneğin, eğitim sisteminin gayri İslami baskılarına maruz kaldığımız o dönemde Müslümanların çocukları neyle karşılaşacağını bilerek, arkasında sağlam duran bir ebeveynle buna maruz kaldı ve hasarsız veya az hasarlı olarak çıkabildik bu mücadeleden. Bugün ise internet çağında hem ebeveyn hem çocuklar olarak bu saldırıya maruz kaldık ve bu saldırı bizim sadece bilinçlerimize yapılmadı. Tüm insanlığın ruh ve psikolojisini hedef aldı. Artık bu bilinçle yaklaşmalıyız.
Bugün sosyal medya bağımlılığı diye tedavi edilen bir hastalığımız var. Alkol gibi, kumar gibi, uyuşturucu gibi bağımlılık tedavisi gerektiren bir rahatsızlık. Özellikle hanım kardeşlerimizi ilgilendiren, sosyal medyanın, internet bağımlılığının bizde açtığı bazı yaralardan söz etmek istiyorum.
1. Onyomani (Alışveriş Bağımlılığı)
Farkında olmadan alışveriş bağımlısı olmak internet üzerinden alışveriş yapmak bugün çarşı ve pazarda dolaşmaktan daha fazla tehdit eder durumdadır bizleri. Eve gelen sayısız kargo paketleri veya bazı uygulamalarda evdeki eşyaları satıp yenisini almak gibi kısa bir döngüye giren alışveriş tutkusu, saatlerce gezilen alışveriş siteleri ve irademizde bıraktığı hasar. Biz mümin hanımlar zayıf iradeli, dünyaya düşkün kadınlardan farklı olmalıyız. Biz kollarımızı cennetlere doğru koşup gideceğimiz amellere sıvamalıyız. Buna istekli, tutkulu, azimli olmalıyız. Bu haller bizim hallerimiz olmamalı.
2. Kombin Hastalığı
Her şey uyum içinde olmalı, kime göre, neye göre, ne için? Kombin bir sanat değil, bir yetenek değil, bu zalim sisteminin çarklarından bir çarktır. Maalesef bu çarka biz Müslümanlar da takıldık sosyal medya sayesinde. Nedir kombin dedikleri? Biraz ileriye gittiğinde takıntı, ayakkabının çanta ile uygunluğu, başörtünün çoraba uygunluğu, halının koltuklara, perdenin duvarlara derken Kur’an ve sünnetin bize emrettiği israfın haram, müminin mütevaziliği anlayışından oldukça uzak bir yere düştük ve bu inanılmaz bir boyut aldı hayatlarımızda. Öyle ki sokakta dolaşan eşler ve çocuklar da uyum içinde giyinip kombin yaptılar. Bardak tepsiye uygun olmalı ama bizim bu anlayışımızın inancımıza uygun olup olmadığını sorgulayamaz olduk. Onlarca ayakkabı, elbise, başörtü ve eşyaların sahibi olduk. Her biri bir yük olarak girdi hayatlarımıza. Ütülememiz, yıkamamız gerekti, büyük dolaplara, büyük evlere ihtiyacımız oldu. Bu koşturmacalı ve kombinli hayatın içinde davamız ve davet çalışmalarımız da nasibini aldı. Fotojenik alanlar oluşturduk kitaplarımızla, ikram masalarımızla sürekli bir kombin ve konsept peşinde koşturmak oldu amacımız. Oysa şu örselenmiş ruhlarımıza dönüp bir baksak ne kadar özlemişiz başörtümüzün feracemize uymadığı dönemleri, böyle bir derdimiz yokken tek değerimiz İslam davası iken uyumsuz halılarımızın üzerine kurduğumuz kombinsiz, sunumsuz sofralarımızdaki samimiyeti, tevazu ve takvayı soralım kendimize kim özlem duymuyor o günlere. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatına o günlerimiz bugünlerimizden daha çok benziyordu. O günlerde daha çok Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e benzemeye çalışıyorduk, bütün çabamız bunun içindi. Renkler uyumu diye bir davamız yoktu. Asıl davamıza geri dönmeliyiz, asıl meselemizi yeniden ve derinden hatırlayarak iyileştirmeliyiz şu özlem ve hasret dolu ruhlarımızı.
3. Törenler ve Merasimler Geçidi
Sosyal medya ile beraber her şeye tören düzenleyen yeni bir zihniyete sahip olduk. Kız isteme töreni konsepti ile beraber nişan töreni, bebek doğdu tören, yürüdü, dişi çıktı, yıl dönümleri, onlara benzememek adına doğum günü kutlamayız, mumlu pastalı başka törenler düzenleriz. Hatta genç kızın tesettüre girme törenini dahi işittik. Belki şöyle düşünülebilir bu törenler için de haram olmadığı müddetçe ne sakıncası olabilir?
İsraf noktasında haramlığı tartışılacak derecede tevazudan uzak olanlar bu ve buna benzer törenleri olmazsa olmaz anlayışına büründürmek, her işi zorlaştırmak, her işten bir eğlence çıkarmak, bunların ayrı bir sektör haline gelmesi bu ve benzeri gibi açılardan düşündüğümüzde bize olan katkısı az, zarar ve ziyan boyutunun daha fazla olduğunu görebiliriz. Bu illüzyonik anlayışın üzerimizdeki birkaç etkisinden kısaca söz ettik ancak bu maddelerle bir makaleden daha fazlasını bir kitap veya kitap serisi dahi yazabiliriz.
Peki ne yapmalıyız?
Yeniden şuurlanma, yeniden bilinçlenme, akide, ahlak, sünnete bağlılık, alimlerin, salihlerin kendi dönemlerindeki hayatları ve mücadelelerini yeniden hayata geçirmek adına ihlâslı çalışmalar yaparak, özellikle ahir zamanın tehditleri üzerinde bilinçlenerek çekirdek bir yapı oluşturmak. İslam’ın ilk yıllarına gidelim. O günün şartlarındaki medyayı düşünelim:
Küffar’ın medyası şiirlerdi. Onlar şiirlerinde Rasûlullahsallallahu aleyhi ve sellem’i hicvediyorlardı. Ancak ruhu Kur’an ve sünnetle 60’lı yaşlarında nasibini almış bir yiğit de İslam’ın medyasını temsil ediyordu.
Cahiliye devrinde Yesriblilerin şairiydi. Peygamberlik döneminde Rasûlullah’ın şairiydi… Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hasan’ı minbere koyardı. O oraya çıkıp, Rasûlullah’ı hicvedenleri hicvederdi. Bunun üzerine Hasan bin Sabit ile ilgili şu rivayet de konumuzla ilgili dikkate şayan bir içeriğe sahiptir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Rasûlullah’ı savunduğu sürece ruhul Kudüs, Hasan ile beraberdir.”
Küfrün, küfür düzeninin her türlü medyasının zararları ancak Kur’an ve sünnet sevdası ile kuşandığımızda ne bilincimize ne ruhumuza zarar verebilir bilakis bizler bu alanda yeteneklerimizi küffarı hicvetmek üzere kullanır ve alt ederiz.
İllüzyonlar gerçeklere yenilmeye mahkumdur.
“Böylece sihirbazlar, ellerindeki ip ve değnekleri atıp, göz boyama yoluyla bakanları etkileyince, Musa onlara: “Bu yaptığınız sihirden başka bir şey değil. Allah bunu mutlaka boşa çıkaracaktır. Gerçek şu ki, Allah bozgunculuk yapanların işlerini asla ileri götürmez.” (Yunus, 81)
Selam ve dua ile.