İstihza Cahiliye Toplumunun Ayırt Edici Özelliğidir

Müminlere Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2025 Ağustos / 153. Sayı

“Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Birbirinizi ayıplamayın. Birbirinizle lakaplar takmayın. İmandan sonra fasıklık ismi ne kötü bir şeydir. Kim de tevbe etmezse işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.”

(Hucurât, 11)

Hikâyeye göre zengin adamın biri, eşiyle beraber sofrada yemek yerken kapı çalmış. Kadın kapıyı açınca karşısında bir dilenci görmüş ve yedikleri yemekten ona da bir parça vermeye niyet etmiş. Kocası bu durumu görünce hanımını azarlayıp çirkin sözler söylemiş ve “Kov o adamı!” demiş. Bir zaman sonra bu kadınla adamın arası açılmış ve adam hanımını boşamış. Kadın da yine başka bir zenginle evlenmiş. İkinci kocasıyla yemek yerken kapı çalmış. Kadın kapıyı açınca dehşet içinde şaşkına dönmüş ve kapıyı telaşla kapatmış. Kocası hanımının dönmesinden sonra ondaki bu hali fark etmiş ve “Neyin var?” demiş. Kadın bir sorun olmadığını söylese de kocası ısrar etmiş. Nihayetinde kadın “Kapıyı çalan kimdi biliyor musun? İşte o benim ilk kocamdı.” demiş. Kocası da “Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben de daha önce sizin kapınıza gelip de eli boş dönen dilenciyim.”

Allah Teâlâ, insanların her birini aynı seviyede ve aynı özelliklerle donanmış olarak yaratmamıştır. Akıl, mal, güzellik-çirkinlik, fakirlik-zenginlik, vücut rengi ve daha nice farklı özelliklerle insanları birbirlerinden ayrı kılmıştır. Eğer insanların hepsi aynı özellik ve seviyede olsaydı dünyanın düzeni bozulacağı gibi, imtihanın da hikmeti kalmazdı. İnsan, kul olma ve Allah’ın önünde yaptıklarından ötürü hesap verme konusunda eşitse de imtihanın sürmesi noktasında bazı farklılıkların olması dünya ölçülerinde kaçınılmazdır.

İslam, toplum içinde hangi konumda olursa olsun insanın değerini muhafaza etmek için en azami ölçüleri koymuş ve toplumsal bağların temel unsurunu belirlemiştir. Bunun aksinin kaos ve bunalım olacağı bildirilmiş ve insanın asıl üstünlük meziyetinin iman ve takva olduğu beyan edilmiştir: Ebu Hureyre radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle aktarmıştır: “Allah, sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz. O, sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.”[1]

İslam tarihi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den günümüze kadar özellikle İslam’ın hâkim olduğu dönemde bu adalet prensibini yerleştirmek için verilen mücadele örnekleriyle doludur. Ne zaman bir toplumun başka bir toplumla alay ettiği ortaya çıkmışsa veya fertler arasında alay etme ve çeşitli imalarda bulunma söz konusu olmuşsa mutlaka Kur’an-ı Kerim umumi hitapta bulunmuş, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de gerekli ikaz ve nasihatleri yapmıştır. Sahabilerinden biri diğerini “Siyah kadının oğlu” diye kınayınca “Sende cahiliye kalıntısı var.” buyurmuş, hanımlarından biri diğerini kısa boylu olmakla vasfedince “Öyle bir şey dedin ki denize karışsa onu da bozardı.” diye uyarmıştır. Bu uyarılar ve nasihatlerdeki asıl gaye ise insana asıl sorumluluğunu hatırlatmak ve İslam’dan önceki cahiliye adetlerini ortadan kaldırmaktır.

İstihzanın en fazla görüldüğü yer ise kadınlar arasındadır. Bu sebepten ötürü Allah Teâlâ, kadınları özel olarak uyarmış ve onları hayırlı bir yöne yönlendirmiştir. Toplumun ilk eğitimcisi olan kadınların yerilmiş ahlaktan beri olması ve asıl işleri olan toplumu inşa etmeleri kendilerinden istenmiştir. Çünkü insan asıl işine yönelince başkalarının kusuru değil, yapacağı işin önemi kendisini meşgul eder ve başka şeylere vakit dahi bulamaz.

Asıl itibarıyla bakılınca İslam toplumunun veya herhangi bir yerde yaşayan Müslümanın hayata bakışındaki ciddiyet hemen kendini gösterir. Karşı tarafa hürmet, insan haklarına saygı, insanların birbirlerine hitabı İslam toplumunda o kadar önemlidir ki bu durum hayatın her noktasına sirayet etmiştir. İslam toplumunun temeli Allah Teâlâ’nın: “Kullarıma de ki en güzel olanı söylesinler. Çünkü şeytan onların arasına fesat sokar. Şüphesiz ki şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.” (İsrâ, 53) buyruğu üzerine bina edilmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, İslam’a girenlerin, kötü intiba bırakan isimlerini değiştirmiş, muhataplarına en güzel isimleriyle hitap etmiş ve insanın güzel isimlerle anılmasını tavsiye etmiştir. Onun güzel örneği Arap Yarımadası’ndaki krallara gönderdiği mektuplarda kendini en iyi şekilde ortaya koymuştur.

İsim, lakap ve sıfatlama asıl itibarıyla İslam toplumu ve cahiliye toplumu, Müslüman ve Müslüman olmayan arasındaki en ayırt edici durumlardan biridir. “Dervişin fikri neyse zikri de odur.” sözü gönüllerde yatan şeyin tezahürüdür. Bazen lisan sürçse de hayatın her noktasının sürçü lisan olmamasına dikkat etmek gerekir.

Müfessirlerin Ayet-i Kerime ile İlgili Görüşleri

Muhammed Ratıb en-Nablusi, tefsirinde şöyle demiştir: Bu ayette çeşitli edeplerden bahsedilmiştir. Bunlardan birincisi, alay etmekten nehyetmektir. Alay etmek; karşında olan birine hakaret etmen, onun eksikliğini belirtmen ve onu ayıplamandır. Gıybet ise yanında olmayan birine sözlerinle eziyet etmendir. Alay etmek sadece sözle olmaz. Bir insanın hareketini taklit ederek anlatman alay etmektir. Yine işaret, kaşını oynatmak, gözleri hareket ettirmek, yüz kaslarını farklı şekilde yaparak işaretlerde bulunmak da alay etmeye dahildir. Bazen bir tebessüm bile alay yerine geçer. İbn Abbas, Allah Teâlâ’nın “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitapmış ki küçük büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış.” (Kehf, 49) ayeti hakkında “Küçük şey, tebessüm; büyük şey ise kahkahadır.” buyurmuştur. Bir müminin hata yaptığı bir yerde gülersen onunla alay etmişsin demektir. Ona karşı yaptığın bir el işaretiyle onun hakkında söylenecek her şeyi söylemiş olabilirsin. Bir hareketinle söylenemeyecek her şeyi söylemiş olabilirsin.[2]

Şehid Seyyid Kutub şöyle der: Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de müminlere şu sevimli seslenişle: “Ey iman edenler!” diye sesleniyor. Ve aralarında bir toplumun diğerini yani bir grup erkeğin diğer grup erkeği alaya almalarını yasaklıyor. Gerekçe olarak da alay edilenlerin belki yüce Allah katında onlardan daha hayırlı olabileceklerini gösteriyor. Ya da bir grup kadının diğer grup kadınlarla alay etmesini yine aynı gerekçeyle, yani alaya alınan kadınların yüce Allah’ın ölçüsünde daha hayırlı olabileceği ölçüsüyle yasak ediyor.

Bu kutsal ifadede, erkeklerin kendilerinde ve kadınların da kendilerinde gördükleri dış değerlerin insanların tartıldığı gerçek ölçüler olmadığının gizliden gizliye iması vardır. Ve ortada başka değerler de vardır. Belki onlara gizli kalmış olabilir. O değerleri yüce Allah bilmekte ve kullarını onunla tartmakta ve değerlendirilmektedir. Zengin bir kimse fakir bir adamla alay edebilir. Güçlü bir adam zayıf bir kimseyle alay edebilir. Vücudu düzgün olan olmayanla, zeki olan saf ve eğitim görmemiş biriyle alay edebilir. Çocuklu olan kısır olanla, akrabası olan yetimle alay etmiş olabilir… Fakat bütün bunlar ve benzerleri yeryüzünün değerleridir, gerçek ölçü değildir. Yüce Allah’ın terazisi bunlardan başka ağırlıklarla yükselir ya da alçalır.[3]

İmam Kurtubi rahimehullah şöyle der: “Birbirinizi ayıplamayın” ayeti kerimesinde, akıllı olan kişinin kendisini kınamayacağına dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla başkasını da kendi yerine koyarak onu da ayıplamaması gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müminler bir vücut gibidir. O bedende bir uzuv ağrı çekse o bedenin diğer uzuvları uykusuzluk ve ateşlenmede ona ortak olurlar.”[4]

Elmalılı Hamdi Yazır rahimehullah, Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde aynı ayet hakkında şöyle der: “İmandan sonra fasıklık!” Ne fena isim! Yani imandan sonra bu yasaklanan şeyleri; alay etmeyi veya ayıplamayı ya da kötü lakap takmayı işleyenler fısk yapmış ve böylece kendilerine fasıklığı uygun görmüş olurlar. Halbuki imandan sonra fasıklık veya fısk ile anılmak ne fena bir anılma ne çirkin bir addır. Bundan dolayı bir mümin bunu ne kendine ne de kardeşlerine uygun görmemelidir.

Ayet-i Kerime ile İlgili Bazı Mülahazalar

Allah Teâlâ, müminleri her zaman en hayırlı olana yöneltir. Bu, sadece kendi aralarında olan meselelerde değil İslam’a düşman olanlar hakkında dahi geçerli olan bir durumdur. Şirk günahının büyüklüğüne rağmen “Kafirlerin, Allah’tan başka taptıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak bilgisizce Allah’a söverler.” (Enam, 108) buyurması müminlerin birbirine muamelelerinde ise ne kadar rikkat göstermeleri gerektiği açısından önemlidir.

Kötü lakap takmak kınandığı halde bunun tam tersi durum olan iyi lakap takmak güzel görülmüştür. Hz. Ebubekir’in “Sıddık”, Hz. Ömer’in “Faruk”, Halid b. Velid’in “Seyfullah” lakabı olması bu kabildendir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu metodu, günümüz davetçileri için güzel bir örnektir.

Bazı lakaplar vardır ki bunlar ilk anda kötü karşılanabileceği halde bunların kullanılması caiz görülmüştür. Bunlar; topal, âmâ gibi insanların tanıtımı için kullanılan ve onlar kullanılmadığı zaman kişinin tanınmama ihtimali olan lakaplardır. Ümmet buna ittifakla cevaz vermiştir.

İnsanın, başkasını ayıplamadan önce kendi nefsine yönelmesi gerekir. Şer’an gıybetin caiz olduğu ve ayıplamanın ölçüsü içinde kaldığı bazı durumlar hariç insan genelde kendi ayıbını örtmek için başkalarını kusurlu görür. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden biri, kardeşinin gözündeki tozu görür de kendi gözündeki odun parçasını görmez.”[5]

Hatadan vazgeçen birini geçmişiyle eleştirmek müminin sıfatı değildir. Bu konuda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizleri uyarmıştır: “Kim tevbe ettiği bir konuda mümini ayıplarsa Allah’ın o kişiyi onunla imtihan etmesi, dünya ve ahirette onu aynı şeyle ortaya çıkarması Allah’ın üzerine bir haktır.”[6]


[1].  Müslim, 2564

[2].  Nablusi Tefsiri, aynı ayetin tefsirinden.

[3].  Fi Zilali’l-Kur’an, Tayf Yayınları, aynı ayetin tefsirinden

[4].  Buhari, 6011; Müslim, 2586

[5].  Buhari, El-Edebu’l-Mufred, 592)

[6].  Tirmizi, 2505