Yahya Sinvar’ın Ardından

Gündem Analiz – Muhammed Eyüp / 2024 Kasım / 144. Sayı

“Mü’minlerden öyle erler vardır ki Allah’a verdikleri söze sadık kalmışlardır. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehid olmuştur). Bir kısmı da (şehid olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.”

(Ahzab, 23)

Filistin İslami Direniş Hareketi’nin (Hamas) lideri mücahid Yahya Sinvar, 16 Ekim sabahı siyonist işgal çeteleriyle Gazze Şeridi’nin güney kesiminde girdiği çatışma neticesinde şehadete ulaşmıştır. Yahya Sinvar nesiller boyunca hatırlanacak büyük bir kahramanlık örneği sergilemiş, Gazze’deki ehlimizin mücahid evlatlarıyla omuz omuza küfür güçlerine karşı cihada iştirak etmiş ve canını Rabbine bu esnada teslim etmiştir. Fiili bir çatışma esnasında, öldürmek ve ölmek için ileri atılırken şehid olmak, Allah azze ve celle’nin herkese nasip etmeyeceği, büyük bir bahtiyarlıktır. Bu bahtiyarlığın, ömrü Allah azze ve celle’nin yolunda cihadla ve mücadeleyle geçmiş bir kimseye nasip olması şaşılacak bir iş değildir. Kişi ne üzere yaşarsa canını da o hal üzere teslim eder.

Yahya Sinvar’ın şehadeti, Hamas hareketinin kurucusu olan şehid -inşallah- mücahid Şeyh Ahmed Yasin’in seneler evvel söylediği şu sözleri akıllara getirmiştir:

“Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak: Bizler direndik, ileri atıldık ve kaçmadık. Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız. Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin. Çünkü biz bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim. Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın. Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin. Temennimiz Allah’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır. Umarız bizim aleyhimize olmazsınız. Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın.”

Yahya Sinvar direnmiş, ileri atılmış ve kaçmamış, Allah azze ve celle’nin en büyük nimetine, O’nun yolunda şehadete ulaşmıştır. Sinvar’ın şehadeti bu minvalde, Allah azze ve celle tarafından dünya üzerindeki herkese büyük bir delil olarak seyrettirilmiştir. Allah azze ve celle, Sinvar’ın cihad ve kahramanlık timsali olan şehadet anlarını, yani ömrünün son saniyelerini tüm dünyaya izletmeyi dilemiştir. Üstelik bunu, Allah azze ve celle’nin düşmanları olan siyonistler eliyle yapmıştır. Basireti bağlanan ahmak siyonist işgal şebekesi, Sinvar’ın şehadet anlarını gösteren görüntüleri tüm dünyayla paylaşmıştır. İşgalciler bu görüntülerin Sinvar’a ve mübarek davasına olan sempatiyi artıracağını, onu daha da devleştireceğini, yeni Müslüman nesillere cihadı ve şehadeti öğreten büyük bir örnek olacağını hesap edememiştir. Yahudiler bu görüntüleri servis etmekle Müslümanların şevkini kıracaklarını, onları korkutacaklarını ve yıldıracaklarını zannetmiştir. Oysa Müslümanlar Sinvar’ın şehid olduğu anları gururla ve imrenerek seyretmiştir. Bugün Sinvar’ın yerinde olarak kafirlere karşı cihad ederken şehid olmayı temenni eden milyonlar vardır.

“Bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle sormuştur:

– En faziletli olan cihad hangisidir?

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap vermiştir:

– Atı öldürülen ve kanı dökülen kişinin cihadıdır.”[1]

Sinvar’ın şehadetinin ardından Müslümanların kendilerine sormaları gereken en mühim sorulardan biri de “Benim yürüdüğüm yol ve yaşadığım hayat, beni de böyle bir neticeye kavuşturur mu?” sorusudur.

Yahya Sinvar şu an tüm amelleriyle Allah azze ve celle’ye ulaşmış durumdadır. Bugün o, ne insanların övgülerine ne de attıkları sloganlara muhtaçtır. İnsanların övgüleri ona ulaşmayacak, sloganları da onun davasına bir şey katmayacaktır. Bilakis insanlar bu dava için mücadele ederek kendi dünyalarını ve ahiretlerini kurtarmaya muhtaçtır. Bugün büyük bir kesim insanın Sinvar’ı övme konusunda birbirleriyle yarıştıklarını ve sloganlardan ibaret söylemlerde bulunduklarını, bununla yetindiklerini görüyoruz. Ancak insanların ekseriyeti zahiren, Sinvar’ın yaşadığı gibi bir hayat yaşamaktan ve onun ameli gibi bir amelde bulunmaktan uzaklar.

Cihadın tozundan, dumanından ve zorluklarından uzaktaki kimseler, ancak mübarek bir cihadın neticesinde erişilebilecek olan şehadet nimetine nasıl erişeceklerini zannediyorlar?

Sinvar, şehadetinden sonra insanların kendisini övdüğü bu mübarek ameli nasıl hak etmiştir, hiç düşündük mü?

Sinvar, çocukluk ve gençlik yıllarını Gazze Şeridi’nde siyonist işgale karşı cihada adamıştır. Bir kariyer peşinde koşmamıştır. Mal mülk edinme sevdasının peşinde yıllarını harcamamıştır. Mobilyalarını yenileme amacıyla taksit ödemek için çalışmamıştır. İslami mücadeleyi günlük işlerinden arta kalan vakitlerde, boş zamanlarında yapmamış, hayatını ve tüm vaktini bu mücadeleye adamıştır.

Sinvar gençliğinin tamamını siyonist kafirlerin zindanlarında geçirmiştir. 26 yaşında girdiği zindandan ancak 49 yaşında çıkmıştır. Bu dönemde haliyle evlilik ve aile kurmak gibi bir fırsatı da olmamıştır.

Serbest kaldıktan sonra mücadeleden elini eteğini çekmemiş, zindanda geçirdiği 22 yılın ecrinin kendisine yeteceğini düşünmemiş, cihada kaldığı yerden devam etmiştir.

62 yaşında olmasına rağmen elinde silahını almış, işgalci kafirlere karşı cihaddan geri durmamıştır. Gazzeli mücahid kardeşleriyle omuz omuza çarpışmış, akranlarının emeklilik hayatı yaşadığı bir yaşta kendisi aç, susuz, yorgun bir biçimde cephe hattında ömrünün son yıllarını geçirmiştir.

İşte böyle bir son, bu şekilde yaşanan bir hayatın neticesidir.

Şayet Sinvar isteseydi iyi bir öğretmen, bir akademisyen, bir doktor, mühendis olabilirdi. İyi bir kariyer yaparak adından söz ettirebilir, konferans salonlarında konuşmalar yapar, iyi otellerde ağırlanır, katıldığı programların onur konuğu olurdu. Kitaplar yazar, İslam’dan bahseder, el üstünde tutulan ve sevilen bir kişi haline gelirdi. Ancak Sinvar “Müslüman bir profesyonel” olmak yerine “profesyonel bir Müslüman” olmayı tercih etti. Hayatını İslam’ı yaşamaya ve küfrün işgalini bertaraf etmeye adadı.

Bugün bizler, tam olarak böyle bir hayat yaşamaya muhtacız. Müslümanlar elbette işini iyi yapan kariyer sahibi kimselere ihtiyaç duymaktadır. Fakat bundan da öte ihtiyaç duyulan şey Sinvar gibi İslam davasını canı ve hürriyeti pahasına sırtlanacak, dünyevi kariyerleri bir kenara itecek ve davası için yaşayacak kimselerdir. Bilhassa Müslüman gençlerin İslam’ın nasıl yaşanacağı hususunda bu idrake sahip olması gerekir.

Müslümanlık hayatın ikinci veya üçüncü planda kalan bir kısmını oluşturamaz. Müslümanlık hayatın her zaman ilk planında olmalıdır. İslam’ın ve Müslümanların yaşadığı problemler ve bunların çözüme kavuşturulması Müslümanların ilk meselesi olmalıdır. Müslüman gençler “bir yandan herkes gibi hayatımı yaşarken diğer yandan nasıl İslami çalışma yapabilirim?” diye düşünmemelidir. Aksine Müslüman gençler “İslam için yaşarken nasıl gündelik hayatımı da idame ettirebilirim?” diye düşünmelidir.

Sinvar şehid olduktan sonra bizlere düşen şey işte bu muhasebedir. Bu muhasebe hususunda kılavuz olacak iki alıntıyı siz okur kardeşlerimle paylaşmak istiyorum.

Şehid Şeyh Abdullah Azzam şöyle söylüyor:

“Ey İslam davetçileri! Ölüm tutkunu olunuz ki size hayat bağışlansın. Sakın emeller sizleri aldatmasın, aldatıcılar Allah ile sizleri aldatmasın. Okuduğunuz kitaplar, devam ettiğiniz nafileler sakın sizi aldatmasın. Büyük işlerden yana sizleri rahatlatan basit işlerle uğraşmaya kalkışmayın.”

Şehid Şeyh Seyyid Kutub şöyle söylüyor:

“Şüphesiz ki kalem sahipleri pek çok şey yapabilir ve yazabilirler, ancak fikirlerinin yaşaması uğruna ölmeleri şartıyla. Düşüncelerini, bedenleri ve kanlarıyla beslemeleri şartıyla.. İnandıkları şeylere bu haktır deyip, kanlarını bu hak uğruna feda etmeleri şartıyla. Muhakkak ki fikirlerimiz ve sözlerimiz cansız cesetler olarak kalmaya devam edecektir, ta ki bunlar uğruna ölünceye ya da kanlarımızla bunları besleyip canlandırarak hayat sahipleriyle bunları yaşatıncaya kadar.”

Sözlerimin sonunda Allah azze ve celle’den Yahya Sinvar’ın şehadetini kabul etmesini niyaz ediyor, bu şehadetin İslam alemini diriltecek bir berekete vesile olmasını temenni ediyorum.


[1]. İbn Mace, 2794