Kavramlar – Mahmut Varhan / 2019 Aralık / 85. Sayı
Tek olan, ortağı bulunmayan ve O’ndan başka ilâh/hak mabud olmayan âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.
Ubûdiyet/kulluk makamının gereklerini yerine getiren, ilâhiyet makamına karşı haddini aşan azgınlara ve tağutlara karşı mücadele eden bütün peygamberlere, onların seyyidi ve sonuncusu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, enbiyanın âl, ashab ve etbâına salat ve selam olsun.
İmdi; biz bu makalemizde “Tağut” kavramı üzerinde durmaya çalışacağız. Allah azze ve celle cümle ümmeti muhammedi ve tüm insanlığı azgın tağutların şerrinden muhafaza buyursun.
1- TAĞUT KAVRAMININ TANIMI
Tağut kavramının lügat ve ıstılâh anlamını açıklığa kavuşturmak için önde gelen lügat ve tefsir âlimlerinden bazılarının sözlerini aktaralım:
A- Allâme Râğıb el-Esfehâni şöyle demektedir: “Tuğyan; isyanda haddi/sınırı aşmaktır… Tağut ise Allah dışında kendisine tapılan ve kendisine ibadet edilmesi için haddi aştıran her şey ve herkestir. Bu kelime, hem tekil hem de çoğul anlamında kullanılmaktadır. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Her kim tağutu reddedip, Allah’a iman ederse…” (Bakara, 256) “Tağuta ibadet etmekten sakınıp Allah’a dönenlere; işte onlara müjde vardır.” (Zümer, 17) “Kâfirlerin dostları ise tağuttur.” (Bakara, 257) “Onlar tağutun hükmüne başvurmak istiyorlar.” (Nisa, 60). Bütün bu âyetlerde geçen tağut kavramı, (kulluk) haddini aşarak azgınlaşan her şeyi/herkesi ifade etmektedir. İşte bu anlamından dolayı sihirbaza, kâhine, cinlerin azgınlarına, Allah azze ve celle’ye kulluk yolundan alıkoyan herkese tağut ismi verilmiştir.”[1]
B- Allâme Feyrûz-Âbâdî şöyle demektedir: “tağiye, tuğyânen” kelimeleri haddi aştı, kibirde zirve yaptı, küfürde ileri gitti, masiyet ve zülûmde aşırıya kaçtı anlamlarına gelmektedir. Tağut ise Lât, Uzzâ, kâhin, şeytan, her türlü dalalet/sapıklık yolunun önderi, putlar, Allah azze ve celle dışında ibadet edilen her şey ve kitap ehlinin azgın liderleri anlamlarında kullanılmıştır.[2]
C- Şeyhul-Müfessirin İbni Cerir et-Taberi, yukarıda geçen anlamlardan her birini sahabe ve tabiin müfessirlerinden naklettikten sonra şöyle demektedir: “Bana göre tağutun manasında doğru olan Allah azze ve celle ‘ye karşı her azgınlık yapan ve O’nun dışında kendisine tapılandır. Tağuta tapmak, ya tağutun kendisine tapanları zorla taptırmasıyla ya da tapanların kendi istekleri ile gerçekleşir. Tapılan tağut ister insan ister şeytan ister put isterse heykel veya herhangi bir şey olsun.”[3]
D- İslam şehidi Seyyid Kutup, tağutu şöyle tarif etmektedir: “Tağut, bilinçlere baskı yapan, hakka karşı zulmeden ve Allah azze ve celle’nin, kulları için belirlediği sınırı aşan her şeydir. Binaenaleyh, Allah azze ve celle’den alınmayan her sistem, her düşünce tarzı, her konum, her taklit ve her terbiye sistemi tağuttur.”[4]
E- Üstad Mevdûdi şöyle demektedir:”Kur’an-ı Kerim’de bu kelime Allah azze ve celle’ye isyan eden, kullarına egemen olduğunu ve onların mâliki olduğunu iddia eden, Allah azze ve celle ‘nin kullarını kendisine kul olsunlar diye ezen kimseler manasında kullanılmaktadır. İsyanın üç derecesi vardır:
1- Eğer bir kul Allah azze ve celle’nin kulu olduğunu ikrar eder de, Allah azze ve celle’nin emirlerini yerine getirmezse bu kimse fasıktır.
2- Eğer kul Rabbi ile irtibatını koparır; Allah azze ve celle’den başkası ile irtibata geçerse kâfir olur.
3- Eğer birisi Allah azze ve celle’ye isyan eder, Allah azze ve celle’nin kullarını da kendisine boyun eğmeye zorlayacak olursa, işte bu, tağut olur. Bu bazen şeytan bazen papaz bazen dini lider bazen siyasi lider bazen kral bazen de devletin kendisi olabilir.”[5]
F- Hafız İbni Kayyim el-Cevziyye şöyle demektedir: “Tağut; kulun kendisi sebebiyle haddini aştığı her şeydir ki bu bir mabud (kendisine ibadet edilen) veya kendisine tabi olunan yahut itaat edilen biri olabilir. Buna göre her kavmin tağutu, Allah azze ve celle ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem dışında hükmüne başvurdukları veya Allah azze ve celle dışında ibadet ettikleri ya da Allah azze ve celle’den bir basiret üzere olmaksızın tabi oldukları yahut Allah azze ve celle’ye itaat olmadığını bildikleri hususlarda itaat ettikleri her şey ve herkestir.
İşte bütün âlemin tağutları bunlardan ibarettir ki sen bunları ve insanların bunlara karşı olan hallerini iyice düşünecek olursan, insanların çoğunun Allah azze ve celle’ye ibadetten tağuta ibadet etmeye, Allah azze ve celle’nin ve Rasûlullah sallalahu aleyhi ve sellem’in hükmüne başvurmaktan tağutun hükmüne başvurmaya, Allah azze ve celle’ye itaat ederek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olmaktan tağuta itaat edip tabi olmaya yöneldiklerini göreceksin.”[6]
Bütün bu tanımlarda açıkça görüldüğü gibi tağut, insanlarla Allah azze ve celle arasında engel teşkil eden, insanların Allah azze ve celle’ye kulluk etmelerine ve O’nun şeriatına uygun yaşamalarına mani olan, Allah azze ve celle’nin gönderdiği peygamberlere savaş açıp, toplumların onlara iman ederek tabi olmalarının önünde set olarak duran azgın cinler ve insanlardır. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Biz her peygambere ins/insan ve cin şeytanlarını böylece düşman kıldık. Onlardan kimi kimine aldatmak için yaldızlı bir takım sözler fısıldarlar. Eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Artık sen de onları iftiraları ile başbaşa bırak.” (En’âm, 112)
İnsanların Allah azze ve celle’yi inkâr ederek veya Allah azze ve celle’yi ortak koşarak kulluk ettikleri, itaat ettikleri, tabi oldukları mahlûkların tağut olmaları için onların Allah azze ve celle’nin emrine aykırı bir şekilde kendilerine kulluk etmelerine, itaat etmelerine ve tabi olmalarına rıza göstermeleri veya bunu sağlamaya çalışmaları gerekir. Binaenaleyh insanların taptıkları cansız ve şuursuz varlıklar/putlar gerçekte tağut değillerdir. Zira bu varlıklar mükellef olmayıp, kulluk sınırını aşmış değillerdir. Gerçekte kulluk sınırını aşan ve azgınlaşan tağutlar, bu putlar üzerinden kendilerine ibadet ve itaat edilmesini sağlamaya çalışan müstekbir ins ve cin şeytanlarıdır ki bunların da başında melun iblis bulunmaktadır. Diğer taraftan sapkın insanların iftira ederek ve zulmederek ilahlaştırdıkları meleklerin, peygamberlerin ve salih kimselerin böyle çirkin bir sıfattan beri olduklarını söylemeye gerek bile yoktur.
2- KUR’ÂN’I KERİM’DE TAĞUT KAVRAMI
“Tuğyan” kökünün türevleri ve özellikle de “tağut” kavramı Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde ve birçok münasebetle kullanılmıştır. Biz, bu kavramın çerçevesini tam bir şekilde çizebilmek ve boyutlarını idrak edebilmek için bu yerlerden bazılarını çeşitli başlıklar altında incelemeye çalışacağız.
A- Tuğyanın Sebebi, İnsanın Kendini Müstağni Görmesidir
Allah azze ve celle, inzal buyurduğu ilk âyetlerde, “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı (sülük gibi yapışan) bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin en kerim olandır. O, kalemle (yazmayı) öğretendir, insana bilmediğini öğretti” (Alak, 1-5) buyurarak insanı yaratan, muhtaç olduğu her şeyi keremiyle ona bahşeden, öğrenme yollarını ona kolaylaştıranın ancak kendisi olduğunu hatırlatmıştır. Bu büyük nimetlere karşılık insanın şükretmesi, sadece O’na kulluk etmesi ve her şeyi O’nun adıyla rızasına muvafık bir şekilde yapması gerektiğini vurgulamıştır. Peki, pek cahil ve pek zalim olan insan bütün bu nimetlere karşılık ne yapmıştır? İşte bundan sonraki âyetlerde de bunu belirterek şöyle buyurmaktadır: “Sakın! Çünkü insan, gerçekten azar; kendisini müstağni gördü diye. Şüphe yok ki dönüş ancak Rabbinedir.” (Alak, 6-8)
Evet, cahil ve zalim olan insan bilim, servet ve iktidar açısından kendisini yeterli ve müstağni görünce bütün bunların Rabbi tarafından kendisine bahşedildiğini unutarak şımarır ve âdeta kendisini yüce yaratıcının rakibi ve hasmı kabul ederek kibirlenip azar. Bu şekilde azarak büyüklenme ve kibir hastalığına yakalanan zavallı insan, artık kendi nefsini her türlü iyiliğin kaynağı görür ve şeytani bir tavır takınarak asla kendi nefsine bir kusuru yakıştırmaz ve eleştiri kabul etmez. Nitekim tarihin en büyük kapitalist tağutlarından biri olan Karun’a, “Şımarma! Çünkü Allah şımaranları sevmez. Allah’ın sana verdiği ile âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et. Yeryüzünde de fesat çıkarmayı isteme. Çünkü Allah fesat çıkaranları sevmez.” (Kasas,76-77) diyerek nasihat edenlere, o şımararak ve kibirlenerek şu cevabı vermiştir: “Bu, bana ancak bende olan bir ilim dolayısı ile verilmiştir.” (Kasas, 78). Ancak bu azgın tağutlar, Allah azze ve celle ‘nin huzuruna dönünce yanıldıklarını anlayacak ve tarifsiz hasretler içerisinde kalacaklardır.
Pek zalim ve pek cahil olan insanın, tuğyan hastalığına yakalanınca neler yapacağını Yüce Allah, Alak suresinin devamında şöyle ifade etmektedir: “Bir kulu namaz kılarken engelleyeni gördün mü? Gördün mü (onun yaptığını)? Ya o (namaz kılan) doğru yol üzerinde ise yahut takvâyı emretti ise? Gördün mü (ya bu engelleyen) yalanlayıp yüz çevirdi ise (bu adam) Allah’ın, muhakkak gördüğünü hiç bilmez mi?” (Alak, 9-14). Bu ümmetin firavunu Ebû Cehil’in şahsında temsil edilen tağutî amel işte budur. Allah azze ve celle ‘ye ibadet ve itaat edilmesini yasaklamak… Bunlar ne kendi iğrenç hayatlarına bakar ne de Allah azze ve celle’ye kulluk edenlerin dosdoğru ve tertemiz hayatlarını hesaba katarlar! Nitekim bu firavunlaşmış tağutlardan birinin, şu kapkaranlık ahir zamanda Allah azze ve celle’ye ibadet ve itaat edilmesini yasakladığı, İslam şeratını yürürlükten kaldırıp hilafeti uzmâyı (büyük, iri) lağvettiği ve Allah azze ve celle’ye ibadet mekânlarını hayvan ahırlarına çevirdiği halde nasıl da putlaştırılıp kendisine kulluk edildiğini/ettirildiğini ibretle müşahade etmekteyiz!
Allah azze ve celle bu âyetlerin devamında, müstekbir tağutların akıbetlerini haber vererek şöyle buyurmaktadır: “Sakınsın, (bu yaptığından)! Eğer vazgeçmezse, -andolsun ki- şiddetle yakalayıp çekeriz alnından, o yalancı ve günahkâr alnından. O halde çağırıversin meclisini… Biz de zebanileri çağırıveririz!” (Alak, 15-18) Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’nın rivayet ettiği hadisi şerifte Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem müstekbirlerin elim akıbetini şöyle beyan etmektedir: “Mütekebbirler kıyamet gününde insan suretlerindeki karıncalar gibi haşredileceklerdir. Onları her türlü zillet ve alçalma kaplayacaktır. Nihayet cehennemde bulunan “Bûles” isimli bir hapishaneye gireceklerdir. Burada onları ateşlerin ateşi kuşatacaktır. Onlara, cehennem ehlinin bedenlerinden akan irinden içirilecektir.”[7]
Son âyet-i kerîmede Allahu Teâlâ, tağuta itaat atmeyi yasaklayarak sadece kendisine ibadet etmeyi emredip şöyle buyurmaktadır: “Hayır! Ona itaat etme! (Allah’a secde et ve yaklaş!” (Alak, 19)
B- Bütün Peygamberler, Tağutlardan Sakındırmak Üzere Gönderilmişlerdir
İnsanlık âlemi arasında küfür ve şirkin yayıldığı zamandan beri tağutlar olagelmiştir. Bunlar küfür ve şirk vasıtasıyla insanları hâkimiyetleri altına almış ve onları köleleştirmişlerdir. Damarlarında tanrı kanının dolaştığına inanılan bazı aileler, bu yozlaştırıcı şirk inancını kabul ettirdikleri toplumları sömürmüşlerdir. İlk müşrik toplum olan Nuh kavmi, Âd kavmi, Semud kavmi hep bu şekildeki yarı tanrı kabul edilen tağutlar tarafından kandırılmış ve Allah azze ve celle’yi bırakarak bu azgın tağutlara kulluk etmişlerdir. İbrahim aleyhisselâm’ın peygamber olarak gönderildiği Nemrud ve Musa aleyhisselâm’ın peygamber olarak gönderildiği Firavun düzenleri de asırlarca toplumları üzerinde ilahlık taslamış ve onlara boyun eğdirip kendilerine kulluk ettirmişlerdir. Daha sonra Yunanlılar, Romalılar ve Persler de aynı yolu takip ederek yarı tanrı kabul edilen insanlar tarafından şeytani bir kıskaç içine alınmışlardır. Nitekim son Peygamber Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem geldiğinde dünyanın batı tarafı Romalı/Bizanslı tağutlara, doğu tarafı da Pers tağutlarına kulluk etmekteydi. İşte Allah azze ve celle bütün müşrik toplumlara bu tağutlardan sakınmaları ve sadece Allah azze ve celle’ye ibadet etmeleri için peygamberler göndermiştir. Allahu Teâlâ bu hususu şöyle beyan etmektedir: “Andolsun ki Biz her ümmet arasında ‘Allah’a ibadet edin ve Tağuttan kaçının’ diye bir peygamber göndermişizdir. Allah içlerinden kimine hidayet verdi kiminin aleyhine olmak üzere sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezinin de yalanlayanların sonu nasıl oldu görün.” (Nahl, 36)
Böylece hidayete erenler kurtuldu, tağutlara kulluk etmekte diretenler de tağutları ile birlikte helak oldular. İnsanlık tarihi zalim toplumların helak örnekleri ile dopdoludur. En son örneklerinden biri de Romalı/Bizanslı ve Persli tağutların İslam ümmetinin eliyle tarih sahnesinden silinerek helak olmalarıdır. Aynı şekilde Moğol ve Haçlı tağutlar da İslam ümmetinin eliyle kahredilmişlerdir. Allah azze ve celle’nin izniyle batılı ve doğulu modern asrın tağutları da bu büyük İslam ümmetinin eliyle kahredileceklerdir.
C- Tağutları İnkâr Etmek, Allah’a İman Etmenin Şartıdır
Başlarında melun iblisin bulunduğu bütün cin ve insan tağutları Allahu Teâlâ’nın düşmanlarıdırlar. Hepsinin ortak hedefi, Allah azze ve celle’ye ibadet edilmemesi ve O’nun peygamberlerine itaat edilmemesidir. Çünkü ancak bu şekilde kendilerine kulluk edilmesini ve itaat edilmesini sağlayabilirler. Günümüzdeki tağutlardan gördüğümüz üzere bu gayelerini gerçekleştirmek için her türlü yöntemi kullanmaktadırlar. Bazen insanların önüne lüks ve refahın kapısını sonuna kadar açarak onları servet ve şehvet sarhoşu haline getirip kendilerine kulluk ettirmekte bazen de milyonlarca insanı öldürerek toplumların hür iradelerini felce uğratıp onları zillet boyunduruğu altına almaktadırlar. Zalimi zalim yapan, mazlumun zulme boyun eğip sessiz kalmasıdır. İşte bu tağutlar da toplumların korku damarını işleterek onlara egemen olmayı başarmışlardır. Özellikle günümüzde Müslüman ülkelerin başına musallat olan tağutlar bu damarı daha çok işletmektedirler. Bugün Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta, Suud’da ve diğer Müslüman ülkelerde bulunan tağutların hâkimiyet tahtları milyonlarca Müslümanın cesedi üzerine kurulmuştur.
İşte Allah azze ve celle bu tağutları inkâr etmeyi ve onların temsil ettikleri tağutî sistemlerini reddetmeyi, kendisine iman etmenin şartı kabul ederek şöyle buyurmaktadır: “…Gerçekten iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Kim tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse o muhakkak, kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 256) Zaten tevhid kelimesi olan “Lâ ilâhe illallâh” da bu manayı ifade etmektedir. İlk önce Allah azze ve celle’nin dışındaki bütün mabudlar inkâr edilecek ki hakkıyla Allah azze ve celle’ye iman ve ibadet edilebilsin.
D- Allah İman Edenlerin Dostu, Tağutlar ise Kâfirlerin Dostlarıdır
Yukarıda beyan edildiği üzere insan ve cin şeytanları, kâfirleri hak yoldan saptırmış ve onları küfür, şirk, zulüm ve masiyetin türlü karanlıklarına sevketmişlerdir. Kendilerine kulluk ve itaat eden toplumları dünyada türlü türlü kargaşalara, dünyevî rekabetlere, çıkar savaşlarına, haysiyetsiz tavırlara, hayâsız davranışlara ve zillet içerisindeki bir hayata mahkûm etmişlerdir. Esaret ve kölelikte hürriyete kavuştuklarını zanneden divanelere çevirmişlerdir. Ahirette ise bu toplumlar, kulluk ve itaat ettikleri bu tağutları ile birlikte pek çetin bir azaba uğratılacaklardır. Böylece dünyalarının da ahiretlerinin de ziyanda olduğu ortaya çıkacaktır.
Hâlbuki iman edip salih amel işleyenlerin dostu Allah’tır. Onları dosdoğru yola ve istikametli bir hayata mazhar kılmıştır. Şirk, küfür, şek/şüphe ve şehvet hastalıklarından onların kalplerini korumuştur. Onları karanlıklardan kurtarıp apaydınlık İslam yoluna kavuşturmuştur. Allah azze ve celle bu iki taifenin farkını beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır: “Allah, iman edenlerin velisi (dost ve yardımcısı)dır. Onları karanlıklardan nura çıkarır. Kâfirlerin dostları ise tağuttur. Onlar da onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar ateş (cehennem)liktirler. Onlar orada temelli kalıcıdırlar.” (Bakara, 257). Şu son asırlarda insanlığın çoğunluğunu kapitalizm, komünizm, faşizm/ırkçılık, laiklik ve demokrasi karanlıklarına sevkederek toplumları birbiriyle çarpıştıran ve yüz milyonlarca insanın katledilmesine sebep olanlar azgın tağutlar değil midir?!
E- Tağutlar, İnsanları Beşerî Sistemlere Mahkûm Ederler
Toplumların, tağutu ilah makamında görebilmeleri ve onlara kulluk ve itaatlerini sunmaları için vahiyden ve Allah azze ve celle’nin şeriatından uzaklaşmaları şarttır. Bunun içindir ki azgın zalimler, toplumlara Allah azze ve celle’yi, ahiret gününü ve Allah’ın peygamberlerini unutturmak gayesiyle çeşitli yollara başvurmaktadırlar. Nitekim geçen asrın ilk yarısında yaşayan bir tağut, topluma kendi tanrılığını benimsetmek için Allah azze ve celle’nin dinine savaş açmış, O’nun kitabının asıl şekliyle okunmasını dahi yasaklamıştır. İslamî ilimleri ortadan kaldırmaya çalışmış, Müslüman toplumun dil, tarih, kültür, giyim-kuşam ve yaşam tarzına dair ne varsa kökünden söküp atmaya çabalamıştır. Allah azze ve celle’nin dinini temsil eden âlimleri ya darağaçlarında sallandırmış veya toplumdan uzak tutarak hapislerde çürütmüş yahut da ülke dışına sürmüştür. İşte bütün bu mezalimin ardından Müslüman bir topluma laiklik ve demokrasi gibi beşeri sistemleri benimseterek ilahlığını onlara kabul ettirmek istemiştir. Teessüf ki toplumun belli bir kesimi tarafından tanrı gibi algılanmış ve ilahlığı kabul edilmiştir. İşte bu portre İslam âleminin her tarafında birbirine benzer şekillerde meydana gelmiştir.
Bütün dünyadaki tağutların, toplumlarını hâkimiyetleri altında tutmak için kullandıkları en büyük dayanakları, çeşitli beşeri sistemlere onları mahkûm etmeleridir. İnsanların canları, malları ve ırzları hakkında hevâlarına dayanarak koydukları birtakım kanunlarla hüküm vermeleridir. Böylece mutlak bir ibahiyecilik anlayışı toplumlara hâkim olmuştur. İnsanların şehvetleri azmış, servet yığmak için her yol mübah görülmüş ve makam-mevkileri işgal etmek uğrunda zalimce bir rekabet ortaya çıkmıştır. Kuvvetli ve güçlü olanlar haklı, zayıf ve servetten yoksun olanlar da haksız kabul edilmiştir.
İşte Allah azze ve celle, tağutun hevâsına dayanarak hüküm verdiğini ve onun bu hükmünü rızasıyla kabul edenlerin iman etmiş olamayacaklarını beyan ederek şöyle buyurmaktadır: “Sana indirilene ve senden önce indirilmiş olanlara iman ettiklerini iddia edenleri görmez misin? Kendisini inkâr etmekle emrolundukları halde tağutun hükmüne başvurmak istiyorlar. Şeytan da onları (hidayetten ayırıp) uzak bir sapıklıkla büsbütün saptırmak ister. Onlara: “Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin” denilince münafıkların senden alabildiğine yüz çevirdiklerini görürsün.” (Nisâ, 60-61)
F- İman Edenler Allah Yolunda, Kâfirler ise Tağut Yolunda Savaşırlar
Yukarıdan beri izah edildiği üzere insanların bir kısmı kulluk ve itaatlerini tağuta sunmakta, diğer bir kısmı da Allah azze ve celle’ye ibadet ve itaat etmektedirler. İşte bu iki grup arasındaki mücadele tarih boyunca devam etmiş ve kıyamete kadar devam edecektir. İman eden ve salih amel işleyenler Allah azze ve celle’nin dinini hâkim kılmak uğrunda savaştıkları gibi, kâfirler de tanrılaştırdıkları tağutların hâkimiyetini devam ettirmek, onların ortaya koyduğu beşeri sistem ve kanunlarını sürekli kılmak uğrunda savaşırlar. Nitekim günümüzde kapitalizm, komünizm, faşizm, laiklik ve demokrasi uğrunda savaşarak yüzbinlerce can vermekte ve milyonlarca insanı bu düzenlerini sürdürmek için kurban etmektedirler. Hâlihazırda Filistinli Müslümanları öldüren Yahudiler, Şam topraklarındaki Müslümanları katleden Ruslar, Afganistan, Somali, Irak, Yemen ve daha pek çok yerde Müslüman toplumları katleden batılılar, İslam toplumlarının başına musallat olup bu tiranların uşaklığını yapan zavallı kuklalar tağutî düzenlerini devam ettirmek uğrunda savaşan kâfirler değiller midir? Diğer taraftan insanlık âlemini azgın tağutların tasallutundan kurtarmak için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bayrağı altında toplanan ashabı kiram ve onlardan sonraki tarihi süreç içinde günümüze kadar ilahi adalet ve rahmeti yeryüzüne hâkim kılmak uğrunda canlarını feda eden İslam ümmetinin sayısız evlatları da Allah azze ve celle yolunda savaşan mücahidlerdir. Bir tarafta şeytanın tuzakları olan beşeri sistemleri ve azgın zalimlerin zulmünü devam ettirmek uğrunda savaşanlar; diğer tarafta da Allah azze ve celle’nin kelimesini/şeriatını en yüce kılmak ve bütün insanlığın Allah azze ve celle’ye kulluk etme şeref ve onuruna kavuşmasını sağlamak için savaşanlar… İşte Allahu Teâlâ bu tarihi vakıayı tescil etmek üzere şöyle buyurmaktadır: “İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfir olanlar da tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın velileri (dostları) ile savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa, 76)
[1]. Râğıb el-Esfehâni, el- Müfredat: 520-521.
[2]. Feyrûz-Âbâdî, Besâiru zevi’t-Temyiz fi Letâifi’l-Kitabi’l-Aziz: 3/508-509.
[3]. İbni Cerir et-Taberi, Câmiu’l-Beyân: 3/13.
[4]. Fî Zilâli’l-Kur’ân: 3/28.
[5]. Tefhîmü’l-kur’ân: 1/202.
[6]. İ’lâmü’l-Muvakkiîn: 1/53.
[7]. Tirmizi: 2492; İmam Ahmed, Müsned: 2/179. İsnadı Hasen bir hadistir.