Küçük Küfrün Çeşitleri

Kavramlar – Mahmut Varhan / 2025 Şubat / 147. Sayı

Kur’an ve sünnette küfür ıstılahı, dinden çıkaran, bütün salih amelleri ve cehennemde ebedi kalmayı gerektiren söz ve ameller hakkında kullanıldığı gibi; dinden çıkarmayan ve cehennemde ebedi kalmayı gerektirmeyen birtakım söz ve ameller hakkında da varid olmuştur. Alimlerimiz bu tür söz ve ameller hakkında “Kufrun Dune Kufrin (Mertebe olarak büyük küfrün altında bulunan küçük küfür)” terimini kullanmışlardır.

Nitekim İmam Buhari rahimehullah “Sahih”inde “Kocaya karşı nankörlük etmek ve dinden çıkarmayan küfür babı” şeklinde bir başlık atarak, bu başlığın altında İbni Abbas tarafından rivayet edilen Hz. Peygamber’in şu sözünü aktarmıştır: “Bana ateş gösterildi; bir de ne göreyim, oraya girenlerin çoğunluğu kadınlardı. Zira onlar küfre sapmaktadırlar.” Denildi ki: “Allah hakkında mı küfre saparlar?” şöyle buyurdu:“Kocalarını ve onların ihsanına karşı nankörlükte bulunurlar…”[1] görüldüğü gibi kocaya karşı yapılan nankörlüğe ilk önce mutlak olarak “Küfür” denilmiştir. Ashab-ı Kiram bunu Allah’a karşı işlenen küfürle karıştırarak, bu karışıklığın giderilmesini talep edince, Hz. Peygamber tarafından bu küfrün, iyiliğe karşı işlenen nankörlük anlamında olduğu, yoksa dinden çıkaran küfür manasında olmadığı beyan edilmiştir.

Bu hadisten anlaşılan en önemli faidelerden biri de şudur ki içinde küfür kelimesi kullanılan nasların, karineler göz önünde bulundurularak iyice incelenmesi ve bu küfrün büyük küfür mü yoksa küçük küfür mü olduğunun tespit edilmesi önem arz etmektedir. Diğer taraftan ilmi yeterliliği bulunmayan bazı kimselerin ilk bakışta bunları birbirine karıştırması mümkündür. Bu mahzurlu durumdan sakınmak için bu konularda hadis şarihlerinin ve fukahanın görüşlerine ve izahatlarına müracaat edilmelidir. Biz burada küfür ıstılahının, Kur’an ve sünnette küçük küfür manasında kullanıldığı bazı örnekler üzerinde özetle durmaya çalışacağız:

Kur’an-ı Kerim’de Küfür Kelimesinin Nankörlük Anlamında Kullanıldığı Bazı Örnekler:

a. “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.”[2]

İbn Kesir, bu ayetin tefsirinde İbni Abbas’tan şunu aktarmaktadır:  “bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: Allah’ın indirdiği hükümleri inkâr eden kimse, kafir olur ancak bu hükümleri ikrar ve tasdik edip onlarla hükmetmeyen kimse, zalim ve fasıktır.”

Tavus, “İbni Abbas’a, “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir” ayeti sorulunca, şöyle dedi: “Bu davranış, o kişiyi küfre sokar.” Tavus der ki: “Bu küfür, Allah’ı, melekleri, kitapları ve peygamberleri inkar etmek gibi değildir.”

Tavus ve Atâ şöyle demişlerdir: “Bu ayetlerde beyan edilen, büyük küfrün bir alt mertebesi olan (dinden çıkarmayan) küfürdür; en büyük zulümden bir alt mertebe olan zulüm ve büyük fısktan bir alt mertebe olan fısktır.”

Yine İbni Abbas şöyle demiştir: “Bu küfür, sizin bildiğiniz (dinden çıkaran) küfür değildir.” Tavus da şöyle demiştir: “Bu, dinden çıkaran bir küfür değildir.”[3]

Bu nakillerden de anlaşıldığı üzere İslam şeriatı ile hüküm veren Müslüman bir hâkim, rüşvet aldığından veya akrabasını/arkadaşını kayırdığından yahut hevasına tabi olduğundan dolayı bazen Allah’ın hükmüne aykırı bir hüküm verecek olursa, küfür diye isimlendirilen büyük bir masiyet işlemiş olur. İşte bu masiyet, ne kadar büyük bir suç olduğunu ifade etmek amacıyla küfür olarak isimlendirilmiştir. Fakat İslam şeriatını kaldırıp, yerine başka bir hukuk sistemini yürürlüğe sokarak, onunla insanlar arasında hükmeden hakimlerin bu nakillerden kastedilmediklerinde ve bunların küfre gireceklerinde şüphe yoktur.

b. “O halde Beni zikredin ki; Ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.”[4]

c. “Yanında kitaptan bir ilim bulunan zât: “(Senin) göz açıp kapaman (esnâsında, henüz nazarın) sana dönmeden önce, ben onu sana getiririm” dedi. (Süleymân) birden onu (o tahtı) yanına yerleşivermiş olarak görünce: “Bu, Rabbimin bir lütfudur! Tâ ki şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imtihân ediyor! Hâlbuki kim şükrederse, o takdirde ancak kendisi için şükreder; kim de nankörlük ederse, artık şübhesiz ki Rabbim, Ganî (hiçbir şeye muhtaç olmayan)dır, Kerîm (çok cömert olan)dır” dedi.”[5]

d. “Hani Rabbiniz şöyle bildirmişti: “Andolsun, eğer şükrederseniz siz (e olan nimetim)i artırırım. Eğer nankörlük ederseniz şüphesiz azabım pek şiddetlidir. Musa şöyle demişti: “Siz ve yeryüzünde olanların tümü nankörlük etseniz de şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övgüye layık olandır.”[6]

Bu ayet-i kerimelerde küfür ifadesi “nankörlük” manasında kullanılmıştır. Zira nimetlere şükretmenin mukabili olarak zikredilmiştir. Nankörlüğün “küfür” olarak nitelendirilmesinin sebebi, küfrün örtmek manasına gelmesidir; çünkü nankör kişi de nimetlerin kadrini bilip hakkını eda etme vazifesinin üzerini nankörlüğüyle örtmektedir.

Sünnet-i Seniyye’de Küfür Kelimesinin Nankörlük veya Küçük Küfür Anlamında Kullanıldığı Bazı Örnekler:

a. Ebu Said el-Hudri dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kurban Bayramı veya Ramazan Bayramı’nda namazgaha geldi; kadınların bulunduğu yerden geçerek şöyle buyurdu: “Ey kadınlar topluluğu! Tasaddukta bulununuz; zira bana cehennnem halkının çoğunluğunun sizlerden oluştuğu gösterildi.” Bunun üzerine kadınlar, “Neden dolayı ya Rasûlallah?” deyince şöyle buyurdu: “Zira sizler çokça lanet eder ve kocaya karşı nankörlükte bulunursunuz…”[7] Burada kocaya karşı “kafirlik yapmak,” kocanın iyiliğine ve hakkına karşılık nankörlükte bulunmak manasında kullanılmıştır. Bu bir taraftan kocanın hanımı üzerindeki hakkının ne ölçüde büyük olduğunu ifade ederken, diğer taraftan kadının kocasının hukukuna riayet etmeyip ona karşı serkeşlikte bulunmasının, küfür diye nitelendirilebilecek ölçüde büyük bir günah ve çirkin bir nankörlük olduğunu göstermektedir. 

b. Sad b. Ubeyde’den rivayet olunduğuna göre İbn Ömer bir adamın “Ka’beye yemin olsun ki hayır” dediğini işitince şöyle dedi: “Allah’tan başkası adına yemin etme; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Kim Allah’tan başkası adına yemin ederse kafir veya müşrik olmuş olur”[8]

 İmam Tirmizi hadise şöyle bir not düşmüştür: “Bazı alimlere göre bu hadiste geçen, “kafir veya müşrik olmuş olur” ifadesi, “tağliz (günahın büyüklüğünü ifade etme)” kabilindendir.”

İmam Munâvi “Feyzu’l-Kadir”de bu ifadeyi şöyle açıklamıştır: “Yani bu şekilde yemin eden kişi, şirk/küfür ehlinin yaptığını yapmış ve onların davranış biçimini sergilemiştir. Ya da bu davranışıyla müşriklere/kafirlere benzemiştir. Çünkü onlar, babaları/ataları adına ve Allah dışında taptıkları putları adına yemin etmekteydiler. Veya bu kişi, tazim etme hakkına sahip olmayan bir şeyi, tazim etme hususunda Allah’a ortak kılmış olur.”   

Zeynuddin el-Iraki “Tarhu’t-Tesrib” isimli kitabında bu hadis hakkında şu izahı yapmıştır: “Ehli sünnet ve’l-cemaat alimlerine göre burada zikredilen şirk ve küfürden maksat, işleyenini -Allah dışında yemin ettiği kimseye kalbinde Allah’a duyduğu gibi tazim duymadığı sürece- İslam’ın dışına çıkarmayan küçük şirk/küfür kabilindendir.”[9]

c. Abdullah b. Mesud radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Müslümana sövmek fısk, onunla savaşmak ise küfürdür.”[10]

d. Cerir b. Abdullah radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Benden sonra birbirinizin boyunlarını vuran kafirlere dönmeyin”[11]

Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam “el-İman” isimli kitabında bu küfür çeşidinin, ümmetin ittifakı ile dinden çıkarmayan küfür çeşidi olduğunu nakletmiştir.[12]

İbni Abdilber, “Temhid” isimli kitabında şunları söylemektedir: “Allah azze ve celle Kur’an-ı Kerimde birbirleri ile savaşıyor olmalarına rağmen her iki fırkayı da Müslüman olarak isimlendirerek, “Müminlerden iki grup savaşacak olursa onların aralarını bulun” buyurmuştur.[13] Bu da göstermektedir ki Müslümanlarla savaşmak büyük küfür olmamaktadır.

e. Ebu Hureyere radıyallahu anhu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “İnsanlarda iki haslet vardır ki, bunlar onlarda küfürdür; nesebe dil uzatmak ve ölü için ağıt yakmak.”[14]  

f. Ebu Zer radıyallahu anhu, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu aktarmaktadır:“Babasını bildiği halde babasından başka birisinden olduğunu iddia eden kimse, mutlaka kafir olur. Kendisine ait olmayan bir şeyin kendisinin olduğunu iddia eden kimse bizden olmayıp Cehennem ateşindeki yerine hazırlansın. Kafir olmayan birine “ey kafir” diye seslenenin veya “ey Allah’ın düşmanı” diye seslenenin o sözü mutlaka bunu söyleyene döner.”[15]

Molla Aliyyu’l-Kari bu hadisle alakalı olarak şunları söylemektedir: “Hadiste geçen “kafir olmuştur” sözünden maksat, küfre yakınlaşmıştır. Kişinin kendini babası dışında birine nispet etmesi ise, Arapların yaptığı ama İslam’ın yasaklamış olduğu davranışlardandır. Kişinin bildiği halde kendini babası dışında birine nispet etmesi haramdır. Helal görerek bunu yapan kimse, icma’a muhalefet ettiğinden dolayı kafir olur. Helal olduğuna inanmadan bunu yapan kimseyle ilgili olarak “kafir oldu” lafzı iki manaya gelir: Birincisi; yaptığı iş kafirlerin işine benzemiştir. İkincisi ise; İslam nimetine karşı nankörlük etmiştir.”[16]

g. Bureyde radıyallahu anhu’nun babasından rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bizimle onlar(kafirler-münafıklar-müşrikler) arasındaki fark namazdır. Namazı terk eden kafir olur.”[17]

h. Cabir radıyallahu anhu, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Muhakkak ki kişi ile küfür ve şirk arasında namazın terki vardır.”[18]

Bu hadislerden maksat, namazı inkâr ederek terk eden veya münâfık olarak kılmayandır. Yahut namaz kılmayan kişi, şekil itibariyle kâfire benzer demektir. Zira mü’minle kâfiri her zaman birbirinden ayıran amel namazdır. Ya da namazı kılmama, kişiyi küfre sürükler demektir. Veya burada namazı kılmayan, şiddetli bir şekilde uyarılmış (terhîb) ve ona karşı ağır ifadeler kullanılmıştır.

‘Mişkâtu’l-Mesâbîh’ şârihi Mübârekfûrî ise, namazı terk eden kimse hakkındaki kanaatini şöyle dile getirmiştir: “Her ne kadar farziyetini inkâr etmese de kasten namazı terk eden kâfirdir. Çünkü sahih hadislerde namazı terk edene kâfir denilmiştir. Fakat bu küfür, ‘küfrün dûne küfr’dür.’ Yani kişiyi Müslüman olmayacak şekildeki küfre götüren küfür değildir. Nasıl ki imanda birbirinden üstün mertebeler varsa küfürde de ebedi cehennemde kalmayı ve affedilmemeyi gerektirmeyecek şekilde birbirinden daha hafif birçok mertebe vardır.”[19]


[1]. Buhari 29

[2]. Maide 44

[3]. İbni Kesir Tefsiri: 3/405

[4]. Bakara, 152

[5]. Neml, 40

[6]. İbrahim, 7-8

[7]. Buhari 304; Müslim 80

[8]. Ebu davud 3251; Tirmizi 1535

[9]. Tarhu tesrib c.7 s.142-147

[10]. Buhari: 48, Muslim: 64

[11]. Buhari: 7080; Muslim: 65

[12]. El İman s.43-46

[13]. Temhid c.4 s.236s

[14]. Müslim; 224

[15]. Müslim: 61

[16]. Mirkatu’l-Mefatih: s.2170

[17]. Tirmizi 2621

[18]. Müslim 242

[19]. Mübârekfûrî, Mişkatu’l-Mesâbîh, c. 2, s. 274-275