Sokak Lambalarından Başka Aydınlık Yok

Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2023 Ekim / 131. Sayı

Bugün hava alabildiğine aydınlık ve bulutsuz bir sonbahar günüydü. Havanın berraklığına inat benim ruhum yağmurlu bir gün gibiydi.

Bulutların yağmur yüklü, havanın gri, rüzgârın esintisi ile ağaçların sağa sola hareket ettiği, kaldırımların yağmur damlalarıyla tozundan arındığı, hüzünlü insanların cama vuran su damlalarını izleyerek acılarını, kederlerini salıverdiği o yağmurlu gün gibiydi ruhum.

Gençlerle mescitte buluşup biraz nasihatleşip hasbihal ettikten sonra kendimi Fatih Camii’nin tarih kokan avlusunda buldum. Avludaki musallaya takıldı gözüm, kim bilir bu musalladan kimler geçti diye düşündüm.

Avlunun taşları, caminin duvarları her şey beni bu yerden alıp çok gerilere götürüyor, belki de hiç yaşamadığım günleri özlüyordum. Yaşamadığım ama yaşanmış anıların ruhuma tesiriydi bu. Nice insanların imanları sirayet etmişti bu taşlara. Kimi dualarını bırakmıştı, kimi şehadet kanını akıtmıştı bu taşlara. ‘Peki ya biz’ dedi içimdeki ses. Biz, yani bu dönemin Müslümanları ne işliyoruz bu taşlara, bu duvarlara? Bizden sonra gelip bakanlar ne görecek bize ait? Bu düşüncelerle boğuşurken, başı bir bezle örtülü ama altında bedenine yapışan pantolonuyla paten yapan bir genç kız takıldı gözüme. Sonra sigara içip gülüşen delikanlılar, telefonundan müzik dinleyen gençler, sessizliğe bürünmüş sakalı kucağına sığmayan amcalar…

Bir caminin avlusuna yakışmayan nice görüntüler. Şer ve kötülükler sokaktan başlayıp caminin avlusuna kadar taşmıştı adeta. Öğle namazını eda ettikten sonra Zeyrek Camii’nin olduğu tarafa doğru yürüdüm. Ahşap evlere takıldı gözüm. Sanki bu yıkık evlerin içinde aydınlık hayatlar vardı. Birazdan evin kapısı açılacak, içinden pür tesettür bir hanımefendi çıkacak, selamlaşıp beni içeri davet edecek, içeride samimi içten komşular toplanmış, sıcacık çayımızı yudumlarken birbirimizde sükûn bulacağımız hoş bir sohbet ortamında bulacağım kendimi.

Derin bir iç çektikten sonra her eve dair başka güzel hayaller kurarak, geçmiş güzel günlerle iyileştiriyordum ruhumu. Atların nalın sesleri geliyordu yıllar öncesinden kulağıma. Yürürken Allah’ı zikreden insanların sessizliği doldurmuştu sokakları. Edep ve haya soluyordum kalbimin derinliklerine doğru. Elini arkasına bağlamış dedelerin tesbihinin çıt çıt sesinden başka bir ses yoktu hayalimdeki bu sokaklarda. Ve yine beni bu düşüncelerden sıyırıp alan bir ses! Tekel bayiinde içki şişelerinin birbirine çarparken çıkardığı o sesle irkildim.

Saate baktım, ikindi yaklaşmıştı. Akşam mescide yetmişli yaşlarını aşmış, yazılarından, yazdığı kitaplardan istifade ettiğimiz bir Hoca Efendi gelecekti ve hanımlara da yer ayrılmıştı. Akşam hanımlara ayrılan kısımda kardeşlerle buluştuk. Program başlayıncaya kadar hasbihal ettik. Hoca Efendi Allah’a hamd edip Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e salat ve selam getirdikten sonra ümmete yaptığı güzel bir dua ile sözlerine başladı:

“Müslümanlar, bugün gençlerin durumuna çok üzülüyorum. Ancak sanmayın ki beni üzen bu gençlerin günahları, düştükleri haramlar. Bunlara ayrıca üzülüyorum ancak beni üzen asıl mesele bu gençlerin yalnızlığı. Bizi saran sakallı abilerin elleri bu gençleri sarmıyor. Bize uzanan eller bu gençlere uzanmıyor.

Bu günlerde anladım ki sokaklardaki bunca kirin, bunca kötülüğün, fitne ve fücurun tek sebebi bu. Koca yürekli adamların sokaklarda olmaması. Sokaklar mahzun, sokaklar yalnız, evler bu kimselerin hasretinde, bu adamları özlüyor.

Müslümanlar, bu adamları nereye gömdüyseniz, nereye defnettiyseniz çıkarın. Sokaklara salın, evlere gönderin. Sizin bu huzursuzluğunuz, mutsuzluğunuz, tadı kaçan ekmek, tadı kaçan sofralar, tadı kaçan şu hayat, ruhunuzu darlayan her şey ancak o zaman düzelir.

Sokaklar Allah’tan ve Resulünden yetim, samimi, içten, salih Müslümanlardan yetim kalan şu neslin yetimliğini bitirin. Çıkarın o derinlere gömdüğünüz adamları. Nereye gömdünüz bilmiyorum. Çalıştığınız fabrikaya mı, ticarethanenize mi, aldığınız tarlaya mı? Nereye gömdünüz onu siz biliyorsunuz. Bulun, ortaya çıkarın, sakallarından tutun sarsın o adamları!”

Hoca efendinin gür ve tok sesiyle irkildim, sarsıldım. Ve bugün yaşadıklarım geldi aklıma. Meğerse bugün geçmişe duyduğum özlem aslında kendime duyduğum özlemmiş. Meğer bu tatsızlığın, ruhsuzluğun sebebi benmişim. Benim yokluğumdanmış bu yetimlik, bu gariplik aman ya Rabbi… Ne kadar da yanılmışım. Geçmişteki insanlar gelip düzeltecek değil ya bugünü. Onları özlemek, onların ruhunu yaşatmakmış meğer. O ruh ki, içimde dipdiri dururken bazen onu yeisle öldürmüşüm. Bazen anlamsız serzenişlerle, bazen dünyalık meşguliyetlerle.

Sohbetin ardından erkeklerin bulunduğu bölümden tekbir sesleri yükseldi. Nasihatle dirilmişti kalpler ve bu ruh içtiğimiz çaya, yediğimiz ekmeğe, mescidin duvarlarına, her şeye sirayet ediyordu. Biz de neslimizin kalbine, mescitlerimizin duvarlarına, sokakların, kaldırımların taşlarına bu ruhu nakşetmeliyiz.

“Allah’a çağıran, dine ve dünyaya yararlı iş yapan ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet, 33)

Selam ve dua ile