Kavramlar – Mahmut Varhan / 2023 Temmuz / 128. Sayı
“Yoksa cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar?
Gerçeği kesin olarak bilip kabul eden kimseler için
Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?”
(Mâide, 50)
Kur’an ve Sünnette Cahiliyye Kavramının Kullanıldığı Yerler:
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in insanlığa ilahî hediye olarak getirdiği Kur’an ve Sünnet, bi’setten önce insanlık hayatının her alanına hâkim olan cahiliyye hayatını kaldırıp onun yerine İslami bir hayat ikame etmiştir. Bundan dolayıdır ki Kur’an ve Sünnette kaldırılan cahiliyye hayatı bütün yönleriyle tasvir edilerek tenkit edilmiştir. Biz burada cahiliyye kavramının Kur’an ve Sünnette kullanıldığı yerlerden bazılarına özetle değinmeye çalışacağız. Gayret bizden, tevfik Allah’tandır.
1. Cahiliyye Zannı:
Al-i İmran suresinde cahiliyye kavramı, Allah azze ve celle hakkındaçeşitli zanlara kapılarak cehaletle hüküm vermek ve Allahu Teâlâ’nın kudret ve iradesi hususunda vehimlere kapılarak zanda bulunmak anlamında kullanılmıştır. Zira temeli cehalet olan ve ilmin hakikatinden uzaklaşmış bulunan cahiliyye halkı, Allahu Teâlâ’nın isimleri, sıfatları ve fiilleri hususunda zan ve tahminden başka bir bilgiye sahip değillerdi. Her türlü faydalı ilmin esası olan ilahi marifetten mahrum olmaları, itikat konularında tam anlamıyla zan, vehim ve çeşitli efsanelere/mitolojilere kapılmalarına sebep olmuştu. Bu gerçek Hz. Nuh’un kavminden başlayarak kıyametin kopacağı ana kadar bütün cahilî toplulukların mübtela oldukları en büyük musibettir. Cahili toplumların bu itikadi saplantıları hususunda yüce Mevla şöyle buyurmuştur: “Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; “Bu işte bizim hiçbir dahlimiz yok” diyorlardı. De ki: “Bütün iş, Allah’ındır.” Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki: “Bu konuda bizim elimizde bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik.” De ki: “Evlerinizde dahi olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi. Allah, bunu göğüslerinizdekini denemek, kalplerinizdekini arındırmak için yaptı. Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.” (Âl-i İmran, 154) İtikadi konularda haktan sapan bütün fırkalar, bu cahiliyye zannından sapma derecelerine göre nasiplerini almışlardır.
2. Cahiliyye Hükmü:
Allah azze ve celle’nin isimleri, sıfatları ve filleri hususunda zan ve kuruntulara kapılarak şirk ve küfür bataklığına saplanan cahilî toplumlar; toplumsal hayatlarını düzene koymak için hevâ ve heveslerine göre kanunlar koymakta ve ilahi yasadan yüz çevirmektedirler. Mutlak doğru olan vahye istinad eden şeriatı hayatlarından çıkararak, şeytanın vesveselerine istinad eden beşerî hukuku hayatlarına hâkim kılmaktadırlar. Bu da itikatları bozuk olan cahilî toplumların, hukuk sistemlerinin ve toplumsal hayatlarının da fesada uğramasına sebep olmuştur. Böylece adalet terk edilmiş, bütün hayata zulüm hâkim olmuştur. Özellikle modern cahilî toplumlar, hayatın bütün alanlarında haksızlığın ve zulmün mahkûmu haline gelmişlerdir. Bu toplumları kuşatan zulmün karanlığı o kadar yoğundur ki, zulme maruz kaldıklarını hissedemeyecek kadar aldatılmış ve sersem olmuşlardır. Bütün insanlığın servetini sayılı aileler sömürdükleri ve bütün devletlerin/toplumların siyasi hayatları birkaç devletin kararlarına mahkum edildiği halde hiç kimse bu tuğyana karşı sesini çıkaramamakta ve bu zulme karşı koyamamaktadır. Bütün bunların en önemli sebebi kağıt üzerinde karaladıkları uluslararası anlaşmalar, sözde insan hakları beyannamesi, batının hukuk normları ve beşeri anayasa ve yasalardır.
İşte Allahu Teâlâ cahiliyye hükmünün, Allah’ın hükmüne tercih edilmesinin vahim neticelerine işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “Yoksa Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği kesin olarak bilip kabul eden kimseler için Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?” (Maide, 50)
3. Cahiliyye Hamiyyeti:
İtikat ve hukuk alanlarında hak ve hakikatten uzaklaşıp fesada maruz kalan cahilî toplumlarda, içtimaî ilişkilerin temelini cahiliyye hamiyyeti oluşturmaktadır. Hamiyyet ifadesi, tarafgirlik anlamına gelmektedir. Cahiliyye hamiyyeti ise, haksızlığa ve zulme dayanan tarafgirliktir. Buna göre bireylerde, kabilelerde ve toplumlarda hâkim olan düşünce çıkar ve menfaattir. Her kabile ve topluluk kendi kabilevi ve ulusal çıkarlarını sağlamak için başka kabile ve topluluklara zulmetmeyi bir hak olarak kabul eder. Cahiliyye bataklığına saplanmış olan eski – yeni bütün toplumların içtimaî ve uluslararası ilişkilerinin temelinde bu cahili hamiyyet muhakkak bulunmaktadır. Böylece kabilecilik, şehircilik, milliyetçilik, ırkçılık, faşizm gibi başkalarına zulmederek çıkar ve menfaat devşirmeyi esas alan cahilî düşünceler bu tür toplumlarda yaygınlık kazanmaktadır. Günümüzde batılı toplumlarda ve onların tesiri ile bütün dünya toplumlarında zulme dayanan bu ilişkiler hâkimdir. Ancak Allah’ın dinine/şeriatına hakkıyla riayet eden Müslümanlar bu tehlikeli hastalıktan korunmuşlardır.
Allah azze ve celle cahilî toplumların bu hastalığına işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi, onların takvâ sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.” (Fetih, 26)
Bu konuda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den de bu cahili anlayıştan sakındıran pek çok hadisler gelmiştir.
Haris el-Eş’ari radıyallahu anhu dedi ki: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Cahiliyye davasını güden kimse, cehennemin koru olur.” Denildi ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu kişi oruç tutsa ve namaz kılsa da mı?”Şöyle buyurdu: “Oruç da tutsa, namaz da kılsa (böyle olacaktır). Allah’ın sizi isimlendirmiş olduğu nitelemelerle birbirinizi niteleyiniz: Müminler, Müslümanlar ve Allah’ın kulları olarak…”[1]
Ebu Hureyre radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şüphe yok ki Allah azze ve celle, cahiliyye taassubunu ve atalarla övünüp böbürlenme duygusunu sizden gidermiştir. İnsanlar ya takva sahibi bir mümin veya bedbaht bir facirdir/kafirdir. Bütün insanlar âdemin çocukları, Âdem de topraktandır. Birtakım topluluklar ya bazı adamlarla (müşrik olan atalarıyla) övünmeyi bırakacaklar; ya da bu topluluklar Allah katında kendi sayılarınca burnu ile pislik sürüyen pislik böceğinden daha değersiz olacaklardır.”[2]
Bir gün Ebu Zer radıyallahu anhu, annesinin siyahi bir kadın olması sebebiyle bir kişiyi ayıplar. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu şiddetle kınayarak şöyle buyurur: “Ebu Zer! Sen annesinden dolayı mı onu ayıpladın! Hiç şüphe yok ki sen, hala cahiliyye kalıntılarının kendisinde bulunduğu bir kişisin.”[3]
4. Cahiliyye Teberrücü (Açılıp Saçılması)
İnanç sistemi fesada uğrayan, adaletsiz bir hukuk sistemine mahkûm edilen ve beşerî (bireyler, aileler ve toplumlar arası) ilişkilerinde taassup/çıkar ve menfaat ilişkisinin mağduru olan insanlığın ahlâki fesada maruz kalması tabîi bir neticedir. Hayatın bütün alanlarında tezahür eden bu ahlâki fesadın en çok görüneni ve en tehlikeli olanı kadın- erkek ilişkilerinde ortaya çıkan fesattır. Zira bu alandaki fesadın zehirli meyveleri olan hayasızlık, arsızlık, iffetsizlik, namus duygusunun kaybedilmesi, kadınların açılıp saçılması, yabancı nazarlara arzı endam etmek için süslenmeleri, şehevî azgınlık, deyyusluk gibi hastalıklar toplumun bünyesini kemirerek çürütmekte ve toplumu zina ve diğer şaz ilişkilerin açık hedefi haline getirmektedir. Nitekim günümüzde LGBT denilen sapkın gurupların devletler tarafından sahiplenilmesi ve bu sapıkların koruma altına alınarak sapıklıklarını alenen ve serbestçe icra etmeleri için yasal düzenlemelerin yapılması, insanlığın ne dehşetli bir felaketin eşiğinde olduğunu göstermektedir.
Allah azze ve celle, insanlığı bu felaketten korumak için cahiliyye ahlakı olan kadınların açılıp saçılmasını yasaklayarak şöyle buyurmaktadır:
“Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab, 33)
Allah azze ve celle ilk atamızı örnek vererek, insanda fıtri olarak var olan hayâ duygusunu ve örtünme ihtiyacını yok etmek ve böylece insanoğlunu her türlü hayasızlık ve ahlâksızlık bataklıklarına sürüklemek için şeytanın nasıl derin tuzaklar kurduğunu beyan ederek biz Âdemoğullarını şöyle uyarmaktadır: “Ey Âdem! Sen de eşinle beraber cennete yerleşin. Dilediğiniz nimetlerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz. Bunun üzerine şeytan, edep yerlerini birbirlerine göstermek için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı, melek olmamanız veya burada ebediyyen kalmamanız için yasakladı.” Ve onlara: “Ben iyiliğiniz için size öğüt veriyorum” diye de yemin etti. Böylece onları parlak sözlerle aldattı. O ağacın meyvesinden tattıkları zaman edep yerleri açılıverdi, onlar da cennet yapraklarıyla örtünmeye çalıştılar. Rabbleri onlara: “Ben size o ağacı yasaklamadım mı, şeytan sizin gerçekten apaçık düşmanınızdır demedim mi?” diye seslendi.” (A’râf, 19-22)
Hz. Âdem ile Havva’nın mahrem yerlerini hemen örtmeye çalışmaları, utanma ve mahrem yerlerini gizleme duygusunun insana daha yaratılırken verildiğini göstermektedir. Şeytan, kendisine düşman bildiği insanı yenmek için öncelikle onun en zayıf yanı olan cinsellik duygusunu harekete geçirmeye, onu soyarak utanma duygusunu yok etmeye çalışmıştır. Şeytanın işbirlikçileri de her devirde aynı yöntemi kullanmışlardır. İşte Âdemoğullarının bu şeytanî tuzağa düşmemeleri için Allah azze ve celle onları şu şekilde uyarmaktadır: “Ey Âdemoğulları! Size hem edep yerlerinizi örtecek hem de vücudunuzu süsleyecek elbise indirdik. Ama takva elbisesi daha hayırlıdır. Bunlar, insanlar düşünüp akıllarını kullansınlar diye Allah’ın gönderdiği ayetlerdendir. Ey Âdemoğulları! Şeytan, anne ve babanızın edep yerlerini birbirlerine göstermek için elbiselerini soyarak onları cennetten çıkardığı gibi, sakın sizi de aldatmasın; çünkü şeytan ve soyu sizin onları görmeyeceğiniz yerlerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlere dost yaptık.” (A’râf, 26, 27)
Bütün bu açık uyarılara rağmen şeytan, kadın hakları, kadın özgürlüğü, feminizm, erkeğin sultasına baş kaldırma, eşitlik ve kendi benliğini ispat etmek gibi içi boş yaldızlı kuruntularla insanların çoğunluğunu tuzağına düşürmüş ve onları elbiselerinden soymuştur. Bütün dünyada daha fazla çıplak olma çılgınlığı ve sarhoşluğu yaşanmaktadır. Bu da zinanın ve her türlü cinsel sapıklığın kapılarını sonuna kadar açmıştır. Allah’a hakkıyla iman etmeyenler, bu ahlâksızlık bataklığına iyice gömülmüş ve gerçekte amansız düşmanları olan şeytanlara dost olmuşlardır. Kendilerini alev alev yanan cehenneme götüren ne yaman bir dost!
Bu konuda İslam nizamı ile cahiliyye nizamı/beşerî sistemler arasında bir karşılaştırma yaparak, deriz ki:
İslam, kadına tesettüre bürünmesini emrederek onu yabancıların hâin nazarlarından korumuştur. Cahiliyye ise kadını elbiselerinden soymuş ve onu hâince bakışlara açık hedef haline getirmiştir.
İslam kadını, evinin idarecisi ve çocuklarının terbiye edicisi olup; ihtiyaç olmadıkça dışarı çıkmaz. Cahilî nizama bağlı olan kadın da evini bir otel odası gibi sadece dinlenmek için kullanır. Beşerî/şeytanî sistemler, kadını hürmet ve merhamet yuvası olan evinden dışarı çıkararak, toplumları ifsad etmişlerdir. İslam, toplumların ıslahı için kadınları tekrar asıl vazifelerine dönmeye davet etmektedir.
Beşerî sistemlerde hayâ, iffet, namus, hürmet ve merhamet gibi ulvi duygu ve mefhumların hiçbir kıymeti yoktur. İslam ise bütün bunları temel esasları arasında kabul eder.
İslam, kadınların mümkün oldukça yabancı erkeklerden uzak tutulmasını emreder ve karma hayatı yasaklar. Cahiliyye nizamı ise, bütün gücüyle karma hayatı teşvik eder ve evlerde, sokakta, iş yerlerinde, toplu taşıma araçlarında, eğitim-öğretim müesseselerinde, hastanelerde ve hatta askeriyede hiçbir sınır koymaksızın kadınların erkeklerle aynı ortamı paylaşmasını sağlar. Böylece insanların hevâlarını, şehevi arzularını ve nefislerini kamçılayarak âdeta kurt sürülerini kuzulara ve sırtlan sürülerini ceylanlara saldırtarak en hayâsız, en ahlâksız ve rezaletin diz boyu olduğu bir medeniyet örneği ortaya koymuştur.
İslam, sağlıklı ve kuvvetli bağlarla birbirine bağlı bir toplumun oluşması için nikâhı emrederek, sağlam aile yuvasının kurulmasını gerekli görmüş ve aile yuvasını dinamitleyen ve insanların ruhlarını zehirleyen zinayı kesin bir şekilde yasaklamıştır. Cahilî/beşerî sistemler ise, ferdi özgürlük aldatmacasıyla var gücüyle zinayı ve sebeplerini teşvik ederek, nikâhın geri planda bırakılmasını sağlamıştır.
Bütün bu hususlarda dünün cahilî sistemleri ile bugünün modern beşerî sistemleri arasında hiçbir fark yoktur. Zira her türlüsüyle cahiliyye, cahiliyyedir ve şeytanın direktiflerine göre hareket etmektedir.
Hz. Âişe radıyallahu anha’nın şu hadisi, cahilî sistemin bu rezaletini gözler önüne sermek için yeterlidir: “Cahiliyye döneminde dört çeşit nikâh vardı: Birincisi: İnsanların bugünkü nikâhı şeklindeydi. İkincisi: Adam, hayızdan temizlenen hanımına derdi ki: “Falan kişiye varıp, onunla birlikte ol.” Kadının hamile olduğu belli oluncaya kadar kocası ondan uzak dururdu. Bunu da çocuğun asil (!) ve şerefli (!) olması için yapardı. Üçüncüsü: On kişiden daha az bir topluluk bir kadının yanına gider, hepsi onunla birlikte olurlardı. Çocuk olunca da, kadın çocuğu bunlardan birine ilhak eder, o da bunu kabul ederdi. Dördüncüsü: Pek çok kişi, kapılarında fahişe olduklarının alameti olarak bayrak bulunan kadınların yanına girer ve onlarla birlikte olurlardı…”[4]
Hâsılı kelam:
Kur’an-ı Kerim, cahiliyye hayatını bütün yönleriyle ele almış ve kuşatıcı bir şekilde tenkit etmiştir. Bu da Kur’an-ı Kerim’in îcaz (az sözle geniş anlamları ifade etmek) sûretindeki i’cazıdır. Kur’an-ı Kerim’de cahiliyye kavramı inanç sisteminin zanlara/kuruntulara dayanıp fesada uğraması, hukuk sisteminin ilahî vahyi ve adaleti esas almayıp bozulması, insanlar arası ilişkilerde taassub, çıkar ve menfaatin esas kabul edilmesi ve kadın-erkek ilişkilerinde ahlâkî fesadın hâkim olması anlamlarında kullanılmıştır. Bu alanlarda fesadın meydana gelmesi, toplum hayatının bütün yönleriyle bozulduğunu ve cahilî hayat sisteminin tam anlamıyla hâkim olduğunu göstermektedir. Günümüz toplumları incelendiğinde bütün bu alanlarda fesadın yaygınlaştığı ve cahiliyye hayat tarzının hâkim olduğu açık bir şekilde görülecektir.
Sünnet’i seniyyede cahiliyye kavramı, bunların dışında bazı anlamlarda da kullanılmıştır. Nitekim Rasûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Cahiliyye âdeti olan dört şey ümmetimde devam edecek, bunları terketmeyeceklerdir: Soy-soplarıyla övünmek, nesebleri ta’netmek[5], yağmurun yağmasını yıldızlara bağlamak ve ölüler için ağıt yakmak.”[6]
Ebû Hureyre radıyallahu anh dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Cahiliyye âdeti olan üç şey vardır ki, müslümanlar bunları işlemeye devam edeceklerdir: Ölüler için ağıt yakmak, yağmurun yağmasını yıldızlara bağlamak ve birbirlerini kınayıp hicvetmek.”[7]
Buharî’nin rivayet ettiği diğer bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah azze ve celle’nin en çok buğzettiği insanlar şu üç kişidir: Harem bölgesinde fesadı yayan ve zulmeden, İslam’da cahiliyye geleneklerini ihyâ etmeye çalışan ve haksız yere bir kişinin kanını dökmeye çalışan kişi…”[8]
[1]. Tirmizi:2863; Tirmizi dedi ki: Bu Hasen Sahih Garib bir hadistir.
[2]. Tirmizi:3956; İmam Ahmed, Müsned:8721 (2/361) Hasen bir hadistir.
[3]. Buhari:30; Müslim:1661.
[4]. Buhari, 5127.
[5]. Kınamak, yermek, ayıplamak, zemmetmek, eleştirmek, hicvetmek
[6]. Müslim, Cenâiz: 934
[7]. İmam Ahmed, Müsned: 7550 (2/262) İsnadı sahih bir hadistir.
[8]. Buharî, Diyât: 6374