Müminlere Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2024 Ekim / 143. Sayı
İnsanlar içinde hidayete erecekler ve dalalete yönelecekler Allah’ın ilminde sabittir. Bu hakikat hem müminin Allah’a olan imanının gereğidir hem de uluhiyet makamının yüceliğine uygundur. Kader ve onunla alakalı olan itikad konularında İslam uleması bu konuyu tafsilatlandırmış olup açıklamışlardır. Dünya hayatına, sırası gelince teşrif eden insan bunun araştırmasından ziyade yaratılış gayesini düşünmesi ve kendisini kurtaracak vasıtaya yönelmesidir.
Allah’a ve ahiret gününe inanan bir insan için en önemli iki husus hem bu alemde hem de ebedi alemde işlerinin yolunda gitmesi ve bağışlanmış olduğunu bilmektir. Bu iki hususu elde etmek, her ne kadar kolay tabir edilse de işin aslında büyük mücadele ile ulaşılacak durumlardır. Buna da ancak Allah‘ın muvaffak ettiği kullar ulaşabilirler.
İnsan, çevresindeki her tepkinin etkisinde kalmaya yatkındır. Bunun temelinde kalbin sürekli dönmesi ve gördüğü her hadiseden etkilenmesi yatmaktadır. Özellikle salihlerle oturup kalkan kişilerin zamanla daha hayırlı bir konuma geldiğine, tam aksine hareket edip kimlerle dostluk kurduğuna bakmayan kişilerin de fesat yollarına yöneldiğine şahitlik etmeyen kimse yok gibidir. O halde bu etkilenmeyi olumluya çevirmek, imtihanın da başarılması açısından hayati önem taşımaktadır.
İnsanın bu dünyada mutmain yaşaması ancak kalbinin ve dilinin ıslahıyla mümkündür. Bu iki aza her ne kadar bedende çok büyük bir alan kaplamasa da etkileri itibariyle dünyanın gidişatını değiştirecek potansiyele sahiptir. Özellikle günümüzde; karada ve denizde fesadın yaygınlaşmasının temelinde bozuk kalplerin ve dillerin etkisi tartışılamaz.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, göğsüne işaret ederek “Takva buradadır” demiştir.[1] Kalplerde olanı ise ancak Allah Teâlâ bilmektedir. Bununla beraber cesette bir bozulma ortaya çıkarsa bunun en büyük sebebi kalpteki bir rahatsızlıktır. Bunun hem görünen hem de görünmeyen yönde olması, kalbin bedendeki üstün konumuna işaret etmektedir. “Dikkat edin! Bedende öyle bir et parçası vardır ki o düzgün olursa tüm beden düzgün olur, o bozulursa tüm beden bozulur. Dikkat edin! O kalptir.”[2]
Dil, kalpte olanı açıklaması cihetiyle kalpten sonra gelir ve bir nevi tercümanlık görevi yapar. İslam, dilin bu önemine binaen, Müslüman olduğunu söyleyen fertlere Müslüman muamelesi yapmıştır. İnsanın itikadı bozuk dahi olsa dilinin şehadet getirmesi ile Müslüman muamelesi görmesi İslam’ın ilk anlarından itibaren geçerli olan bir durumdur. İslam, insanların kalplerine değil söz ve davranışlarına göre muamele etmiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminden beri süre gelen hukuk budur. Bununla beraber kalbi bozuk olan münafık tabiatlı insanlar, ayeti kerimede geçen, hallerin ıslahı ve Allah’ın affı nimetlerine ancak samimi tövbe ile kavuşabilirler. İnsan kendisini insanlardan ne kadar korusa da er veya geç imtihanlara maruz kalacak ve mahiyetini ortaya koyacaktır.
Dilin doğru olması, Müslümanın, üzerinde çok düşünmesi ve uygulamada asla gevşek davranmaması gereken bir durumdur. Doğruluk sadece sorulan bir soruyu doğru cevaplamakla alakalı değildir. Çünkü dilin söylediği her söz, zikir, mırıldanma, şarkı söyleme, kulaklara, oradan da kalbe arz olur. Bu yüzden dili hak ile meşgul etmek ve batıla dalmaktan uzak tutmak önemlidir. Günümüzde insanların İslam’a yönelmesi veya ondan uzaklaşmasının sebebi, davet edenlerin sözlerinden ve davranışlarından başka bir şey değildir.
Müfessirlerin Ayeti Kerime ile İlgili Görüşleri
İbn Kesir rahimehullah, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim’de şöyle der: Allah Teala, mümin kullarına kendisinden korkmalarını ve sanki kendisini görüyormuşçasına ibadet eden bir kul gibi ibadet etmelerini, doğru söz yani hiçbir eğriliği ve yanlışlığı olmayan söz ile konuşmalarını emreder. Eğer böyle yaparlarsa onlara amellerini düzeltmek, onları salih amel yapmaya muvaffak kılmak ve geçmiş günahlarını affetmekle mükafatlandıracağını vadetmiştir. Aynı zamanda gelecekte yapacakları günahlardan tövbe etmeyi de onlara ilham edecektir.[3]
Muhammed Ratıb en-Nablusi şöyle der: Bu ayette dinin hepsi özetlenmiştir. Sen Allah’a iman etmişsen O’na itaat edersin. Sen O’na iman ettiğin halde itaat etmiyorsan sanki O’na iman etmiyorsun gibidir. Senin imanın iddiadan ibaret olup boş bir sözdür. O hakikatte iman değildir. O’na iman etmediğin halde itaat etmen ise imkansızdır. “Amelsiz iman deliliktir, iman etmeden amel ise imkansızdır.” denmiştir. İman olmadan itaat olmaz. Amel, imanın gereklerindendir. İmansız amelin ise hiçbir faydası olmaz. En sahih görüş böyle bir imanın olmayışı şeklindedir. O halde Allah’a iman ettiysen O’ndan kork. Tevhid, ilmin bir neticesidir. Tevhid, sadece Allah’a iman etmendir. Amelin neticesi ise Allah azze ve celle’ye itaat etmendir. Zaten dinin hepsi bu iki kelimeden oluşur: Allah’ı bilmek ve O’na itaat etmek. İlim olmadan itaat olmaz. Gerçek bilgi ise sadece itaati ortaya çıkarır…
… Allah, bize doğru söz söylemeyi emretmişse bundan maksat evvela sahih bir itikad sahibi olmamızdır. Çünkü sahih itikad doğru söze yönlendirir. İnsanın hayatında en önemli olan şey inancıdır. Çünkü itikadı doğru olursa ameli de sahih olur, bozuk ve eğik olursa ameli de bozuk ve eğik olur. Sana doğru sözlü olman emredilmişse sen dolaylı olarak doğru itikat sahibi olmakla da sorumlu tutulmuşsun demektir. Doğru olmayan her sözün ardında mutlaka bozuk olan yani sahih olmayan, doğru olmayan, isabetsiz, vakıaya uymayan, hatalı ve eksik bir itikad vardır. Sen doğru söz söylersen amelin de doğal olarak düzelecektir. Doğru sözün gerekleri ise sahih amel, yalan söylememen, gıybet etmemen, laf getirip götürmemen, sözlerinin müstehcen ve kötü olmaması; sözünde küfür, fasıklık emaresi, isyan ve herhangi bir Müslüman’a hakaret olmamasıdır.[4]
Şehit Seyyid Kutup şöyle der: Allah’a ve peygambere itaat başlı başına bir başarıdır. Çünkü itaat, Allah’ın hayat sistemine göre hareket etmektir. Allah’ın hayat sistemine göre hareket etmek; huzur ve güven kaynağıdır. Gerisinde bir başka ödül olmasa bile açık, hedefe ulaştırıcı ve doğru bir yolda yürümek de başlı başına bir mutluluktur. Düz ve aydınlık bir yolda yürüyüp de çevresinde Allah’ın yarattığı tüm varlıkların kendisine eşlik ettiği, yardımcı olduğu kimse; dar, dolambaçlı ve karanlık bir yolda yürüyüp de çevresinde Allah‘ın yarattığı tüm varlıkların saldırdığı, çarptığı, incittiği bir kimse gibi değildir. Allah’a ve peygambere itaat etme eylemi, özünde kendi ödülünü de taşımaktadır. Buna göre Allah’a ve peygamberine itaat etmek; hesaplaşma gününden ve cennetteki sınırsız nimetlerden önce elde edilen büyük bir başarıdır. Ahiretteki nimetler ise itaatin ödülünün yanında artı bir lütuftur. Yüce Allah’ın kereminden ve bol nimetlerinden kaynaklanan bir lütuftur. Yüce Allah dilediğine sayısız rızık verir.
Ayet-i Kerime ile İlgili Bazı Mülahazalar
Takva tüm hayırları kendi bünyesinde bulundurur. O, hayra yönlendiren bir etken olduğu gibi şerre de mâni olur. İslam ümmetinin, bu silahı kuşanması ve bunun yerine dikilmeye çalışılan sahte söylemlerden korunması gerekir. O zaman Allah’ın yardımı gelecek ve Allah ile beraber hareket edildiği hissedilecektir. Allah Teala şöyle buyuruyor: “Zira elbette Allah, kendisinden sakınan ve devamlı iyilik yapanlarla beraberdir.” (Nahl, 128)
İnsanın, kalpten sonra en önemli azası dilidir. Dil ile alakalı günah ve sevaplar oldukça fazladır. Dil, yaptığı konuşma ve telkinlerde, muhataplardan önce, o sözü söyleyeni etkiler. Zira konuşan dil ile onu işiten kulak arasında birkaç santimlik bir mesafe vardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kişinin kalbi istikamet üzere olmadıkça imanı istikamet kazanamaz. Kalbi de ancak dili istikamet kazanınca doğru yola yönelir.”[5]
Takvalı ve doğru sözlü olan bir Müslümanın amelleri doğrulur ve Allah’ın mağfiretine aday olur. Aynı durum, ümmet için de geçerlidir. Allah’ın emrettiği şekilde gücünün yettiği ölçüde takva elbisesini giymek ve doğru olmak gerekir. Bu kıstasa bağlı olduğumuz ölçüde düzelecek ve istikamet kazanacağız. Doğru söz söylemeyi, sadece günahlardan sakınmak anlamında değil daha geniş anlamda ele almak gerekir. Bugün İslam ümmetinin söyleyeceği doğru sözlerden biri de kuşkusuz, beşerî düzenlerden beri olmak ve Allah‘ın nizamına sarılmaktır.
Takva ve doğru sözün kaynağı Allah’ın kitabı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetidir. Kim onlara riayet ederse Allah katında en üstün o olacaktır. Sürekli evrilip dönen kalp ancak itaat ile sükûn bulacaktır.
[1]. Müslim, hn: 2564
[2]. Buhârî, hn: 2051; Müslim, hn:1599
[3]. Aynı ayetin tefsirinden
[4]. Nablusi Tefsîri, aynı ayetin tefsirinden
[5]. Ahmed b. Hanbel, Müsned