Tarihin Puslu Olayları – Nedim Bal / 2024 Eylül / 142. Sayı
Bismillahirrahmanirrahim
“Onlar iş başına geçince (hâkimiyeti eline alır almaz) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli yok etmeye çalışır. Allah bozguncuları hiç sevmez.” (Bakara, 204-205)
Bu yazımızda medeni denilen emperyal ülkelerin özellikle sağlık biliminde geldikleri seviyenin altında yatan acı gerçeklerin bir kısmına değineceğiz.
İnsanlık tarihi boyunca birçok acımasız deney ve uygulama kayıtlara geçti. Pek çoğu “bilim” adı altında yapılan bu deneylerde arzuladıkları neticelere ulaşmak için insanlar üzerinde vahşi yöntemler denendi.
Savaş şartlarında karşılaşılan sağlık sorunlarının nasıl giderilmesi gerektiği bilgisini geliştirmek için esirler üzerinde uygulanan işkencelerden tutun, bir hastalığa tedavi bulmak için bilerek öldürülen deneklere, Sovyetlerin 45 bin askerini nükleer patlamanın ortasına yürüttüğü tatbikata kadar insanlar üzerinde en acımasız deneyler yapıldı.
Tüm bu vahşi yöntemlere imza atan ülkeler bugün medeni toplumlar diye Müslümanlara yutturulmaya çalışılan ülkelerdi.
Bazılarının muasır medeniyet diyerek övüne övüne anlattığı, özenip benzemek istedikleri Hristiyan, Yahudi ve müşrik toplumların bilim adına ortaya koydukları bilgi ve tecrübe havuzunun altında yatan gerçeklerle yüzleşmek gerekiyor.
İnsan Deneylerinin Karanlık Tarihi
Dünyanın en büyük güçleri olan emperyal ülkeler, kitlesel insan deneyleri yaparak insanlığa korkunç acılar yaşattılar. Günümüzden yüz yıl önce bile Almanya, Japon İmparatorluğu, Sovyetler Birliği ve ABD gibi devletler kendi sapkın inanç ve ruh hallerinin doğal bir sonucu olarak bu vahşi deneylere imza atıyorlardı.
Naziler ırk politikalarını ilerletmek için çalışırken, Japonya kendi ölüm kamplarında insan kapasitesinin sınırlarını test ediyordu.
Bu tür araştırmaların devamı olarak ABD, karşılaşılan hastalıklarda ne tür yöntemler ve ilaçlar kullanılması gerektiği ile ilgili insanları canlı kobaylar olarak kullandı.
Ayrıca soğuk Savaşın ilk günlerinde atom savaşı korkuları artarken, Sovyetler Birliği savaş alanında nasıl galip gelebileceğini belirlemek için korkutucu bir test gerçekleştirdi.
Bu tür deneylerde kaç kişinin öldüğü bugüne kadar bilinmiyor ve muhtemelen hiçbir zaman da tam olarak ortaya çıkarılmayacak.
Almanların İğrenç Çalışmaları
İnsanlar üzerinde yapılan en rezil deneylere imza atan ülkelerden biri Almanya’dır.
1933’ten 1945’e kadar Adolf Hitler ve Heinrich Himmler gibi diğer güçlü Nazi liderleri, Alman toplumunu ideal Ari ırkına biyolojik tehdit olarak görülenlerden “temizlemek” için bir kampanyaya öncülük ettiler.
Seçilmiş Gruplar Üzerinde Deneyler
Almanya’nın ari (en üstün) ırk politikaları, Yahudilerin, Romanların ve Slavların “ırksal olarak aşağı, alt-insanlar” olduğunu ve bu nedenle toplumdan uzaklaştırılması gerektiğini öne sürdü.
Bu sapkın ideolojinin uygulanmasına 1930’larda yaklaşık 400 bin Alman’ın hastanelerde kısırlaştırılmasıyla başlandı ve on binlerce insanın öldürülmesiyle sonuçlandı. Bu vahşetin hepsi de Ari (Alman) ırkını diğer düşük ırklardan arındırıp saflaştırma adına yapıldı.
Milyonlarca insan toplanıp Nazi ölüm kamplarına gönderilirken, doktorlar bu tutuklular arasından seçilmiş gruplar üzerinde deneyler yapmakla görevlendirildi.
Bu uygulamaların 15 bin 754 belgelenmiş kurbanı var. Ancak gerçek sayının bundan kat kat fazla olduğu biliniyor.
Deneyler Üç Kategoriye Ayrılıyordu
Alman Nazilerinin deneyleri üç kategoriye ayrılıyordu: Askerlerin hayatta kalmasını kolaylaştırmak, ilaç ve tıbbi tedavileri test etmek ve Nazilerin ideolojik hedeflerini ilerletmek.
Yüksek İrtifa Deneyi
Alman askerlerinin hayatta kalma şansını artırmayı amaçlayan deneylerde, doktorlar mahkumlar üzerinde yüksek irtifa testleri uygulayarak Alman hava kuvvetleri mürettebatının güvenli bir yere paraşütle atlayabileceği maksimum yüksekliği belirlediler.
200 denekten 80’i anında öldü. Alman SS doktoru Sigmund Rascher ise hayatta kalan hastalar üzerinde viviseksiyonlar[1] gerçekleştirdi.
Acımasız Soğuk Hava Deneyleri
Soğukta nasıl hayatta kalınabileceğini daha iyi anlamak amacıyla mahkumlar üzerinde dondurma deneyleri de gerçekleştirildi. Kurbanlar, ölmelerinin ne kadar süreceğini belirlemek için soğuk su tanklarına daldırıldı. Bazıları üç saate kadar su altında kaldı.
Diğerleri ise eksi altı santigrat derece gibi düşük sıcaklıklarda açık havada durmaya zorlandı, birçoğu vücutları donarken acı içinde çığlıklar atıyorlardı.
Denekler Susuz Bırakıldı
Deniz suyunun içilebilir hale getirilmesine yönelik yöntemleri incelemek için deneyler de yapıldı. Deneklere yiyecek verilmedi ve sadece filtrelenmiş deniz suyu verildi, bazıları suya o kadar muhtaç hale geldi ki yeni silinmiş zeminleri yaladılar.
Sahada Yaşanan Kazaları Simüle Ettiler
Alman askerlerinin sahada yaşadıkları yaralanma ve rahatsızlıklara yönelik ilaç ve tedavi yöntemleri geliştirmek amacıyla hastalar üzerinde denemeler yapıldı.
Toplama kamplarında doktorlar kemik, kas ve sinir rejenerasyonunun yanı sıra bir kişiden diğerine kemik nakli üzerinde deneyler yaptılar.
Bu korkunç deneylerde, kurbanların anestezi yapılmadan kemikleri, kasları ve sinirleri çıkarılıyor, acı çekiyor ve sakat kalıyorlardı.
Aryan Gen Havuzunu Güçlendirme İdeali
İnsan deneylerinin üçüncü ve son kategorisi, Almanlarının ırksal ideolojisini ve öjeniyi[2] ilerletmek çalışmalarıydı. Bu çerçevede doktorlar Aryan gen havuzunun nasıl güçlendirilebileceğini üzerinde yoğunlaştılar.
Ölüm Meleği Josef Mengele
Bu doktorlardan biri de Auschwitz’deki Ölüm Meleği lakaplı Josef Mengele’ydi. İkiz çocuklar üzerinde yaptığı deneyler nedeniyle belki de en tanınmış Alman Nazi doktoruydu.
Mengele’nin acımasız testleri arasında sağlıklı uzuvların kesilmesi, ikizlere tifüs gibi hastalıklar bulaştırılması, ikizlerden birinden diğerine kan nakli yapılması ve yapışık ikizler meydana getirmek için ikizlerin birbirine dikilmesi yer alıyordu.
500 İkiz Üzerinde Çeşitli Deneyler Yapıldı
Dr. Mengele, ikizlerin cinsiyetlerini değiştirmek için karşı cinsten ikizlerin kanını çapraz naklettiği, ikizlerin cinsel organları üzerinde deneyler yaptığı, bazı çocukların idrar yolunu kendi kolonuna (kalın bağırsak) bağladığı bilinen vahşiliklerden bazılarıydı.
Dr. Mengele’nin bu bilimsel (!) iğrenç çalışmaları sırasında ikizlerin çoğu öldü. Hayatta kalanlarında bir kısmı öldürülüp karşılaştırmalı otopsiler için parçalara ayrıldılar. Deneylere tabi tutulan 500 ikizden sadece 200’ü hayatta kalabildi.
Josef Mengele’nin yaptığı bir diğer deney ise kampa gelen cücelerle olmuştur. Romanyalı beşi kız, yedi cüce kardeş İkinci Dünya Savaşı’nın en yoğun olduğu dönemde Dr. Mengele’nin eline düştü. Rozika, Franziska, Avram, Frieda, Micki, Elisabeth ve Perla Ovitz kardeşler doğuştan gelen cüceydiler. Onlarda bilim adına gen çalışmalarına vahşice kurban edildiler
Bilim Adına İşlenen Vahşetin Başka Bir Adresi Japonya
Bir başka emperyal güç olan Japonya’da İkinci Dünya Savaşı sırasında insanlar üzerinde iğrenç deneyler yapıyordu.
Binlerce tutuklu/esir, Japon İmparatorluk Ordusu’nun 731. Birimine alındı. Ancak hiçbir zaman geri dönmediler. Burada insan deneyleri için kobay olarak muamele gördüler.
Masum erkekler, kadınlar ve çocuklar hayal edilebilecek en vahşi yöntemlerle öldürüldüler. Diri diri parçalandılar, ölümcül virüslerle enfekte edildiler, tecavüze uğradılar ve alev makineleri ve hatta ‘veba bombalarıyla’ hedef tahtası olarak kullanıldılar.
Vahşetin Mimarı: Shıro Ishıı
Tüm bu tarifsiz suçları örgütleyen kişi 731. Birimin “Ölüm doktoru” lakabı ile anılan Doktor Shiro Ishii’ydi. Karizmatik bir cerrah ve aşırı milliyetçi bir fanatikti. Ölüm kampının vahşetinin mimarı olarak kabul ediliyordu.
Ordu cerrahı olan Ishii, 1936 yılında biyolojik savaş araştırma birimini kurarak mikrop savaşını, silah yeteneklerini ve insan vücudunun dayanma sınırlarını inceledi.
Buradaki insanların hiçbiri bu tesisin gerçek amacının ne olduğunu bilmiyordu. Bu, büyük bir sırdı. Trenler ancak perdeleri kapalıyken geçebiliyordu. Hava Kuvvetleri çok yaklaşan herhangi bir uçağı vuruyordu.
Denekler Özellikle Sağ Tutuluyordu
Dr. Shiro Ishii öncülüğünde kurulan bu birim, yapmak istediği deneyler için kurbanlar avlanmaya başladı. Bunların çoğu, aralarında çocukların da bulunduğu Çinli sivillerdi. Yapılacak deneyler için mahkumlara gayet iyi bakılıyor pirinç, et, balık içeren bir diyetle besleniyorlardı.
Mikrop savaşı deneyleri de 731. Birimin önemli bir işleviydi. Ishii ve adamları Çin nüfusunu yok etmek için ölümcül virüs türleri üretiyorlardı. Raporlara göre her ay 300 kilo veba bakterisi, 500 kilo şarbon ve yaklaşık bir ton dizanteri ve kolera mikrobu üretildi. Bu miktar dünyadaki herkesi defalarca öldürmeye yetecek bir miktardı.
Vahşette Sınır Yok!
Çinli ve az sayıda Rus esirler, bilimsel araştırmalar için denek olarak kullanılıyordu. İnsan denekleriyle çalışma fırsatını kaçırmak istemeyen gerek ordu doktorları gerek üniversite doktorları, “maruta” adını verdikleri (Japonca odun kütüğü) esirleri, tesisin ortasında basınç odalarında haşlıyor ve ölülerin iç organlarını inceleme bahanesi ile kesip biçiyorlardı.
Diğer bölümlerde ise esirler silahla yaralanmanın etkilerini araştırmak amacıyla kurşunlanıyor, çeşitli mesafelerde yakınlarında bombalar patlatılıyor ve süngülerle canlı canlı süründürülüyorlardı.
731. Ünitede Bebekler Doğdu
Bir diğer iğrenç vahşet ise, frengiye yakalanan adamları kullanmalarıydı. Frenginin cinsel yolla bulaşıp bulaşmadığını, soydan soya geçip geçmediğini deneylemek için frengiye yakalanan adamları diğer mahkumlara tecavüz etmeye zorladılar.
Kadınlar bu deneylerde kullanılmak üzere zorla hamile bırakılıyordu. 731. Ünite’de doğan bebeklerin hiçbiri hayatta kalamadı.
Savaşın sonunda Japonya teslim olduğunda imparatorluk ordusu, işlediği bu alçakça suçların üstünü örtbas etmek için hayatta kalan binlerce esiri katletti ve gömdüler.
Savaştan sonra Amerikan İşgal Komutanı Douglas MacArthur, insanlar üzerinde yapılan bu barbarca deneylerin tüm sonuçlarının kendilerine verilmesi karşılığında Ishii’ye ABD adına dokunulmazlık verdi.
Böylece ABD, Ishii’nin insanlığa yaşattığı dehşete rağmen onun tüm suçlarının üzerine perde çekti ve huzur içinde yaşamasına izin verdi. 1959’da gırtlak kanserinden öldü.
Totskoye Nükleer Tatbikatı
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte ABD ve Sovyetler Birliği kendilerini bir nükleer silahlanma yarışının içinde buldular. ABD, 1945 yılında Japonya’ya iki nükleer silah atarak (birini Hiroşima’ya, ikincisini Nagazaki’ye) nükleer silahların korkunç yeteneğini göstermiş ve böylece dünya sahnesine yeni bir gücün geldiğinin sinyalini vermişti.
Sovyetler Birliği’nin ilk nükleer silah denemesi 1949’da gerçekleşti ve ülke sonraki beş yıl içinde 17 nükleer silah denemesi daha yaptı. Bunlardan on tanesi 1954’te gerçekleştirildi. Ancak o yıl diğerlerinden farklı bir deneme vardı. Eylül 1954’te Sovyet Ordusu, Rusya’nın güneyindeki Orenburg Oblastı’nda 40 kilotonluk (Değeri 1000 ton olan kütle birimi/40×1000) bir RDS-4 nükleer bombasını havadan patlattı. Bomba, ABD’nin İkinci Dünya Savaşında Nagazaki’ye attığı bombanın iki katı gücündeydi ve patlamada 45 bin Kızıl Ordu askeri ile 10 bin sivil hayatını kaybetmişti. Bu tatbikat daha sonra Totskoye nükleer tatbikatı olarak tarihe geçti.
Nükleer bir savaşa hazırlık amacıyla nükleer silahların kullanıldığı ve nükleer patlamanın olduğu bölgeye asker konuşlandırıldığı ilk tatbikattı. Patlamadan kısa bir süre sonra, mantar bulutu hala yükselirken, 45 bin Sovyet askerine, merkez üssünün (sıfır noktasının) etrafındaki bölgeye doğru yürümeleri emredildi.
Sovyet liderleri, canlıların bir nükleer patlamaya ne kadar yaklaşabileceğini ve savaş alanına atılan bir nükleer bombanın yarattığı yıkımla açılacak boşluktan kendi güçlerinin geçirilip geçirilemeyeceğini bilmek istiyorlardı. Ayrıca askerlerin atom bombasıyla vurulduktan hemen sonra savaş alanında savaşıp savaşamayacaklarını da yine tecrübe etmek istiyorlardı.
O gün yaşanan bu vahşi tatbikatı anlatan bir belgeselde konuşan Sovyet gazisi, “Bazılarının, hatta çoğunluğunun koruyucu kıyafeti yoktu, ayrıca 45 derece sıcaklıkta gaz maskesi kullanmak imkânsızdı” diyordu.
Askerler Sovyet askerleri arasından özenle seçilmişti. Kendilerine yeni tip silahların kullanılacağı bir tatbikata katılacakları söylenerek gizlilik yemini ettirildi ve üç aylık maaş sözü verildi. Ancak bölgede o gün bulunanların birçoğunun kanser, doğum kusurları, bebek ölümleri, hematolojik hastalıklar ve kromozomal bozukluklarla mücadele ettiği belirtiliyor.
Kendi insanını bile bilimsel deneylerde kullanmakta çekinmeyen sapkın zihniyet başkalarına ne yapmaz ki?
Devam edecek inşallah…
[1]. Viviseksiyon: Bilimsel sonuçlara ulaşmak için canlıların cerrahi tekniklerle parçalara ayrılması
[2]. Öjeni; Gen çalışmalarıyla engelli ve hasta bireylerin toplumdan temizlenerek sağlıklı bir ırk oluşturulması