Rabbânî Âlim Portresi: İbni Abbas

Kapak Dosya – Mahmut Varhan / 2019 Şubat   / 75. Sayı

İnsanı yaratan ve ona Kur’an’ı öğreten Allah’a hamdederiz. Kur’ân ahlâkı ile ahlâklanan ve Sünnet’i Seniyye ile Kur’an’ı tefsir eden Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun getirdiği ilmi hakkıyla öğrenen ve gereğince amel ederek sonrakilere öğreten âline ve ashabına ve bu hususta onlara tâbi olanlara salât ve selam olsun!

İmdi; biz bu makalemizde Rabbânî âlimlerin özelliklerinden bazılarını ele alacağız. Bunun beyanı için de Rabbânî âlimler kervanının öncülerinden biri olan İbni Abbas radıyallahu anhuma’yı örnek olarak ele alacağız.

Öncelikle Rabbânî âlimlerin özelliklerini en kalın çizgilerle belirtecek, ardından da İbni Abbas’ın hayatından bazı kesitler sunmaya çalışacağız.

Rabbânî âlim, hak ve adalet hususunda ümmet’i Muhammed’e rehberlik eden âlimdir.

Rabbânî âlim, sadece Allah azze ve celle’den korkan ve O’na hakkıyla tevekkül eden âlimdir.

Rabbânî âlim, dünyaya meyletmeyen ve dünyevîleşmenin önünde bir set olarak duran âlimdir.

Rabbânî âlim, ilmi asıl kaynaklarından öğrenen ve doğru kaynaklardan beslenen âlimdir.

Rabbânî âlim, hevâya değil de hüdâya tâbi olan ve bid’atlerden şiddetle sakınıp sakındırarak Kur’an ve sünnete tâbi olmaya özen gösteren âlimdir.

Rabbânî âlim, ilmiyle amel eden ve sözleri ile davranışları arasında tam bir uyum bulunan âlimdir. Zira sözleri davranışlarına uymayan kimse, kendisinden ilim alınmaya ehil olmadığı gibi ilimde rehber kabul edilmeye de ehil değildir.

Rabbânî âlim, ilmini sadece kitaplardan değil de ilimde derinleşmiş âlimlerden alan ve uzun bir müddet âlimlerin dizleri dibinde eğitim görmüş olan âlimdir.

Rabbânî âlim, kendilerinden ilim öğrendiği Rabbânî âlimlerin halleriyle hallenen, onların âdâbı ile müteeddib olan ve ilmî mesleğinde onlara tâbi olan âlimdir.

Rabbânî âlim, öğrenip amel ettiği ilmi, insanlara Allah rızası için öğreten ve Allah’ın dinini öğretme karşılığında herhangi bir dünyevî çıkar gözetmeyen âlimdir. Zira ilim öğrenen, onunla amel eden ve onu Allah rızası için öğreten kimse melekût âlemlerinde/melekler arasında “ulu insan” olarak tanınır.

Rabbânî âlim, tevâzu sahibi, Allah’ın kullarına karşı şefkatli ve hilim sahibi olan âlimdir. Allah’a, O’nun Kitab’ına, Rasûl’i Ekrem’ine, müslüman olan yöneticilere ve bütün müslümanlara karşı samimi davranan âlimdir. Ayrıca halîm olmaya en layık kişi ve hilim sıfatının üzerinde en süslü göründüğü kimse de âlimdir.

Rabbânî âlim, kınayanların kınamalarına aldırmadan hakkı haykıran, emr’i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münker vazifesini yerine getiren ve bâtılın karşısında hak ve hikmetle kıyam eden âlimdir.

Rabbânî âlim, Allah yolunda cihadın dört mertebesi olan nefisle cihad, şeytanla cihad, münafıklara ve bid’atçılara karşı cihad ve kâfirlere karşı cihadı hakkıyla yerine getirmeye çalışan âlimdir. Bu husustaki hali, Allah azze ve celle’nin onu överek vasfettiği gibidir:

“Maiyetinde birçok rabbânîlerin savaştıkları nice peygamber var ki, Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşemediler, zaafa düşmediler ve (düşmana) boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever. Sözleri de şundan ibaretti: “Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki israf (savurganlık)larımızı bağışla, bize sebat etme gücü ver ve kâfir kavme karşı bize yardım et!” Nitekim Allah onlara dünya sevabı (mükâfatı)nı ve ahiret sevabının da en güzelini verdi. Allah iyi davrananları sever.” (Âl-i İmrân; 146- 148)

İşte Rabbânî âlimlerin özelliklerinden sadece bazıları bu şekildedir ki, bunlardan her birine dair pek çok ayet’i kerime ve hadis’i şerif bulunmaktadır. Rabbâni âlimlerin bütün bu ve diğer özellikleri Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma’da kemâl derecesinde bulunmaktaydı. Şimdi de bu özelliklere en güzel misal olacak şekilde onun hayatından bazı kesitler sunmaya çalışalım. Allah Teâlâ onun benzerlerini ümmet’i Muhammed’e her dâim lütfeylesin! 

Özet Bir Terceme’i Hâl

Ümmetin âlimi, asrının fakîhi ve tercümânu’l-Kur’an olan İbni Abbas; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in amcası Abbas b. Abdulmuttalib’in oğlu Abdullah el-Kuraşî, el-Hâşimî, el-Mekkî, el-Emîr radıyallahu anhuma‘dır.

İbni Abbas hicretten üç sene önce, Kureyş kâfirlerinin ambargosu altında bulunan Beni Hâşim mahallesinde doğmuştur. Mekke’nin fethi senesinde (hicrî 8. senede) anne-babası ile birlikte 11 yaşlarındayken hicret etmiştir. Fakat bundan önce müslüman olduğu halde babası tarafından hicret etmesi engellenmiştir. Nitekim kendisi bu konuda şöyle demektedir: “Ben ve annem mustaz’aflardan (Allah Teâlâ’nın ma’zûr gördüğü kimselerden) idik. Ben çocuklar sınıfından, annem de kadınlar sınıfındandı.”[1] İbni Abbas otuz ay kadar Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yaşamış, ondan sonra da Hulefâ’i Râşidin’in en önde gelen yardımcıları arasında yerini almıştır. Râşid halifelere emin bir müsteşar olmuş, derin ilmiyle onlar için iftâ vazifesini deruhte etmiş, büyük fetihlere katılarak ön saflarda savaşmış, komuta kademesinde yer almış, valilik görevini âdil bir şekilde yerine getirmiş, önemli siyasi meselelerde rol oynamış, hak ve hidayet yolunda rehberlik etmiş, bid’at mezheplerinin karşısında durmuş büyük bir âlim, ilmiyle âmil ve muallim bir şahsiyettir.

İbni Abbas, Hz. Peygamber’den ve ashabın önde gelenlerinden ilim almış ve tâbiînin önde gelenlerine ilim öğretmiş seçkin bir âlimdi. Hocaları en büyük âlimlerden oluştuğu gibi, talebeleri de zamanlarının en önde gelen âlimlerinden oluşmaktaydılar. 

İbni Abbas hadis ilminde, fıkıh ilminde, tefsir ilminde, tarih ve soy bilimi ilminde, şiir ve Arap edebiyatı ilminde zirveye çıkmış ansiklopedik bir âlimdi. 

İbni Abbas parlak ve güzel yüzlü, uzun boylu, görünümü heybetli, aklî kemâle ermiş son derece zeki ve her yönden kâmil/olgun bir kişilik sahibiydi. 

1660 hadis rivayet eden İbni Abbas, hicretin 67. veya 68. senesinde yetmiş bir yaşında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Allah Teâlâ kendisinden razı olsun.

Hz. Peygamber’in Duasına Mazhariyet

İbni Abbas radıyallahu anhuma‘nın mazhar olduğu en büyük lütuf, Peygamber Efendimiz’in duasına mazhar olmasıdır. Rasûl’i Ekrem, onda ince anlayış ve ilmî kabiliyet görünce derinlemesine ilim sahibi olması için dua etmiştir. Ona Kitab’ı, hikmeti öğretmesini, onu dinde fakîh kılmasını Yüce Mevlâ’dan niyaz etmiş ve bu duasına da hakkıyla icabet edilmiştir. 

İbni Abbas anlatıyor: “Teyzem Meymûne radıyallahu anha’nın evinde gecelemiştim. (Helâya çıkan) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem için abdest suyu koydum. Bunu gören Rasûl’i Ekrem, “Bunu kim koydu?” diye sordu. “Abdullah koydu” cevabını alınca da, “Allah’ım! Ona te’vili (Kur’an’ın tefsirini) öğret ve onu dinde fakîh kıl!” buyurdu.”[2]

İşte bu duanın bereketiyle İbni Abbas, ashab’ı kiram arasında Kur’an tefsirini en iyi bilenlerdendi. Nitekim İbni Mes’ud radıyallahu anhu şöyle demektedir: “Şayet İbni Abbas bizim yaşlarımızda olsaydı, bizden hiç kimse onunla boy ölçüşemezdi.” Ve şöyle demekteydi: “İbni Abbas ne güzel Kur’an tercümanı/müfessiridir!”[3] İbni Ömer radıyallahu anhuma da onun hakkında şöyle demekteydi: “İbni Abbas, insanlar arasında Allah Teâlâ’nın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirdiği Kur’an’ı en iyi bilendir.” Ebû Vâil şöyle anlatıyor: “İbni Abbas Nûr Sûresi’ni (başka bir rivayette: “Bakara Sûresi’ni”) okudu ve ardından onu tefsir etmeye başladı. Orada bulunanlardan biri dedi ki: “Şayet Deylemliler bunu dinleselerdi, hepsi müslüman olurlardı.”[4]

İlim Talebi Uğrunda Üstün Bir Çaba ve Büyük Bir Gayret Ortaya Konmalıdır

Hz. Peygamber’in duasına mazhar olan İbni Abbas, ilim talep etmek konusunda büyük bir gayret ortaya koyar ve yüce bir himmet ile işe koyulur. Çünkü büyük bir gayret ve yüce bir himmet olmadan ilim elde edilemez ve hiçbir hususta başarı sağlanamaz. Nitekim şöyle denilmiştir: “Yakıcı bir başlangıcı olmayanın, parlak bir sonucu olmaz.” Evet, ilim talebi yolunda sıkıntılara tahammül etmeyen, zorluklara göğüs geremeyen ve bütün çarelere başvurarak üstün bir himmet ortaya koymayan kimse; parlak bir sonuç elde edemez ve ilimde imamlık derecesine yükselemez. İşte İbni Abbas da nübüvvet pınarından çıkan duanın bereketiyle üstün bir gayret ortaya koymuş ve ilimde imâmet derecesine yükselmiştir. 

İbni Abbas anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat edince, ben Ensâr’dan bir kişiye dedim ki: “Gel, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına (ilmî mevzuları) soralım (ve onlarda bulunan ilmi toplayalım). Zira onlar şu anda pek çokturlar.” Adam bana şöyle karşılık verdi: “Ey İbni Abbas! Doğrusu senin haline şaşılır. Sen, insanların arasında Hz. Peygamber’in ashabından gördüğün gibi şu kadar çok kimse bulunduğu halde insanların sana ihtiyaç hissedip başvuracaklarını mı zannediyorsun?!” Bundan dolayı adam bana katılmadı. Ben ise ilim talep etmeye ve hadisleri sormaya yöneldim. Öyle ki bir kişinin bir hadisi bildiğini öğrendiğimde, onun kapısına giderdim. Adam kaylûle uykusuna yattığı için ben de onun kapısında âbamı yastık edinerek uzanırdım. Böylece rüzgâr üzerime tozu toprağı saçıp savururdu. Adam çıkıp da beni bu halde görünce şöyle derdi: “Ey Rasûlullah’ın amcasının oğlu! Bana bir kişiyle haber yollasaydın, ben sana gelirdim.” Ben de şöyle karşılık verirdim: “Senin kapına gelerek sana soru sorması gereken benim.”

İbni Abbas dedi ki: “Ensâr’dan olan o kişi, insanların benim etrafımda toplandıklarını ve benden ilim aldıklarını görünceye kadar yaşadı. Bu halime şahit olunca şöyle derdi: “Bu delikanlı, benden daha akıllıydı.”[5]

İbni Abbas dedi ki: “Ben, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ilminin çoğunu Ensâr’ın yanında buldum. Ben onlardan birinin kapısına giderdim de bana onun uyuduğu haber verilirdi. Şayet benim için uyandırılmasını isteseydim, uyandırılırdı; fakat kendisi uyanıp çıkıncaya kadar onu kendi halinde bırakırdım. Böylece onun gönlünü kazanmaya ve kalbini hoş tutmaya çalışırdım.”[6]

İbni Abbas dedi ki: “Muhakkak ki ben tek bir hususu, Hz. Peygamber’in ashabından otuz kişiye sorardım.”[7]

Emin ve Âlim Bir Müsteşar

Yöneticilerin muvaffak olmaları, danışman ve yardımcılarının emin ve âlim olmaları ile orantılıdır. Bundan dolayı Hz. Ömer radıyallahu anhu’nun danışma meclisinde -genç olsun yaşlı olsun- hep ilim ehli kimseler bulunmaktaydı. Bu âlimlerden biri de henüz çok genç yaşta olan (15-25 arası yaşta bulunan) İbni Abbas idi.

İbni Abbas radıyallahu anhuma şöyle dedi: “Ömer radıyallahu anh, Bedir savaşına katılmış yaşlı sahabilerle beraber beni de danışma meclisine dahil etti. Sahabilerden biri buna içerledi ve Hz. Ömer’e: “Bu, neden bizimle beraber oluyor? Oysa bizim onun yaşıtı çocuklarımız var” dedi. Hz. Ömer: “Bildiğiniz bir sebepten (onun ilminden) dolayı” diye cevap verdi. Derken bir gün beni çağırdı ve büyük sahabilerin meclisine aldı. Bana öyle geliyor ki, o gün benim bilgimi ve anlayışımı onlara göstermek istiyordu.

Sahabilere: “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde…”diye başlayan Nasr Sûresi hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordu. Bir kısmı: “Yardım görüp fetih gerçekleşince Allah’a hamd ve istiğfar etmekle emrolunmaktayız” dedi. Kimi de hiçbir yorum yapmadı. Hz. Ömer bu defa bana hitaben: “Ey İbni Abbas! Sen de böyle mi diyorsun?” dedi. Ben, “Hayır” dedim. “Peki, ne diyorsun?” diye sordu. Ben de: “Bu sûre, Hz.. Peygamber’in ecelinin kendisine bildirildiğini ifade etmektedir.“Allah’ın yardımı ve fetih sana gelince -ki, bu senin ecelinin geldiğinin alâmetidir- Rabbini hamd ile tesbih et, bağışlanma dile. Çünkü O, tövbeleri kabul edendir” buyuruyor” dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Ben de bu sûreden senin dediğinden başkasını anlamıyorum” dedi.”[8]

Sa’d b. Ebû Vakkas radıyallahu anhu şöyle diyordu: “İbni Abbas’tan daha ince anlayışlı, daha zeki ve akıllı, daha âlim ve daha halîm kimse görmedim. Hz. Ömer’in, içinden çıkılmaz zor meselelerde onu çağırdığını ve “İşte içinden çıkılması zor bir meseleyle karşı karşıyayız” dediğini hatırlıyorum. Çevresinde Bedir ashabı olduğu halde İbni Abbas’ın görüşünden çıkmıyordu.”[9]

İbni Abbas dedi ki: Babam bana şöyle dedi: “Evladım! Şüphesiz ki Ömer radıyallahu anhu seni yakın çevresi arasına katmaktadır. Bundan dolayı sana söyleyeceğim şu üç hususu iyice belle: Sakın onun herhangi bir sırrını ifşâ etme, onun yanında sakın kimsenin gıybetini yapma ve senin yalan söylediğine asla şahid olmasın (sakın yalan söyleme).”[10]

Rabbânî Âlim, Basiret ve Ferâset Sahibidir

Hakiki ilim, çok ezber yapmak ve çok şey bilmek değildir sadece… Gerçek ilim, Allah’ın mü’minin kalbine koyduğu bir nûrdur. Bu nûr sayesinde hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırteder ve işlerin akıbetini kestirip bilir. Zâhiren hayır gibi görünen bazı şeylerde şer saklı olabilir ve şer gibi görünen bazı şeylerin de akıbeti hayır olabilir. İşte bu zor bilmeceyi çözmek için engin bir basirete ve keskin bir ferâsete sahip olmak gerekir. Bu da ancak ilmin nûrunun kalbi tamamen kaplamasıyla gerçekleşir. İşte Hz. Peygamber’in duasına mazhar olan İbni Abbas da bu basiret ve ferâsete sahip olan Rabbânî âlimlerden biriydi.

İbni Abbas radıyallahu anhuma anlatıyor: “Hz. Ömer’in huzuruna bir adam geldi. Hz. Ömer o kişiye insanların durumu hakkında sorular sormaya başladı. Adam şöyle dedi: “Ey mü’minlerin emiri! İnsanlardan şu kadar şu kadar kimse Kur’an’ı okuyup öğrendiler!” Ben de birden şöyle dedim: “Vallâhi, şu zamanda bu şekilde çoklukla Kur’an’ı öğrenmeye yönelmelerinden pek de hoşnut olmadım!” Bunun üzerine Hz. Ömer beni azarlayarak “İşine bak sen!” dedi. Ben de üzülerek ve içim sıkıntıyla dolmuş bir şekilde evime gittim. Ben bu hal üzereyken, “Mü’minlerin emiri’ne icâbet et” diye bana haberci geldi. Ben hemen çıkıp gittim; bir de ne göreyim, kapıda ayakta durmuş beni bekliyor. Elimden tuttu, ikimiz yalnız kalınca bana şöyle dedi: “Az önce adamın söylediği şeyi neden dolayı hoş görmedin?” Dedim ki: “Ey Mü’minlerin emiri, eğer yanlış bir şey söyledimse, Allah’tan bağışlanma diler ve O’na tövbe ederim. Ayrıca senin doğru gördüğünü de benimserim.” Hz Ömer: “Muhakkak bunun nedenini bana söylemelisin! diye ısrar edince; şöyle cevap verdim: “İnsanlar Kur’an’ı öğrenmek hususunda bu şekilde birbirleri ile yarışırlarsa, aralarında tartışmalar çıkar ve herkes sadece kendisini hak üzerinde görür. Herkes hakkı sadece kendi elinde görürse, birbirlerine hasım olurlar. Birbirlerine hasım olurlarsa, ihtilaf edip tefrikaya düşerler. Tefrikaya düşerlerse, birbirleri ile savaşırlar.” Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: “Allah, babanın iyiliğini versin! Şüphesiz ki ben bu hususu bilmekte, ancak insanlara söylememekteydim. İşte bunu sen ortaya koymuş oldun.”[11]

Rabbânî Âlim, Âbid Olmalıdır

Rabbânî âlim, ilmi ile âmil olmalıdır. Allah’tan hakkıyla korkmalı ve kalbi Allah’ın muhabbeti ile ma’mur olmalıdır. İlmin hakikati olan tevhid ilmini ve İlâhî ma’rifeti kazanmış olmalıdır. Bu makamda olan Rabbânî bir âlim, Allah Teâlâ’ya hakkıyla kulluk eder ve huşû içerisinde Yüce Mevlâ’ya ibadet yapar. İşte İbni Abbas da bu makama ulaşmış Rabbânî âlimlerden biriydi. 

Ebû Recâ dedi ki: “Ben İbni Abbas’ı gördüm; ağlamaktan dolayı iki gözünün altı, çürümüş ayakkabı bağcığı gibi iki hat olmuştu.”[12]

İbni Ebi Müleyke dedi ki: “Mekke’den Medine’ye kadar İbni Abbas ile birlikte yolculuk yaptım; yolculuk boyunca namazını iki rekat olarak kasrediyordu/kısaltıyordu. Fakat konakladığı zaman, gecenin yarısını kıyamla/namaz kılarak geçiriyor, harf harf (kelime kelime) tertil üzere Kur’an okuyor ve Kur’an okurken sesli bir şekilde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.”[13]

Eyyûb, İbni Ebi Müleyke’ye sordu: “Onun kırâati nasıldı?” Şöyle cevap verdi: “Tertilli bir şekilde “Ölüm sarhoşluğu hak ile gelip çattı; işte bu, senin kendisinden kaçıp durduğun şeydir” (Kâf; 19) ayetini okuyor ve çokça hıçkırarak ağlıyordu.”[14]

Rabbânî Âlim, Cömert Olmalıdır

İlmin gerektirdiği en önemli özelliklerden biri de cömertliktir. Rabbânî âlim, hem ilminde cömerttir, Allah’ın kullarına ilim öğretmek için çırpınır; hem de malında cömerttir, Allah’ın kullarına ihsanda bulunmak için gayret eder. Zira Allah Teâlâ, kullarından ihsân sahiplerini sever.

İşte İbni Abbas da her açıdan cömertliğin zirvesinde bulunmaktaydı. Kendisi şöyle demektedir: “Ben bazen bir ayet’i kerime okur ve ondan öyle manalar anlarım ki, bütün müslümanların bunu anlamış olmalarını temenni ederim.”

Habib b. Ebû Sabit anlatıyor: “Ebû Eyyûb el-Ensârî, Muaviye’nin yanına gider ve borçları hususunda ondan yardım ister. Muaviye’den memnun edici bir karşılık görmeyince, Basra’ya gelir ve İbni Abbas’ın misafiri olur. İbni Abbas evinde ne var ne yoksa onun önüne dökerek, “Sen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e nasıl davrandıysan, ben de sana aynı şekilde davranacağım” der. Sonra ona: “Borcun ne kadardır?” diye sorar; o da yirmi bin dirhem olduğunu söyler. İbni Abbas ona kırk bin dirhem, yirmi köle ve ayrıca evinde olan her şeyi verir.”[15]

Rabbânî Âlim, Hayatında İlim ile Cihadı Bir Araya Getirmelidir

Rabbânî âlimin en önemli özelliklerinden biri de, Allah’ın dinini savunmak ve yaymak için her türlü fedakârlığı yapmasıdır. Bunun zirvesi de Allah yolunda çarpışması ve Allah’ın düşmanlarına karşı cephede cihad etmesidir. Zalim sultana karşı hak sözü söylemesi de canını ortaya koyarak cihad etmesinin başka bir şeklidir. Her iki durumda Rabbânî âlim, Mevlâ’sı uğrunda canını ortaya koyarak fedakârlığın en büyüğünü yapmış olur. Birinde zalimlere karşı, diğerinde de kâfirlere karşı cihad etmiş olur. İşte Rabbânî âlimlerin öncülerinden olan İbni Abbas da hem kâfirlere karşı en ön saflarda çarpışmış, hem de Hâricî zalimlerine ve bağilere karşı en ön saflarda yerini almıştır. 

Ebû Said b. Yûnus dedi ki: “İbni Abbas, Abdullah b. Ebû Serh ile birlikte Afrika fetihlerine katıldı. Bu esnada Mısır halkından on beş kişi ondan hadis rivayet etti.”[16]

Hz. Ali’nin zalim Hâricîlere karşı savaşında İbni Abbas radıyallahu anhuma hem dili ile hüccet ikâme etmede ve hem de eli ile cihad etmek hususunda en ön saftaydı. Sıffîn savaşında da bağilere karşı yine Hz. Ali’nin sol kanat komutanıydı.[17]

Güzel Bir Hayatın Akıbeti de

Güzel Olur

Sünnetullah gereği genel kaide şudur ki, insan nasıl yaşarsa öylece ölür ve nasıl ölürse o şekilde diriltilir. İnsanın en çok endişelenmesi gereken husus, akıbetinin nasıl olacağıdır. Bunun için de hayatının sonuna kadar İslam/istikâmet üzere yaşama hassasiyeti içinde olmalıdır ki, ölüm gelip çattığında onu İslam/istikâmet üzere bulsun. İşte bütün sıddıkların, salihlerin, zâhidlerin ve Rabbânî âlimlerin en büyük endişesi de buydu ve bundan dolayı da büyük bir hassasiyet ve ince bir muhasebe çerçevesi içinde hayatlarını sürdürmekteydiler. Böylece güzel bir hayat yaşadılar ve güzel bir akıbetle karşılaştılar. Bugün ilmi bütün dünyayı doldurmuş bulunan İbni Abbas da, bu Rabbânî âlimlerden biriydi. 

Ebû Külsüm dedi ki: “İbni Abbas defnedildiği gün, Muhammed b. el-Hanefiyye şöyle demişti: “İşte bugün bu ümmetin Rabbânîsi vefat etti.”[18]

Said b. Cübeyr dedi ki: “İbni Abbas Taif’te vefat etti. Benzeri görülmemiş bir kuş gelerek onun naaşının/kefeninin içine girdi; daha sonra oradan çıktığı da görülmedi. (Bunun, onun ilmi olduğu söylenmektedir.) Defnedilince de, kim tarafından okunduğu bilinmeden kabrinin başında şu ayetler işitildi: “Ey huzura kavuşmuş (mutmainne) nefis! Artık razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir şekilde Rabbine dön. Haydi (salih) kullarımın arasına katıl ve cennetime gir!” (Fecr; 27 – 30)”[19]  


[1]Buharî: 8/129

[2]Buharî: 143;  Müslim: 2477;  İmam Ahmed, Müsned: 1/266

[3]Ya’kub b. Süfyan, Târîh: 1/495. İsnadı sahihtir.

[4]Ya’kub b. Süfyan, Târîh: 1/495. İsnadı sahihtir. 

[5]Hâkim, Müstedrek: 3/538. Hâkim sahih olduğunu söylemiş, Hafız Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[6]İbni Sa’d, Tabakât: 2/368;  Belâzûrî: 3/34, 35. İsnadı sahihtir.

[7]Siyeru A’lami’n-Nübelâ: 3/344. İsnadı sahihtir.

[8]Buharî, Menâkib: 25

[9]. İbni Sa’d, Tabakât: 2/369

[10]el-Hilye: 1/318;  Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/346

[11]Abdurrezzak, Musannef: 20368;  Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/349. İsnadında bulunan adamlar güvenilir kimselerdir.

[12]. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/352

[13]. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/352

[14]. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/342

[15]. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/352

[16]Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/336

[17]Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/353

[18]. Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/357

[19]Hâkim, Müstedrek: 3/543, 544;  Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ: 3/358. Hafız Zehebî dedi ki: “Bu mütevatir bir haberdir.”