Müminlere Nidalar – Muhammet Sadık Türkmen / 2022 Aralık / 121. sayı
“Ey iman edenler! Allah’a ve peygambere ihanet etmeyin. Bildiğiniz halde emanetlerinize de ihanet etmeyin.”
(Enfal, 27)
Hz. Ömer radıyallahu anh zamanında yaşanmış bir olayı hizmetlisi Eslem şöyle aktarmaktadır:
Bir gece vaktiydi. Hz. Ömer radıyallahu anh ile beraberdim (adeti üzere) Medine sokaklarını geziyordu. Birden yorgun düşünce bir evin duvarına yaslanıp dinlenmek istedi. Tam o sırada evden yükselen seslere kulak misafiri oldu.Anne:
– Kızım kalk da yarın satacağımız süte biraz su karıştır. Kız:
– Anneciğim müminlerin emiri Ömer radıyallahu anh’ın bugün buyurduğu fermanı işitmedin mi?
– Hayır kızım işitmedim. Müminlerin emiri ne buyurmuşlar?
-Bir haberci göndererek sütün içine su karıştırılmamasını emretti.
– Kızım kalk süte biraz su karıştır. Merak etme seni şu an ne Ömer görür ne de onun habercisi.
– Anneciğim ben müminlerin emirine dışarıda itaat ederken evimin içerisinde isyan edecek değilim.
O sırada Hz. Ömer tüm bu konuşulanları işitiyordu. Yanındaki hizmetlisi esleme seslenerek: “Hemen bu kapıyı işaretle ve evin adresini de not al” dedi. Oradan ayrılıp Medine sokaklarında dolaşmaya devam etti. Sabah olunca hizmetlisi Eslem’e: “Geceleyin dinlendiğimiz o yere git bak bakalım kim bunlar? Evlerinde bir erkek var mıdır öğren” dedi.
Gittiğimde sadece genç bir kız ve annesi vardı başka kimseleri yoktu, oradan gelip durumu Hz. Ömer’e bildirdim. Hz. Ömer de bunun üzerine çocuklarını yanına çağırdı ve onlara şöyle seslendi: “İçinizde benim istediğim bir eş ile evlenmek isteyen var mı?” Oğlu Abdullah “Benim zaten bir eşim var” dedi. Abdurrahman da aynı şekilde cevap verince Asım: “Babacığım benim eşim yok, ben evli değilim. Beni evlendirir misin?” dedi. Daha sonra Ömer radıyallahu anh onu o genç kızla evlendirdi. Bu aileden bir kız çocuğu dünyaya geldi. O kız çocuğu da Ömer Bin Abdülaziz’i dünyaya getirdi.
Emanet, Müslümanın temel sıfatlarından biridir. Çünkü Müslüman “emin” lakaplı bir peygamberin ümmetidir. Aynı zamanda Müslüman kelimesiyle emanet arasında çok kuvvetli bir bağ vardır. Yalan, hırsızlık, haksızlık, emanete ihanet tüm insanlara yakışmayan sıfatlar olduğu halde Müslümanın şahsiyetine hiç uymayan, Müslüman ismiyle asla yan yana gelmeyecek, toplam nazarında Müslümandan uzak durması gereken sıfatlar olarak görülür. İslami kimliğiyle bilenen bir kişinin kendisine verilen emanete ihanet etmesi, bu kimlikte tanınmayan bir kişinin yapacağı ihanetle kıyaslanamayacak kadar ağır olur. Özellikle günümüzde İslam’ın hayattan kaldırıldığı bir ortamda Müslüman bu konuda çok hassas olması gerekir. Allah’ın dinini tahrif eden Yahudi ve Hristiyanlar bizzat Müslümanların nazarında ticaret alanında gösterdikleri hassas tavırla emin sıfatına sahip olmuşken “emin” bir peygamberin ümmeti olan Müslümanlar neyi temsil ettiklerini, neye müntesip olduklarını maalesef güven vermekten pek uzak kalmışlardır.
Tabi, Müslüman emanet kavramını sadece bir kişinin kendisine teslim edilen şeyi koruması şeklinde olması doğru olmaz. Aslında emanet bu söylediğimiz şeyi kapsadığı halde bunun dışında daha geniş şeyleri de kapsar. Bu emanetlerden biri insanın bizzat kendisidir. Allah Teala insana, insan şahsiyetini oluşturması yönüyle verdiği her şeyi emanet olarak vermiştir. Bedeninde, sahip olduğu servetinde veya kendisi ile alaka bir şeyde emanet sahibinin izin verdiği dire içinde hareket etmesi gerekir.
İnsana verilen emanetlerden biri de eşi ve çocuklarıdır. Onlarda dilediği gibi tasarrufta bulunamaz. Bu konuda emanet sahibinin ne istediğini iyi bilmek ve bu emanetlerde doğru tasarrufu yapmak gerekir. Erkek, eşi ve çocuklarını koruyup gözetmek ve onları helal bir rızık ile beslenmeleri hususunda emaneti korumalıdır. Kadın ise eşinin evini, namusunu ve kendisinden dünyaya gelen çocuklarını iyi bir şekilde koruyarak emanete sahip çıkabilir.
İnsana verilen tüm emanetler temelde bir emanetten meydana gelmektedir. Bu emanet insanın yaratılışıyla yakın ilişkili olan büyük emanettir. Herkesin kendisinden kaçındığı bu emanete insan söz vererek gönüllü olarak talip olmuştur. Sadece “kalu belada” verdiği söz bile büyük bir söz gerektirmekteyken insan sadece verdiği bu sözle muhatap değildir. İlk insandan kıyametin kopacağı saate kadar Allahu Teâlâ gönderdiği kitaplar ve elçileriyle sürekli uyarıda ve hatırlatmada bulunmuştur. İşte sahip çıkılması ve ihanet edilmemesi gereken asıl emanet budur. Ve tüm ihanetlerin ortaya çıkması bu büyük emanete sahip çıkılmaması sebebiyledir. “Şüphesiz ki biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de onlar bunu taşımaktan kaçındılar ve endişe ettiler. Onu insan yüklendi. Şüphesiz ki insan çok zalim ve çok cahildir.” (Ahzab, 72)
Müfessirlerin Ayet ile İlgili Görüşleri
Muhammed Cemaleddin el-Kasimi rahimehullah Mehasinetu’t Te’vil’de şöyle der: “Allahu Teâlâ kendisine şükretsinler diye kullarına nimetlerini sayınca – ki onun koyduğu sınırların önünde durmak Allah’a şükretmek anlamına gelir- insanlara sakınmaları gereken hıyaneti de beyan etmiştir. Allah’ın koyduğu farzları iptal etmek ve koyduğu sınırları aşmak Allah’a ihanet etmeye girmektedir. Allah Rasûlü’nün sünnetini geçersiz kılmak ve sırlarını müşriklere vermek de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ihanet etmek demektir.
Müslümanların emanetlerine ihanet ise ganimetlerine ihanet ederek ondan çalmak, insanların mal, aile, sır ve ibadet olarak yaptıkları amellerde güven duydukları şeylere ihanet etmektir.[1]
Ebu Mansur Muhammed bin Muhammed el-Maturidi rahimehullah der ki: “Allah azze ve celle ‘Sizi insanlara karşı şahitler olasınız diye vasat yolu tutan bir ümmet kıldık’ (Bakara, 143) buyurarak bu ümmeti orta yolu tutan bir ümmet yapmıştır. Sanki Allah ‘Ey iman edenler! Allah sizi güvenilir, adil ve orta yolu tutan bir ümmet kıldı. Artık Allah’a ihanet etmeyin!’ demek istemiştir.[2]
Müfessirlerin bu ayetin nüzulüyle ilgili olarak iki hadiseye dikkat çekmişlerdir. Bunlardan birincisi Kureyzaoğulları Savaşı’nda Ebu Lubabe radıyallahu anh’ın kıssasıdır. Allah (Yahudilerin) kalplerine korku salınca onlar da kalelerine kapandılar ve savaşmaya cesaret edemediler. Müslümanlar da onları sıkı bir kuşatma altına aldılar. Ancak kuşatma süresi uzayınca Yahudiler müttefiki oldukları bazı Müslümanlarla istişarede bulunma taleplerini ilettiler ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den kendilerine Ebu Lubabe’yi kendilerine istişare için göstermesini istediler. Allah Rasûlü de onu gönderdi. Ebu Lubabe’yi görünce erkekler ayağa kalktılar, kadın ve çocuklar da önünde ağlamaya başladılar. Ebu Lubabe bu manzara karşısında onlara acıdı. Yahudiler “Muhammed’in hakkımızda vereceği hükmü kabul etmemizi uygun görüyor musun?” diye sordular. O da kesileceklerini ima edercesine eliyle boğazına işaret ederek “Evet, öyle!” dedi. Ancak daha sonra yaptığı bu işaretle Allah’a ve Rasûlü’ne ihanet ettiğini fark etti. Doğruca Mescid-i Nebevi’ye gidip kendini mescidin direklerinden birine bağladı ve bağını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den başkasının çözemeyeceğine dair yemin etti. Durum Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e iletilince şöyle buyurdu: “Eğer doğrudan bana gelmiş olsaydı ben onun için af dilerdim. Ancak madem ki böyle yapmayı uygun görmüş, o halde Allah onun hakkındaki hükmünü verinceye kadar kendi haline bırakalım.”
Ebu Lubabe 6 gün boyunca mescidin sütununa bağlı kaldı. Hanımı geliyor, namaz için onu çözüyor, daha sonra Ebu Lubabe kendisini tekrar sütuna bağlıyordu. Nihayet Ümmü Seleme radıyallahu anh’ın evinde tevbesinin kabul edildiğine dair vahiy indi ve Ümmü Seleme ona bu müjdeyi verdi. Bunun üzerine insanlar kalkıp bağını çözmek istedilerse de o bunu kabul etmedi ve bizzat Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bağını çözmesini bekledi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de sabah namazına gelmek için yanından geçerken onu çözüverdi.[3]
İkincisi ise Hatıb bin Ebi Belta radıyallahu anh’ın kıssasıdır:
“O, Kureyşlilere Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerlerine geldiğini haber vermek üzere bir mektup yazdı. Mektubu da ücret karşılığında bir kadına verdi. Konuyla ilgili haber Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e vahiy yoluyla gelince hemen Hz. Ali, Mikdad, Zübeyir ve Ebu Mevsed el-Ganevi’yi kadını yakalamak üzere görevlendirerek şu talimatı verdi: ‘Hah Çayırı’na gidin. Çünkü orda (Mekke’ye) mektup taşıyan bir kadın var. O mektubu ondan alın.” Hz. Ali ve ekibi bahsedilen yere geldiler ve mektubu kadından istediler. Kadın ‘Bende mektup yok’ dediyse de onlar ‘Ya mektubu çıkarırsın yahut seni (tepeden tırnağa) soyup ararız’ diye ısrar ettiler. Kadın da mektubu saç örgülerinin arasından çıkardı. Sonra ekip mektubu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e getirdi ve o da mektubu yazan Hatıb’a ‘Nedir bu ey Hatıb?’ diye sordu. Hatıb ise Mekke’de ailesi, çoluk çocuğu ve aşireti olduğunu ve Kureyş ile arasında onları korumasını sağlayacak bir yakınlığı olmadığını, bu sebeple ailesini koruyabileceği bir nüfus elde etmek istediğini söyleyerek mektubu İslam’dan döndüğü ve küfrü benimsediği için yazmadığını belirtti. Bunun üzerine Hz. Ömer ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bırak da şunun boynunu vurayım. Çünkü o Allah ve Rasûlü’ne ihanette bulunmuş ve münafıklık etmiştir!’ dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurdu ‘O, Bedir Savaşı’na katılmış biridir. Kim bilir belki de Allah Bedir’e katılanlara yönelik olarak ‘Dilediğinizi yapın çünkü ben sizleri bağışladım.’ demiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer’in gözleri doldu ve ‘Allah ve Rasûlü daha iyi bilir’ dedi.[4]
Ayet ile İlgili Mülahazalar
1) Müslüman, Allah’a ve Rasûlü’ne ihanet etmek gibi çok büyük bir suç işlemek şöyle dursun, en ufak bir ihanet girişimini kalbinden geçirmeyi bile çok ağır bir durum olarak görür. Çünkü küçük ihanetlere alışan büyük ihanetlere zemin hazırlamış olur.
2) Hain insanlar iki sürü arasında kalan koyun gibidir. Hiç kimse onu sahiplenemez, tıpkı münafıkların durumunda olduğu gibi. Müslümanlara onlara nifak alametleri sebebiyle güvenemezler. Kafirler ise zaten kendileriyle iş birliği yapan hainleri bir gün kendilerine zarar verirler diye dost edinmezler.
3) Müslümanların bir delikten iki kere ısırılmamaları için tarihlerinde meydana gelmiş ihanet hadiselerini çok iyi bilmeleri gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gafletiyle ihanete meyleden sahabilerine olan merhameti ve küfürlerinden dolayı zarar vermek için ihanete meyleden Yahudilere muamelesi bu konuda dikkat edilmesi gereken durumlardandır.
4) İhanet bu dünyada da er veya geç karşılığı olan bir davranıştır. Kısa vadede insan kurtulmuş gibi görünse de uzun vadede ihanet mutlaka ortaya çıkar. Müslümanın bu durumdan kendisini koruması için Allah’a çokça dua etmesi gerekir. Ancak ihanet suçu, kıyamet günü mutlaka herkesin önünde ortaya çıkacaktır. İşte asıl perişanlık o gün belirecek ve hainlerin en büyük ihaneti kendilerini cehenneme sürükleyerek yaptıkları ortaya çıkacaktır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle der: “Ahdini yerine getirmeyen her hain için kıyamet gününde bir bayrak dikilir.”[5]
[1]. Aynı ayetin tefsirinden
[2]. Te’vilatul Kur’an, aynı ayetin tefsirinden
[3]. Safiyurrahman el- Mübarek Furi, Siyer-i Nebi
[4]. Buhârî, Meğazi, 46
[5]. Buhârî, Fiten 7111