Türkiyeli Şehitler – Cihan Malay / 2025 Şubat / 147. Sayı
HAYATI
Ailesi aslen Bitlisli olan Selami Yurdan, 1966 yılında Ağrı Patnos’ta altı kardeşin üçüncüsü olarak dünyaya geldi. İlkokulu burada okuduktan sonra ailesi 1978 yılında İstanbul’a taşınır. Önce Küçükçekmece’nin Kanarya semtine, ardından Fatih ilçesine yerleşti.
Bazı arkadaşları yaptığı kunduracılık mesleğinin onu İslam’a davetten geri bırakmadığını, onun “Gençleri İslam’a kazandırmakta inatçı ve herkesin maddi-manevi yardımına koşan bir kimse” olduğunu anlatır. Bu yüzden de esnaflar arasında “Hoca” diye bilinirdi.
İslam’ı gerçek anlamda anlayan kimseler, inandıkları İslam’ı yaşamak için de fedakârlık yapması gerektiğini de bilen kimselerdir. Selami Yurdan da bu hakikati dile getirerek şöyle diyordu: “Arkadaşlar İslami mücadele işten arta kalan zamanlarda, boş zamanlarda verilecek bir mücadele değildir. İslami mücadele bizim bütün hayatımızı kaplamalıdır.”
Tanıyanlar, şu şahitliklerde de bulunurlar:
“Bursa Özel Tip Cezaevi önünde, Ağustos sıcağında… O Ağustos sıcağını, hiç unutamıyorum. O sıcak altında, cezaevi idaresi tarafından kasıtlı olarak cezalandırılan arkadaşlarına yapılan zulme engel olmak için gelen Müslümanların arasındaydı Selami…
Beyazıt Meydanı’nda sıcak, kavurucu güneş altında Bosna’da zulme maruz kalan Boşnak Müslümanlara destek gayesiyle toplananlar arasındaki Selami…
Sıcak, soğuk, kar, kış demeden, zor durumda olan Müslümanlara destek toplantılarının ve gösterilerinin olduğu tüm meydanlarda görebilirdiniz Selami’yi…”[1]
BOSNA SAVAŞI
Sovyetler Birliği ve komünizm ile yönetilen rejimlerin yıkılmasından nasibini alan ülkelerden biri de 6 ülkenin bir araya getirilerek oluşturulduğu Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti oldu. Bunlar:
– Bosna-Hersek Sosyalist Cumhuriyeti
– Hırvatistan Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti
– Karadağ Sosyalist Cumhuriyeti
– Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti
– Sırbistan Sosyalist Cumhuriyeti (Kosova Özerk Sosyalist Bölgesi)
– Slovenya Sosyalist Cumhuriyeti.”
Komünist lider Tito’nun 1980’de ölümüyle bu cumhuriyetlerden her biri iki yıl başkanlık yapmak üzere anlaştı. 1991 yılında sıra Hırvatistan’a gelince, Sırbistan başkanı Miloseviç bunu kabul etmeyerek bağımsızlığını ilan etti. Uzun yıllardır bir arada yaşayan ve iç içe geçmiş olan halklar arasında büyük bir savaşın ateşini fitilledi. Önce Hırvatistan’a saldırdı ve katliamlar yaptı. 1992 yılında ise Avrupa’da Müslüman bir devletin olmasını hazmedemediklerinden Bosnalı Müslümanlara saldırıya geçtiler.
Bosnalıların silah ve mühimmat konusunda zayıf olmasını da fırsat bilen Sırplar, Müslümanlara akıl alması zor işkence ve katliamlarda bulundular. Bu olaylardan birinin canlı şahitlerinden biri şöyle anlatır:
“1992 Kasım’ında Bosna’ya gitmiştim. Orta Bosna’da bulunan Zenica (Zenisa) şehrinde, Müslimanski Snage’den (Müslüman Kuvvetler) Edin adındaki genç; kendisiyle tanıştığımızda, 2 ay önce, esir değişimiyle kurtulabilmişti. Esaret döneminde yaşadığı bir olayı anlatırken bayıldı.
Kendine geldiğinde, tekrar anlatmaya başladı ve olayı her hatırladığında, bayıldığını söylüyordu. Altı arkadaşını, gözleri önünde testereyle kestiklerini anlatırken, sanki o anın dehşetini, tekrar yaşıyor gibiydi.
Gazeteci Roy Gutman’ın, Bosna’da Soykırım Günlüğü kitabından:
“Ziba Hasanoviç, 18 yaşında Sırp istilasının ikinci gecesi, geçici olarak oluşturulan geneleve götürülmüş. Tecavüz edenlerin hepsini tanıyorlarmış. Çünkü komşularıymış.”[2]
İmam İsmet Spahiç bir Boşnak şehit cenazesinde konuşuyor:
“İnsanlık tarihinde ilk kez bütün dünyanın gözü önünde, kameralar önünde gerçekleşen bu katliamlar, Avrupalı olmak istediğimiz Avrupa, bu trajediyi, kızlarımızın, analarımızın ve kız kardeşlerimizin tecavüz edilmesini, öldürülmemizi sakin bir şekilde izliyor.
Onun için sizin dünyanın en şanlı ordusu olduğunuzu söyledim. Çünkü burada insanlık için savaşılıyor.
Avrupa’nın gömdüğü insanlığı sen kurtarıyorsun. Onun için kendinle gurur duy ve yiğitçe savaş. İyi bilin ki mutlaka öleceğiz. “Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimseye ölüm yoktur. (Ölüm) belli bir süreye göre yazılmıştır.” (Âl-i İmran, 145)
Biz şüphesiz zafere doğru gitmekteyiz. Onun için kendimize, dinimize dönelim, bununla gurur duyalım. Toplama kampını Müslüman icat etmedi. Hiçbir katliamı Müslüman icat etmedi.
O insanların arasında dostunuzun olmadığını iyi anlayın, etrafınızda caniler olduğunu anlayın. Gözlerimizi örten perdeyi yırtıp anlayalım artık suçumuzun sadece Müslüman olmamızın olduğunu.”[3]
Savaş zamanında Sırplara yapılan destek ve onların yaptıklarına dair de şöyle anlatılır:
“Saraybosna, dağların ortasında bir vadide kurulu. Savaş sırasında bu şehre hâkim dağları Sırplar ele geçirmiş. Keskin nişancılar, ağır silahlarla aylarca vurmuşlar şehri. Yunanistan’dan, Rusya’dan, Belgrat’tan sırf Müslüman avlayıp aralarında yarışmalar düzenlemek için gelen cellatları duyunca kanımız donuyor. Onca süre olanlara sessiz kalınmış, 300 bin Müslümanın katli izlenilmiştir. “[4]
SELAMİ YURDAN BOSNA’DA
Selami Yurdan, 1992 yılında başlayan ve 1995 yılına kadar Bosna Savaşı’nın ilk zamanlarında Sırp ve onlara destek verenlerin zulmüne karşı Müslüman Boşnak kardeşlerine yardım etmek için Bosna’ya gitti.
Şehit olmayı arzulamak, bir sevdadır. Bu sevdaya tutulan kişi, uzakları yakın, zorlukları kolay görür. İnsanlar onun yaptıklarına şaşırsa da yaptıkları ona çok normal gelir.
Şehadet arzusuyla dolan Selami, bu arzusunu şöyle dile getiriyordu: “Bir gün yolların ayrılış noktasına gelirsek, tercih hakkını nasıl kullanacağım hiç düşünmem… Çünkü tercihini yapmış birisiyim… Varlığım anlam kazanmıştır. Anlam kazanan yerde şehit düşmeye de hazır bulunuyor… “Cephede sık sık, “Arkadaş! Biz buraya şehit olmaya geldik.” sözleri, onun şehitlik arzusunu göstermektedir.
İlk olarak Sovyet işgaline karşı mücadele verilen Afganistan’a gitmeyi arzulasa da bu nasip olmadı. Abisi Recai, “Selami Afganistan için gerçekten çırpınanlardandı. Ailelerin yüzüklerini bile Afganistan mücadelesi için Selami’ye verdiklerine şahidim. Selami o zamanlar 17-18 yaşlarındaydı. Ancak güzel, aktif, dertli bir gençti.” Ancak o, arzusuna ulaşmak için Bosna’ya gitmeye karar verir. Gitmeden önce de abisi Recai’ye “Abi bana dua et şehit olayım.
Bu elbise kefenim olsun” diyerek kendisine dua etmesini ister. Gerçekten o elbise ona kefen olur.
İşi gereği ithalat ve ihracat da yapan Selami, Macaristan’dan yün ithal ediyordu. Bosna’ya giderken babası ile helalleşip ticaret yapmak için Balkanlara gideceğini söyledi. 5 arkadaşıyla Macaristan üzerinden Bosna’ya giremeyince, Makedonya üzerinden zorlu bir yolculuğun ardından 16 günde ancak Bosna Hersek’in Travnik cephesine gidebildiler.
Sırp canilerinin Müslüman Boşnak halkına yaptıklarına sessiz kalmayı âr sayarak çıktığı şehadet yolculuğunda, henüz bir haftadır geldiği cephede bir çatışma sırasında 22 Ağustos 1992’de, 26 yaşında Türkiye’den Bosna’ya giden ilk şehit oldu. Rabbimiz şehadetini kabul buyursun.
“Her Müslüman erkek ve kadın, bedel ödemeye hazır olmalıdır.” diyen Selami Yurdan, en değerlisini yani canını bu yolda bedel olarak Allah’a sunmuş.
Cephe arkadaşı Ufuk, bu operasyonu şöyle anlatıyor:
“Bosna’ya geldiğimizde eğitime gittik. Orada bir Türk arkadaş vardı, vurulmuştu. Arapların yanında bir operasyonda yaralanmıştı. O’nu gördüm. Ben daha evvelden onu tanıyordum. Dedim ki: “Bizi Arapların yanına götür.” O da dedi ki: “Visoko’da büyük bir harekât yapılacak.” Özellikle Selami “Biz oraya gidelim” dedi. Biz üç gün orada kaldık. Ondan sonra, tutturdu: “İlla oraya gidelim. Orada cihad var, biz oraya gidelim.” Biz ise “Türbe cephesine gidelim” diyorduk. O cephede, o kadar büyük çatışma olmuyordu. Ben cephede bulunan Araplara haber yolladım. Araplar bizi çağırdılar. Biz oraya gittik. Bir gün silah atışı yaptık. O akşam yattık, sabahleyin yola çıktık.
Yolculuk boyunca doğru dürüst konuşmamıştı. Sabah üçte yola çıktık. Saat on bir de cepheye yakın bir yere vardık. Orada bir gün dinlendik. İkinci günün gecesinde, saat üçte kaldırıldık ve cepheye gittik. Önümüzdeki sırada Boşnaklar vardı. 50-55 kişi civarındaydık. Oradan operasyona gittik. Saat 07,00 civarında operasyon başladı. Biz, operasyon sırasında ayrılıp Sırpların arasına girmişiz. Zaten nereye gittiğimizi, çıktığımızı bilmiyorduk. Selami devamlı olarak “Arkadaş! Biz buraya şehit olmaya geldik” deyip, şu ayeti okuyordu: ‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.’
O arada yanıma bir Boşnak grubu geldi. İlerlenecekti. Selami, bana ‘Hadi Ufuk yürü!’ dedi. Söylediği son dünya kelamı bu oldu. Ben onların arkasına geçtim. Benim önümde bir arkadaş, onun önünde de Selami vardı. Aramızda en fazla on metre vardı. Biz mevzi aldık. Üzerimize, sağ yani doğu tarafından, ateş ediliyordu. Bulunduğumuz yer ormanlıktı ve yerde, tam dört parmak kalınlığında kuru yapraklar bulunuyordu. Bastığımızda kayıyorduk. Ateşe devam ediliyordu. Önümüzde mayınlı bir bölge olduğunu önceden biliyorduk. Geriye doğru çekiliyorduk ki tam o sırada mayınlı bölgenin Sırp tarafından, bizim bulunduğumuz bölge, ağır silahlarla taranmaya başladı.
Daha sonra gördüğümüzde bir kurşunla vurulduğunu anladık. Kurşunu yedikten sonra, kalan son gücüyle beş defa tekbir getirdiği anlaşılıyordu. Yanımdaki arkadaş bana bağırdı: ‘Ufuk! Selami vuruldu. Git onu al!’ Ben hemen yerimden fırladım. Vurulduktan sonra geriye doğru yamaçtan yuvarlanmıştı. Yanına ulaştığımda, yüzüstü yatıyordu. Karın boşluğundan tek kurşun yemişti. Kurşun, girdiği yerin tam arkasından çıkmıştı. Ruhunu Allah’a teslim etmişti. Ben Selami’yi aldım, geri hatlarımıza doğru götürüyordum. Arkamızdan yaylım ateşine devam ediliyordu. Aramızdan yüzlerce kurşun geçiyordu. Etrafımıza havan mermileri düşüyordu. Yaprakların üzerinden kaya kaya gidiyorduk. Üzerimize sürekli olarak ateş ediliyordu. İki kişi, kol ve bacaklarından yaralanmışlardı. Ama şehit olmak sadece Selami’ye nasip olmuştu.
Daha sonra doktorlar, kurşun bacaklara giden ana damarı parçalamış, yoksa tek kurşunla ölmez, dediler. Saldırdığımız bir Sırp kasabasıydı. Sırplar da çok büyük kayba uğramışlardı. Selami bu şekilde şehit oldu. Konuşmadı, son sözü de tekbir olmuştu. Birçok arkadaş vardık. Fakat tek vasiyet eden o idi.
Silahlı olarak fotoğrafının çekilmesini istemiyordu. Daha önce gömüleceği yeri göstererek, ‘Beni buraya gömün’ demişti. Ayrıca ‘Beyazıt’ta benim için cenaze namazı kılın’ diyordu. Terlikler almıştı ve ‘Bunları benim kardeşime götür’ demişti.
Selami’yi vasiyeti üzerine Travnik şehrinde bulunan, Osmanlı’dan kalma Hacı Ali Baba Camii mezarlığına gömdük. Defin olayı bittikten sonra, birden yağmur yağmaya başladı. 84 günden beri yağmayan yağmur, akşama, hava kararana kadar devam etti. Bir daha da yağmadı. Ümmete mübarek olsun.”[5]
Hakkında yazılan bir şiir şöyledir:
“Bosna’da dağlarda en önde kavgada
Savaşır bir yiğit vurulur bağrından
Yürek dayanmadı çocuklar ölürken
Dünya uyanmadı insanlık ölürken
Ey şehid ey şehid Selami Bosna’da dağlarda bir şehid Selami
Bosna’da dağlarda bir şehid Selami, bir yiğit Selami.”
Son sözleri de şu mısralar ile ifade edildi:
“Ve duası kabul oldu bir kurşun onu buldu.
Ondan duyulan son ses Allahu Ekber oldu.”
Onun şehadetinin ardından yaptığı fedakârlık ve adının unutulmaması adına, Türkiye’den gelenlerden Zenica (Zenisa) şehrinde “Şehit Selami Yurdan Cephesi” kurulmuş. Bu cepheye Türkiye’den gidenlerden 22 kişi de şehit olmuştur.
Selami, şehadetinden önce İstanbul Beyazıt Meydanı’nda gıyabi cenaze namazı kılınmasını vasiyet etmişti. Bu vasiyetine uyularak 28 Ağustos 1992 günü Cuma Namazı sonrasında, öncesinde nice şehit için “Şehitler Ölmez!” söylediği yerde, toplanan kalabalığın “Şehidler Ölmez! Şehid Selami Yolun Devam Edecek!”, “Yaşasın Bosna Direnişimiz”, “Kahrolsun Emperyalist Kafirler” sloganları arasında vasiyeti yerine getirildi.
O gün babası Ferman Yurdan, namaz sonrası şu sözleri söyledi:
“Selami’nin düğününe hoş geldiniz. Bu gıyabi cenaze namazını oğlum Selami’nin düğün merasimi olarak kabul ediyorum. Ey nüfus kağıdında İslam yazanlar, bu dava hepimizin davasıdır. Ben bugün oğlum Selami’nin Bosna Hersek’te şehit olmasının gururunu taşıyorum. Benim bir Selami’m gittiyse, geride daha beş Selami’m var. Şehitlik Cenab-ı Allah’ın lütfudur. Eğer beş yüz oğlum değil, beş milyon oğlum olsa bile, onları da Allah yolunda feda etmeye hazırım. Davamıza hep birlikte sahip çıkalım.”
Baba Ferman Yurdan, 68 yaşında oğlu Selami’nin izinde Bosna Savaşı’na katılmak için yola çıktı. Genç mücahitlerle Bosna’nın savaş ortamını yaşadı, temiz havasına karışan barut kokusunu soludu. Dolaştığı her yerdeki Boşnaklar, onu “Hacı Baba” diye sevdi. Tesettürü olmayan genç kızlar onu görünce, “Baba bize kızar” diye yollarını değiştirdiler. Hırvatlar onu birkaç gün tutukladı. O heybetiyle onları da hizaya soktu.[6]
SEVENLERİNİN DİLİYLE SELAMİ YURDAN
Selami’nin annesi, taziyeye gelenlere oğlunu şöyle anlatır:
“Müslümanların ezildiğini gördükçe çok üzülüyordu. Nerede bir şehit haberi alsa, onun resmini bulup getiriyor, şehitlerin resmini diziyordu. Hep düşüncesi şehitlikti. Bosna Hersek’teki duruma çok üzülüyordu. ‘Orası İslam toprağı, mutlaka kurtulacak, ben gidip oraya yerleşeceğim’ diyordu. Giderken Macaristan’a diye çıktılar. Hakkınızı helal edin. Kardeşimi evlendirin’ dedi. Düğün istemedi, sırasını kardeşine verdi. İşte bugün düğününü yaptık oğlumun. Meğer o, böyle bir düğün istiyormuş.”
Abisi Recai Yurdan, kardeşi Şehid Selami Yurdan ile ilgili şunları söyler:
“O Bosna cihadına gitmeden düzenli işi olan, 26 yaşında araba ve ev sahibi olan biri idi. O dönemde bu yaşlarda araba ve ev sahibi olmak kolay değildi.
Selami’nin odasının biri, şehit resimleri ile dolu idi. İslam dünyasının tüm şehitlerinin resimleri vardı. İslam dünyasındaki tüm âlimlerin kitaplarını okur, evrensel İslami bilince sahip bir Müslümandı. İhtilaflı konuların konuşulmasına karşı çıkardı. Bunun Müslümanlara bir şey kazandırmayacağını biliyordu. Selami bu duygularla Bosna cihadına gitti. O macera aramaya gitmedi. Onu Bosna’ya götüren tek şey şehadete olan aşkı idi.”
En yakın arkadaşlarından olan Hakan Ece de onu şöyle anlatır: “Kendisi saya işi (kundura imalatı) yapardı. Ben de aynı meslekte o zamanlar iştigal ediyordum. Atölyem vardı, hasbelkader Selami de aynı işi yapıyordu. Ben ayakkabıcılığı bıraktım, daha sonra Gaziosmanpaşa’da eczacılığa başladım. Selami ile telefonda konuşurken “Beraber ders yapalım” dedi ve Kumkapı’ya davet etti. Perşembe günleri akşam bir araya gelerek, her hafta ders yapmaya başladık.
Bir gün hiç unutmuyorum dedi ki: “Hakan’ım sana bir akşam sürpriz yapacağım”. “Tamam” dedim. Selami söylediği günden 3 gün sonra yanıma geldi. Baktım bana bir çift ayakkabı getirmiş. “Niçin ayakkabının numarasını sormuyorsun? Bana getirmişsin 40 numara ayakkabı, ben 43 numara giyiyorum” deyince, ikinci bir defa istediğim numarada getirdi.”[7]
Yakın dostlarından Kerim Demir de onu şöyle anlatır:
“Geçmişimi bilseydiniz bana selam bile vermezdiniz ama Selami elimden tuttu ve beni o çukurdan çıkardı.
Selami anlatılmaz yaşanır. Onun samimi davası, mücadelesi, insanları kazanma çabası çok nadir insanlarda görülen bir özellikti.
O zamanlar Kadırga’da meyhaneciydik. Selami de bizim mahallede ayakkabıcıydı ve tesadüfen tanıştık. Yanına gider, her şeyi rahat rahat konuşurduk. Bizi itip kakmazdı. Hep samimi davranıp dostluk gösterirdi. O böyle yaptıkça ben de ‘Bu nasıl bir insan, neye inanıyor ki bu kadar samimi birisi’ diye sorgulamaya başladım. Çünkü çevremizde böyle bir samimiyet kalmamıştı. Bizi kendisine çeke çeke inançlarını sorgulamaya, verdiği kitapları okumaya başladım. 2-3 kitap verdi, hayatımızı değiştirdi. O kitapları okudukça dünyaya sataşır olduk. Dünya bize ters gelmeye başladı.”
Onunla geçen bir anısını ise şöyle paylaşır: “Bir gün Fatih’te gezerken yanımızdan küpeli bir genç geçti. Ben dönüp bakınca, Selami, ‘Ne gördün?’ diye sordu. Ben de: ‘Bana tuhaf geldi’ dedim. Çünkü daha 90’lı yılların başındaydık. Selami bana: ‘Kerim! Kulağı küpeli Ahmetlerden, başı açık Ayşelerden uzak kalmayın’ dedi. “Neden?” diye sorunca, ‘Bak onlarda bir iman var ve üstü küllenmiş olabilir. Ancak gün gelecek biz yorulduğumuzda onlar bu davayı sahiplenecek, biz geride kalacağız’ demişti.”
Asker arkadaşı Hüseyin Durmaz, onun hakkında şunları söyler:
“Şehit Selami ile 1986 yılında Ankara’da askerken tanıştık. Birbirimizi tanıdıkça daha samimi bir arkadaşlık kurduk. Teskere aldıktan sonra İstanbul’da yeniden görüşmelere başladık. Beraber sohbetlere gittik, derslere katıldık.
Selami Yurdan’ın dava adamı bir kişiliği vardı. Mazlumun yanında, zalimin karşısında duran bir yapıya sahipti. Askerde de bunu gördüm. İstanbul’a geldiğimizde de beraberken aynı şekilde devam etti. Hatta Bosna’ya gitmeden önce de birkaç akşam oturup sohbet ettik. Selami’de farklı bir ruh hali vardı. Sanki şehit olacağını biliyordu. O niyetle gidiyordu.
Gitmeden önce bir takım özel eşyalarını bile dağıttı. Bana birkaç kitap hediye etti. Daha sonra işlerini bıraktı. Dünya süsü onu aldatmadı. Gitmeden önce sürekli ‘Evlenmeyecek misin?’ diye soruyorduk. O da ‘Hurilerle nişanlıyız’ diyordu.”
GECE NOTLARI
Selami Yurdan, ara ara yazdığı yazılarına “Gece Notları” başlığını atmıştı. Onlardan birkaçı:
İnandığım İslam
“Ders arkadaşlarıma, meslektaşlarıma, hocalarıma, sanatçılara, entellektüellere, değişik ideoloji mensuplarına, hümanizm-demokrasi-özgürlük felsefelerine ilişkin çeviri kitapları okuyanlara, adalet taraftarlarına, insanlığın özgürlük ve kurtuluşunun sorumluluğunu hissedenlere ve benim sınıfımdan olanlara, şunu demek istiyorum:
İslam sizin sandığınız gibi değildir. Benim bu dinle ilişkimi sürekli kılan ve koruyan, insani sorumluluk ve bilimsel bir akidedir. Yoksa ne dinin sırtından rızkımı temin ediyor ne itibar sahibi oluyor ne de sosyal bir mevki sahibi oluyorum. Belki dini akidem hatırına, bunların tümüne tekme vurmuşum.
Ben de zulüm ve adaletsizlikleri, aykırılıkları, dengesizlikleri kökten kaldırmanın çabasındayım. Özgür insanın oluşması yolundadır gayretim.
Öyle bir dinin izindeyim ki, yoksulluğu, sınıf çatışmasını kaldırır. Öyle bir dine inanıyorum ki, insanlara bu dünyada kurtuluş ve özgürlük bağışlar. Öyle bir sorumluluğu yüklenmişim ki, bu sorumluluk, hemen herkese bu dünyada dirilik ve olgunluk kazandırır. Öyle bir akideye inanıyorum ki, adalet terazisini ölümden önce, çağdaş toplumda ikame eder. Müslüman oluşum bundandır işte.
Her şeyimi, imanım hatırına gözden çıkartmışım. Görüyorsun ki bunların karşılığında elde ettiğim şey, ehl-i imanın töhmet, sövgü ve acımasız tavırlarıdır. Biliyorsun ki, eğer hayatımı bu yolda vakfetmek yerine, başka yollara vakfetseydim; rezilliğe bulaşmış, fakat bağ-bahçe, konak, araba sahibi, sosyal mevki sahibi biri olurdum. Veya fakültede profesör ve çağdaş kuşak nezdinde saygın bir kişi olurdum. Ama ben onların tavrıyla iş yapmayıp bütün gücümle bilgi ve kaleminle, Allah, din, İslam´ın peşine düştüğümden, artık onların benle bir işleri kalmamıştır…”
Gecemin Adı Hüseyin
“Bu gece düşünüyorum Hüseyin’i. Kerbela çölünde, yalnızlık kenarında hayata yumulmuş gözlerini, kesilmiş kafasını, yere dökülmüş hayat bahşeden kanının her damlasını, çınlayan kılıç seslerini.Düşünüyorum. Suçu neydi acaba bu öksüzlerin, bu garip ve muhacirlerin. Tek suçları mevcut sultayı kabullenmemek değil miydi? Ve kesilen başlar, dökülen kanlar, işte şimdi yeniden hazır.” (1990)
Acaba Ben Nasıl Bir Müslüman’ım
“Bu gece efkarım umumidir, hususi değil. Şimdi Eyüp mezarlığından geldim. Duygu ve düşüncem ölüm üzerinedir. Tasavvur ediyorum dün ölenleri, yaşamaktan tiksiniyorum.
Acaba ben nasıl bir Müslüman’ım, inancımı yargılıyorum. Mezar taşlarındaki manaları düşünmeye çalışıyorum.
Dün bizim gibi yiyen, içen, dünya hırsıyla koşan, hiç ölmeyecek gibi mal hamallığı yapan insanları uykulu halimle düşünüyor ve kahroluyorum.
Binlerce yıl insanlar gelmiş, gitmiş. Ama bir şeyler bırakmış ama götürmüş. Her zaman götüren kârlıdır. Bizler de inşallah götüren kervanda olacağız. İnşallah ya Rabbi beni de götüren kıl ne olur?”
Benimle Birlikte Olmaya Hazır mısın?
“Sen! Gözyaşını silerek devrilmeye
Vurulup, kanlar içinde dönmeye
Sevdiğini ve sevdiklerini terk etmeye
Benimle birlikte olmaya hazır mısın?
Kanlar içinde boğuşup dövüşmeye
Kanayan yaranı, karlarla dağlamaya
Olmaz olsun bütün emperyalizm demeye Benimle birlikte olmaya hazır mısın?
Ey sen! Gecelerini uykusuz sabah
Gündüzlerini, gecesiz gün
Halk içinde Hak için, sabahsız uykuya yatmaya Benimle birlikte olmaya hazır mısın?”
Benim Şikâyetim ‘Rabbime’
“Sana yöneldim ve sana dua ederek soruyorum Rabbim: ‘Ne olur benim dermanımı tez eyle gelsin.’
Gecemin şu vaktinde, Fatih’teki şu büroda, yalnız başıma seni zikredip senden yardım istiyorum: “Ya Rabbi! Beni, Salih kullarının arasında zikret.”
Ben bu Ramazan arifesinde senden temenni ediyorum; bana ve Müslüman’ım diyen herkese, Ramazan’ın gereği gibi idrâk edilmesini diliyorum.
Rabbim! Bu insan yığınlarına şuur nasip et! Bize de gereği gibi basiret…
Ramazan ayı geldi ama hiç mutlu olamadık. Bilmem nedir sebep? Herhâlde bir şey yapamamanın ezikliği olsa gerek…
Yalnızlık aşkıyla, geceleri seni ve sevgili kullarını anmaktan daha güzel ne olabilir?
Ey Yâr! Ey Dost! Sensin bize dost ve yâr…
Seni gereği gibi tanımak, ancak ilimle mümkündür.”
Bekle Bosna
Bosna Savaşı’na cihada giden bir Müslümanın hikayesini anlatan sözler.
“Müslümanlar inliyorken zulüm altında
Müminler ezilirken duramam anne.
Yollar beni bekliyor anne
Bosna beni bekliyor anne
Belki dönüşüm olmayacak
Hakkını helal et
Zalimler birbirine destek olurken
Ben seyirci gibi hissiz kalamam anne…
Yollar beni bekliyor anne
Bosna beni bekliyor anne
Belki dönüşüm olmayacak, hakkını helal et.
Mazlumların feryadını duyup içimde
Kardeşlerim ağlarken gülemem anne
Yollar beni bekliyor anne
Bosna beni bekliyor anne
Belki dönüşüm olmayacak, hakkını helal et”
Yararlanılan Kaynaklar
Mehmet Ali Tekin, Bosna Şehitlerinin Öncüsü: Selami Yurdan, Gerçek Hayat Dergisi, 19 Ağustos 2019.
Mehmet Ali Tekin, Bosna Trajedisi ve Şehit Selami Yurdan 1-2-3, Vakit Gazetesi.
[1]. Mehmet Ali Tekin, Bosna Trajedisi ve Şehit Selami Yurdan, Vakit Gazetesi.
[2]. Mahmet Ali Tekin, Bosna Trajedisi ve Şehid Selami Yurdan-3, Vakit Gazetesi, 22 Ağustos 2007.
[3]. https://www.youtube.com/watch?v=4tYEBHlieZM
[4]. Murat Çayır, Bosna Gezisi, İlim Yayma Vakfı Bülteni, Sayı: 3 (Mart 2008), s.19.
[5]. https://www.mepanews.com/selami-yurdan-kimdir-54508h.htm
[6]. Bahattin Yıldız, Cihad ve Şehadet (Selami Yurdan), https://www.bahattinyildiz.com/
[7]. https://www.hicrethaber.com/albay-selami-yurdan-sehadetinin-25-yilinda-roportaj/4141/