Veriyle Kapanan Kalpler: Ekranların Ardında Unutulan Sorumluluk

Kapak Dosya – Orhan Sağlam / 2025 Ağustos / 153. Sayı

Dijital çağın içindeyiz. Verilerle örülü bir dünyada, saniyeler içinde düşüncelerimizi, zevklerimizi, yönelimlerimizi hatta inançlarımızı dahi kayıt altına alan bir sistemin içindeyiz. Parmak izimiz gibi dijital izlerimiz de artık kimliğimizin ayrılmaz bir parçası oldu. Bu teknolojik gelişim, her ne kadar hayatı kolaylaştırıyor gibi görünse de beraberinde kimliğimizi, irademizi ve en önemlisi sorumluluklarımızı örten bir sis bulutunu da getiriyor. İşte bu yazı, dijital ayak izinden ekran bağımlılığına, oradan emanet bilincine ve nihayetinde kurtuluş yollarına uzanan bir farkındalık çağrısıdır.

1. Sessizce Bıraktığımız İzler: Dijital Ayak İzi ve Sorumluluk

Bugün internette gezinirken, bir haber okurken ya da bir uygulamada vakit geçirirken arkada bıraktığımız şey sadece veriler değil, aynı zamanda bir niyettir, bir seçimdir, bir kalp yöneliğidir. Tıpkı İmam Gazâlî’nin dediği gibi, “Kalp hangi yöne dönerse kişi de oraya gider.” Bıraktığımız her dijital iz, kalbimizin neyle meşgul olduğunun da göstergesidir.

Dijital dünyada attığımız her adımın kaydı tutulurken, bu izler yalnızca şirketler tarafından değil, ilahi sistem tarafından da kayıt altına alınmaktadır. “İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen bir melek hazır bulunmasın.” (Kaf, 18) ayeti, sadece konuşulan sözleri değil, dijital mecralarda yazılan, tıklanan ve paylaşılanları da içine almaz mı?

Bir sonraki aşamaya geçerken…

Veri izlerimizi kontrolsüzce bırakırken, zamanla bu dijital ortamların bizi nasıl şekillendirdiğini fark etmeden içlerine çekiliyoruz. Peki, bu girdabın asıl yönlendiricisi kim? İşte karşımıza çıkan yeni aktör: Yapay zekâ.

2. Farkında Olmadan Teslimiyet: Yapay Zekâ ve Kararlarımız

Yapay zekâ artık sadece bir araç değil, yönlendirici bir akıl hâline geldi. Algoritmalar bize neyi izleyeceğimizi, neyi satın alacağımızı, hangi fikre eğilim göstereceğimizi “öneriyor” görünüyor ama aslında bizi şekillendiriyor. Bu öneri sistemleri, bizi kendi içimizden yabancılaştırıyor; fark etmeden tercihlerimizi bizim yerimize yapıyor.

Bu durum, insanın iradesine yapılan sinsi bir müdahale değil midir? Modern bir istikamet şaşırtması… Nitekim Hz. Ömer şöyle demiştir: “Kendi nefsinizle hesaplaşın; hesaba çekilmeden önce.” Biz artık kendimizle hesaplaşmadan, yapay zekânın bizi yönlendirdiği yöne savruluyoruz.

Ve bu noktada… Zihnimizi yönlendiren bu mekanizmalar, sadece ne düşündüğümüzü değil ne kadar düşündüğümüzü de belirliyor. Zamanı nasıl kullandığımızı fark etmeden, günümüz ekranlarda eriyip gidiyor.

3. Ekranın Ardındaki Hırsız: Vakit Nereye Gidiyor?

İmam Şafiî’nin veciz sözüyle: “Zamanı kesmezseniz, zaman sizi keser.”

Zaman, fark etmeden elimizden kayan bir nehir gibi akıyor. Ve bu nehrin yönünü artık ekranlar belirliyor. Her gün saatlerimizi alan videolar, haber akışları, sonsuz sosyal medya kaydırmaları… Bunlar sadece vaktimizi değil, dikkat ve kalbimizi de çalıyor.

Ashab-ı kiramdan biri olan Abdullah ibn Mes’ud’un şu sözü ne kadar da yerinde:

“Bugün de ömrümden bir gün eksildi ve ben ne yaptım?”

Peki biz her ekranı kapattığımızda bu soruyu soruyor muyuz? Yoksa zamanın bize verdiği emaneti tüketiyor muyuz?

O hâlde sıradaki soru şu:

Bize verilen bu zaman ve dijital imkânlar birer nimet mi yoksa birer sınav mı?

4. Erişim Emaneti: Teknolojiyle Gelen Sorumluluk

Teknoloji, bize birçok kapıyı açtı; ama her açık kapının ardında bir sorumluluk da gizlidir. Erişim, her çağda bir imtihandır. Tıpkı Yahudilere Cumartesi yasağında olduğu gibi:

“Onlara cumartesi günü balık avı yasaklandı ama o gün balıklar akın akın geliyordu.” (A’râf, 163) Bu ayet bize gösteriyor ki, kolay erişim bazen Allah’ın kullarına olan imtihanıdır. Bugün biz de cep telefonlarımızla her bilgiye, her görüntüye, her eğlenceye ulaşabiliyoruz. Peki bu erişim, bizi sorumluluk sahibi bireyler mi yapıyor, yoksa ekran başında pasifleşmiş bir ümmet mi? Efendimizin uyarısı ise oldukça çarpıcıdır: “Öyle bir zaman gelir ki, insanlar çok olur ama denizin üzerindeki çer çöp gibi olurlar.”[1] Bugün nicelik olarak çok, ama içerik olarak zayıf bir ümmet görünümündeyiz. Sebebi ne? Kalplerimiz, ekranlara mahkûm olduğu için belki de…

İşte bu yüzden…

Kurtuluş için yeni bir bilinç inşa etmek zorundayız. Peki bu nasıl olacak?

5. Kurtuluşun Anahtarı: Dijital Oruç ve Kalbi Temizleme

Oruç, sadece yeme-içmeden uzak durmak değildir. Dijital oruç, gözümüzü ve gönlümüzü ekranlardan arındırmaktır. Haftada bir gün, belli saatlerde telefonlardan uzak durmak; bildirimleri susturmak, sosyal medya detoksu yapmak… Bunlar nefsin kontrolünü geri kazanmaya yönelik küçük ama etkili adımlardır. Tıpkı sahabeden Ebû’d-Derdâ’nın yaptığı gibi:

“Bir gün gözümü yere diktim ve bir taşta ne kadar vakit geçirdiğimi fark ettim. Gözümün de bir hesabı var dedim ve o gün kendime oruç tutturdum.”

Bugün gözümüz, kulağımız, zihnimiz… Hepsi dijital tüketimin içinde. O hâlde onları arındırmak da bir ibadettir. Dijital oruç, aslında kalbi yeniden inşa etme sürecidir. Ve şimdi…

Artık sadece sorunları tespit etmek değil, çözüm için adım atma zamanıdır. Ümmet olarak yeniden silkelenmenin tam zamanı.

6. Son Çağrı: Ey Dünyaya Dalmış ve Maddiyatla Oyalanan Müslümanlar!

Bu yazı bir uyarı, bir diriliş çağrısıdır. Teknolojiyi tamamen reddetmek değil; ona esir olmadan, emanet bilinciyle kullanmak zamanıdır. Erişim bizim için bir imkân olduğu kadar bir imtihandır da.

Ey mümin kardeşim!

Ey dünyaya dalmış, ekranlara mahkûm olmuş ve sorumluluklarını unutan Müslüman!

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sayıca çok olacaksınız ama denizin üstündeki çer çöp gibi olacaksınız.”

Şimdi o dönemden geçiyoruz.

Kalplerimiz veriyle kapanmadan, ekranların ardındaki sorumluluğu hatırlayalım.

Devir uyanma devridir.

Devir, kendini ve ümmeti yeniden diriltme devridir.

Devir, kalpleri yeniden Allah’a bağlama devridir.


[1]. Ebû Dâvûd