İlk Kıble… İkinci Mescid… İsra’nın Durağı, Miracın Merkezi Mescid-İ Aksa

Kapak Dosya – Orhan Abasız / 2024 Ekim / 143. Sayı

Ebu Zer radıyallahu anh şöyle dedi: “Ya Rasûlallah! Yeryüzünde ilk kurulan mescit hangisidir?” dedim. “Mescid-i Haram’dır” buyurdu. “Sonra hangisidir?” diye sordum. O, “Mescid-i Aksa’dır” buyurdu. “Bunların arasında ne kadar zaman vardır?” dedim. “Kırk yıl vardır” buyurdu.

Ali İmran 96. Ayette rabbimizin buyurduğu üzere

“… İnsanların ibadet etmesi için ilk kurulan ev, Mekke’deki o kutsal ve bütün alemler için hidayet kaynağı olan Kâ’be’dir.”

Hz. Âdem zamanında kabenin temelleri atılmış ve harem sınırları belirlenmiştir. Ebu Zer hadisinden anladığımıza göre Mescidi Aksa’nın sınırları da Hz. Âdem döneminde belirlenmiş ve insanlığın ilk günlerinden itibaren mübarek bir mekân olarak günümüze kadar gelmiştir. Rabbimizin Enbiya sûresi 71. ayetinde bize haber verdiği gibi Hz. İbrahim Babil’den Kenan diyarına gelmiş ve Mescidi Aksa’nın bulunduğu bu kutsal topraklar davetin merkezi olmuştur. “Onu da Lût’u da âlemler için, insanlar için kutsal kıldığımız topraklara ulaştırıp kurtardık.” (Enbiya, 71)

Hz. İbrahim ve oğlu İshak (as) bu coğrafyada yaşamış, nitekim peygamberlik nuru Yakup (as)’a geçmiş o ve oğulları da burada yaşamaya devam etmiştir. Ancak Yusuf (as)’ın önce kardeşleri tarafından kuyuya atılması daha sonra ise Mısır’da bir otorite elde etmesi sonrası; Kenan diyarında kıtlık olması sebebiyle Yakup oğulları (İsrailoğulları) Mısır’a göç etmiştir. Burada bir müddet hak din uygulandı ise de Yusuf aleyhisselamın vefatından sonra, Firavunların dinine geri dönülmüş ve İbrani ismi verilen İsrailoğulları köle edinilmiştir. Ta ki Allah Musa aleyhisselamı kavmini Mısır’dan çıkarması ve tevhid dinine davet etmesi için peygamber olarak seçmiş, nitekim firavuna karşı verilen mücadele neticesinde İsrailoğulları Mısır’dan çıkmıştır. Allahu Teâlâ Musa (as) ve kavmine bereketli topraklara gitmelerini ve orada bulunan kavme karşı savaşarak bu kutsal toprakları ele geçirmelerini emretmiş ancak İsrailoğulları bu ilahi emre karşı geldiklerinden dolayı 40 yıl çölde kalma cezasına çarptırılmışlardır. Hz. Musa’dan sonra Yuşa (as) bu toprakları fethetmek için girişimlerde bulunmuştur. Bu girişimlerden birini Rasûlullah bize şu hadisi şerifinde bildirmiştir: ‘’Güneş hiç kimse için batmaktan alıkonulmaz, ancak Beyt-i Mukaddesi (Kudüs’ü) fethetmek için gittiği gecelerden birinde Yuşa aleyhisselam için batmaktan alıkondu.’’

Sonraki dönemlerde burada Amalikalılar olarak adlandırılan kavim ile İsrailoğulları arasında pek çok savaşlar olmuş nitekim İsrailoğulları bu topraklardan tekrar çıkarılmış ve o dönemdeki peygamberlerinden kendilerine bir komutan tayin etmelerini istemişler ancak Allah’ın Talutu komutan ve lider olarak seçmesini hazmedemeyerek itiraz etmişlerdir. Peygamberlerinin Talut’un komutan olmasının alametinin Amalikalılarla yaptıkları savaşlarda ellerinden kaybettikleri ahid sandığının geri gelmesi olduğunu bildirmesi üzerine itaat etmek zorunda kalmışlardır.

“O’nun hükümdarlığının işareti, Tâbût’un size gelmesidir ki, onun içinde Rabbinizden bir iç huzuru ile Musa ve Harun ailesinden geriye kalan bir hatıra vardır. O’nu melekler taşımaktadır. Eğer inanıyorsanız bu olayda sizin için Tâlût’un hükümdarlığına bir belge vardır.” (Bakara, 248)

Kıssanın devamında haber verildiği üzere ordu bir nehirle imtihan edilmiş ordunun pek azı hariç neredeyse tamamı nehirden içerek imtihanı kaybetmiş ve düşman ordusuyla karşılaşınca bizim bugün Calut ve ordusuna karşı gücümüz yok diyerek oturdukları yerde kalmışlardır. Ancak kesin olarak Allah’a kavuşacaklarını bilenler: “Sayıca az nice topluluklar var ki; Allah’ın izniyle büyük kalabalıklara üstün gelmiştir. Zira Allah, güçlüklere karşı sabırlı olanlarla beraberdir” diye cevap vererek büyük bir sebat örneği göstermiş ve neticede büyük bir zafer kazanarak bu mübarek toprakları fethetmişlerdir. Yapılan savaşta Davud, Calut’u öldürmüş ve sonraki dönemde hem bu toprakların hâkimi hem de İsrailoğullarının peygamberi olmuştur. Beytulmakdis şehrini imar etmeye başlayan Davud’un görevini oğlu Süleyman aleyhisselam devam ettirmiş ve bu mübarek alana bir mescid inşa ettirmiştir.

Abdullah b. Amr radıyallahu anh, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle rivayet etmiştir: Davud’un aleyhisselam oğlu Süleyman aleyhisselam, Beyti’l Makdis’in binasını bitirince Allah Teâlâ’dan üç dilekte bulundu:

İlahî hükme uygun bir hüküm verme kudreti.

Kendisinden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk ve saltanat.

Namaz kılmak için Mescid-i Aksa’ya gelen kimsenin annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınması/çıkması.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Süleyman’ın aleyhisselam dilediği ilk iki şey kendisine verilmiştir. Üçüncü dileğinin de kendisine verilmiş olmasını umarım.” (İbni Mace)

Süleyman aleyhisselam’dan sonra İsrailoğulları tekrar sapkınlığa döndüler ve Allahu Teâlâ üzerlerine Babilleri musallat etti. Nabukadnezar komutasındaki Babiller o dönemki Kudüs şehrini ve Süleyman aleyhisselamın inşa ettirdiği mescidi tamamen yıktılar.

“…üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşıp köşe bucak her tarafı aradılar…” (İsra, 5)

Sonraki dönemlerde Allah’ın takdiriyle tekrar bu mukaddes topraklara dönen İsrailoğulları Mescid-i Aksa alanı üzerine ikinci bir mabed inşa ettiler.

Bir zaman sonra onlara karşı size tekrar üstünlük verdik, servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık; adamlarınızın sayısını daha da çoğalttık…” (İsra, 6)

Sonraki dönemlerde bu coğrafya Roma’ya bağlı bir vassal krallık olarak devam etti. Hz. Zekeriya ve Hz. Meryem ile yeni bir döneme giren Yahudiler her zamanki isyankâr tavırlarını yine göstermeye devam ettiler. Annesi tarafından o zamanki mabede adanan Hz. Meryem Mescid-i Aksa alanı içinde yetişti ve eğitim aldı. Yine bu mübarek alanda Allahu Teâlâ tarafından rızıklandırıldı.

“…Zekeriya ne zaman O’nu mabedde ziyaret ettiyse, yanında yiyecekler görür ve sorardı: “Ey Meryem! Bunlar sana hangi taraftan geliyor?” Meryem: “Bunlar Allah’tandır, Allah dilediğine hesapsız rızık bağışlar” diye cevap verdi.” (Âl-i İmran, 37)

Zekeriya as yine bu mübarek alan içinde Yahya as ile müjdelendi.

Nitekim İsa as davetine başladı ve türlü entrikalarla mücadele etti. Sonuç olarak Zekeriya ve Yahya as gibi onu da katletmek isteyen Yahudiler buna muvaffak olamadılar. “…Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (bir) benzeri gösterildi…” (Nisa, 157)

Peygamber katilleri olarak adlandırılan Yahudiler için artık ikinci vaadin zamanı gelmişti.

“Nihayet ikinci cezalandırma vakti gelince, düşmanlarınız onurunuzu çiğnesinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yakıp yıksınlar istedik.” (İsra, 7)

Titus komutasındaki Romalılar Kudüs şehrini yerle bir ederek ikinci mabedi yıktılar ve Yahudileri buradan tamamen sürgün etmeye başladılar. Bu tarihlerden sonra Kudüs’te Yahudi varlığı tamamen bitmiş oldu ve şehir tamamen bir roma şehrine dönüştürüldü.

Romanın Hristiyanlığı kabul etmesiyle kutsal şehrin yapısında da değişiklikler oldu ancak Mescid-i Aksa alanı atıl durumda kalmaya devam etti. Rum suresinde bahsi geçen perslerin zaferinden sonra tekrar bazı Yahudilerin şehre dönüşüne izin verilse bile Rumların şehri tekrar ele geçirmesiyle bu girişim yarıda kaldı.

Kudüs’te bunlar yaşanırken Hz. İbrahim’in büyük oğlu İsmail’in soyu Mekke’de devam etmiş ve artık Risalet davasının merkezi Arap Yarımadasına taşınmıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İsra gecesi Beytulmakdis şehrine getirildi ve Mescid-i Aksa alanından göğe yükseltilerek miraç hadisesi gerçekleşmiş oldu. Tekrar bu alana indiğinde bütün peygamberlere bu mübarek alanda imamlık yapan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem peygamberlerin mirası olan Beytulmakdisi adeta bir devir teslim töreniyle teslim almış oldu. O günden sonra ümmetine sürekli olarak Beytulmakdisi ziyaret etmeyi, orada namaz kılmayı tavsiye eden efendimiz (as) İslam mücahitlerine hedef olarak hep bu mukaddes toprakların fethini belirlemişti.

Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem azatlısı Meymune radıyallahu anha: “Ya Rasûlallah! Beyt-i Makdis’e gidip gitmeme hakkında bize ne buyurursunuz?’’ dedi. Allah Rasûlü ‘’Gidin ve orada namaz kılın!’’ diye cevap verir. Fakat o zaman orada (Bizans ile Persler arasında) savaş vardı ve bunu dikkate alan Peygamber aleyhissalatu vesselam efendilerimiz şöyle buyurdu: ‘’Şayet oraya gidemez ve orada namaz kılmazsanız, oranın kandillerini aydınlatacak yağ gönderin!’’ buyurdu.’’

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in bu topraklarda henüz bina olarak bir mescid yokken ve buralar kafirler tarafından işgal altında iken bile buraya gidilmesini tavsiye etmesi aslında buraya verilen önemi gösteren en güzel örneklerdendir.

Yine Allahu Teâlâ henüz burada bir bina yokken dahi burayı Mescid-i Aksa ismiyle isimlendirmiştir.

Bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (İsra, 1)

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem sürekli hedef olarak belirlediği Beytulmakdis ’in kendi vefatından sonra gerçekleşeceği haberini Tebuk seferinde sahabilerine şu hadiste bildirdi.

Avf b. Malik anlatıyor: Tebük Savaşı esnasında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gittim. Deriden yapılmış bir çadırdaydı. Bana şunları söyledi:

“Kıyametten önce şu altı şeyi say:

– Benim vefatım.

– Beytü’l-Makdisin (Kudüs’ün) fethi…”

Hz. Ömer döneminde başlayan fetih hareketleri hızla ilerlemiş ve İslam ordusu nihayet Beytulmakdis surlarına dayanmıştı. Şehir uzun bir müddet kuşatma altında tutulunca patrik Sofronyus artık yapacak bir şey kalmadığını anlamış ve İslam ordusuna şehrin anahtarını teslim edeceğini ancak tek şartının halifenin şehri teslim almaya gelmesi olduğunu bildirmiştir. Halife Ömer’e ulaştırılan haber neticesinde birçok sahabe Halifenin Medine’den ayrılmasının tehlikeli olacağını belirtse de Hz. Ali Kudüs şehrinin önemine binaen halifenin şehri teslim almaya gitmesinin uygun olduğu tavsiyesinde bulunmuş ve bu tavsiye Hz. Ömer’in hoşuna gitmiş nitekim Halife Ömer bizzat kendisi Beytulmakdisi teslim almaya gitmiş ve şehir halkına tarihe Ömer Ahidnamesi olarak geçen bir emanname vermiştir. Mescidi Aksa alanını tespit ettikten sonra burayı temizleterek kıble tarafında bir mescid inşa ettirmiştir. Hz. Ömer ile buraya gelen birçok sahabe bölgeden ayrılmayarak burada ikamet etmeye devam etmiştir.

Bu dönemden sonra çeşitli İslam devletlerinin himayesine giren Mescid-i Aksa yaklaşık 100 yıllık bir haçlı işgali yaşamış ve Büyük komutan Selahaddin Eyyubi’nin eliyle işgalden kurtularak asli haline geri döndürülmüştür.

1917 yılında İngiliz ve 1948 yılındaki İsrail işgaline rağmen hala tamamen ele geçirilememiş ve buradaki Müslüman varlığı devam etmektedir.

İşgalci İsrail devleti çeşitli bahanelerle fanatik Yahudileri bu mübarek alana girmeye yönlendirmekte ve alanda hak iddia etmeye çalışmaktadır. Yahudi itikadındaki mitsvalardan olan ölü birine dokunanın tame (necis) olması ve bu alana girmesinin yasak olması gibi dini hükümleri ortadan kaldırabilmek için, bu necasetten temizlenme ritüelinde kullanılacak olan kızıl inek aramalarına devam etmektedir.

Bu çerçevede Rasûlullah efendimizin diğer peygamberlerden aldığı bu mübarek miras bizim omuzlarımızdadır. Efendimiz, Ebu Hureyre’den rivayet edilen şu hadisi şerifinde Müslümanların üç mübarek mescidini net bir şekilde bizlere ifade etmiştir:

“Üç mescit dışında hiçbir mescidi ziyaret için yola çıkılmaz. Benim bu mescidim, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa.”

Yine meşhur Taifetul Mansura hadisinde bu muzaffer taifenin Beytulmakdis eteklerinde olacağını da bizlere bildirmiştir.

Ebu Ümâme radıyallahu anh Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ümmetimden bir topluluk daima hak üzere olacak ve düşmanlarına kesin bir şekilde üstün gelecektir. Allah’ın emri gelinceye dek şiddetli geçim sıkıntısına düşmeleri durumu hariç muhalefet edenlerin muhalefeti onlara zarar vermeyecektir.” “Ya Rasûlallah! Onlar nerededirler?” dediler. O sallallahu aleyhi ve sellem, “Onlar, Beyti’l Makdis’te ve Beyti’l Makdis’in etrafındadırlar” buyurdu.[1]  


[1]. Ahmed bin Hanbel, Müsned