Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2024 Ekim / 143. Sayı
Allah yolunda şehit olmak bir Müslümanın varabileceği en şerefli noktadır. Çünkü şehit, Allah’ın dinine olan bağlılık ve samimiyetini en değerlisi olan canını feda ederek ortaya koymuştur. En değerlinin feda edildiği yerde gelecek olan mükafat da en değerlilerden olacaktır. Allah azze ve celle kendi uğrunda gözünü kırpmadan kanını döken yiğitler için eşsiz güzellikte nimetler hazırlamış ve diğer müminlerden ayrı olarak onlara sayısız cennet nimeti ihsan etmiştir. Bu mükafatlardan ötürüdür ki kendisine ölüm geldikten sonra dünyaya tekrar dönmeyi arzu eden tek mümin taifesi yine bunlar olacaktır. Kesilip biçilerek de olsa, bir bombayla paramparça bir hale dönmek de olsa şehit defaten aynı lezzeti tatmak için büyük bir arzu içindedir. İnsanlığı korkutan, lezzetleri kaçıran ölüm onlar için ürkütücü olmak bir yana en büyük itminan ve huzur aracıdır. Onlar için dert edilecek tek mesele Allah yolunda feda edilecek canın sadece bir tane oluşudur. O da en güzeliyle verilmiş, emanet sahibine takdim edilmiştir.
Allah azze ve celle şehitlik mertebesini herkese nasip etmemiştir. Bu sebeple her Müslüman, şehitlerin makamına nail olamayacaktır. Ancak hakikat böyle olsa da her Müslüman şehit olmayı en azından bir defa da olsa arzu etmek zorundadır. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem cihad etmeyi gönlünden dahi geçirmemiş olanların nifaktan bir şube üzerine olduklarını haber vermiştir. Hal böyle olunca Müslümanın imkân bulduğu her fırsatta cihad edip şehadetin peşini kovalaması, imkân bulamadığı zamanlarda da gönlünü cihad ve şehadet arzusuyla doldurması gerekecektir. Üçüncü bir ihtimal samimi müminler için söz konusu olmayacaktır.
Hak-Batıl mücadelesinden ötürü cihatsız/savaşsız geçip de şehadetin müminlerin içinde bir ukde olarak kaldığı durumlar neredeyse hiç olmamıştır. Tarih boyunca müminlerin er meydanında cenk edeceği, şehadetin kıyılarında dolaşacağı cihat meydanları hep var olagelmiştir. Müminler bu ibadeti güçlü oldukları dönemlerde ekseriyetle düşman topraklarında farz- ı kifaye olarak; daha zayıf ve dıştan gelecek saldırıya karşı daha kırılgan oldukları zamanlarda da kendi topraklarında farzı ayn olarak gerçekleştirmişlerdir. Neticede tarihimizde savaşsız geçen bir zaman dilimi uzun süreli hiç olmamıştır. Aynı durum günümüzde de böyledir. Müslüman coğrafyamıza bakıldığında görülecektir ki; kullanılacak yöntemler farklı olsa da neredeyse her karış toprağımız ayrı ayrı cihad edilmeyi bekler vaziyettedir. Çünkü düşman bahsi geçen her bölgede Müslüman halklara karşı madden ve manen büyük bir savaş içine girmiş ve bunun dozunu her geçen gün daha da arttırmıştır.
İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyıl İslam topraklarının tarumar edildiği, haçlı ve Siyonist istilalara kesintisiz bir şekilde maruz kaldığı hazin bir zaman dilimidir. Tarihte düşman tarafından gördüğümüz her türlü baskı ve işkencenin toplamı bu yüzyılda toplanmıştır. Hatta daha da ötesi vardır. Dünya üzerinde kanı, canı en değersiz kabul edilen topluluk Müslüman toplumlardır. Mukaddesatına en çok saldırılan, izzeti en çok ayaklar altına alınan, evlatları en çok kurban edilen ve vatanından en çok sürgün edilen yine Müslümanlardır. Ve tüm bunlara karşı duracak, zalimin bileğini kırıp Müslümanın elinden tutacak bir otorite de mevcut değildir.
Çizdiğimiz tablo esasında Müslümanların yaşadığı tüm coğrafyaların ortak gerçekliğidir. Düşmandan gelen saldırı küresel olduğu için ortaya çıkan sonuç da küresel olmuştur. Daha özelde ise bu şartları en çok yansıtan bölge Filistin topraklarıdır dense yanılmış olunmaz herhalde. Bulunduğu bölgenin taşıdığı extra önemden ötürü bu topraklar diğer yerlere nazaran daha sıkı, daha sistematik bir baskı ve zulümle karşı karşıya kalmıştır. Osmanlı’nın yıkılmasından ve hilafetin ilga edilmesinden sonra tüm Müslüman halklar gibi Filistinli Müslümanlar da başsız kalmış, kendilerini koruyacak hamiden yoksun vaziyette bu zorlu günlere kadar gelmişlerdir. Artık Filistin halkı için tüm imkansızlıklara rağmen bir ölüm kalım savaşı vermekten başka bir seçenek de kalmamıştır. Zira geride bırakılan son asır içinde toprakları kademeli bir şekilde ellerinden alınan, kendi yurtlarında bir yabancı gibi yaşamaya zorlanan, hicret etmelerine dahi izin verilmeyen, sistematik bir şekilde tüm dünyanın gözleri önünde katledilen ve ümmet tarafından yardımsız bırakılan cefakâr, çilekeş Müslümanlar onlardır. Hal böyle olunca Filistin halkı için kanının son damlasına kadar savaşmaktan başka çıkar bir yol kalmamıştır. Aynı bir vakit İsrailoğullarının savaşmaktan başka yollarının kalmadığı gibi:
“Musa’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi? Peygamberlerinden birine ‘Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım’ dediklerinde o, ‘Üzerinize savaş farz kılındığında savaşmayacağınızdan korkarım’ cevabını verdi. ‘Yurtlarımızdan ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımız halde Allah yolunda savaşmayıp da ne yapacağız?’ dediler. Üzerlerine savaş farz kılınınca da içlerinden azı müstesna, yüz çeviriverdiler. Allah zalimleri iyi bilmektedir.” (Bakara, 246)
Evet. Filistinli Müslümanlar bir zamanlar kendileri gibi mustazaf olan bir halkın akıl almaz zulümlerine karşı cihat ediyorlar. Hem de onların yaptığı gibi yan çizmeden, topukları üzere geri dönmeden, Allah’a vermiş oldukları ahitleri bozmadan… Karşılarındaki kaypak olan azgınlar topluluğuna “işte cihad böyle edilir, Rabbe sadakat böyle gösterilir” dercesine… Bunu da sabır ve sebat ile başarıyorlar. Allah’a dayanmış ve yardımı sadece O’ndan ummuş olarak… Bugün Filistinli, Gazzeli Müslümanlar Müslüman ümmet de dahil tüm dünyaya yiğitlik dersi veriyorlar. Unuttuğumuz, hakkını eda edemediğimiz bu zirve ameli tekrar hatırlatıp üstümüzdeki yılgınlığı atmamızda bizlere yardımcı oluyorlar.
Filistinli, Gazzeli Müslümanlar belki küçük bir bölgede derme çatma silahlarla ve imkanlarla cihad ediyorlar ama emin olalım ki yaptıkları işin meyvesi sadece o mübarek topraklarla sınırlı kalmayacaktır. Onların yaktıkları cihad meşalesi Allah’ın izniyle tüm insanlığı aydınlatacaktır. Evet, sadece Müslümanları değil tüm insanlığı… Artık tüm dünya halkları Gazze ve Filistin topraklarında neler olduğunu tüm çıplaklığıyla gördü, şahit oldu. Zalimlere, müstekbirlere, emperyalistlere nasıl karşı durulacağını buradaki Müslümanlar vesilesiyle öğrenmeye başladılar. Belki bugün değil ama bizlerin hayattayken görebileceği bir vakitte bu zalimlerin kendi topraklarında filizlenecek kıyam hareketlerinin haberini alacağız inşallah.
Filistinli/ Gazzeli Müslümanlar bir buçuk milyar Müslümanın yapamadığını yaptılar ve İslam davetini konuşarak değil, ikna etmeye çalışarak değil, taviz vererek hiç değil tam aksine izzet ve şerefle ellerinde roketlerle gayri müslim dünyaya ulaştırdılar. İnanması belki güç ama hakikat böyle oldu. Gazze’de patlayan her bomba birçok Müslümanı şehit etti, evlerini yıktı geçti ama bunun aydınlığı bahsini ettiğimiz insanların karanlıklarını da giderdi. Aynı şekilde bir mücahidin elindeki roket düşman tankını imha etti, başarıya ulaştı ama bunun çok daha ötesinde insanların Müslümanlara olan ön yargıları da bu ateşle eridi gitti. İşte bizim için asıl başarı budur. Savaşırken bile barışa hizmet etmek, ölürken bile dirilişe vesile olmak, öldürürken bile hayat verebilmek… Zaten bunu şehidin kanından başka ne sağlayabilir ki! Allah azze ve celle’nin şu ayeti kerimede beyan ettiği husus da bu hakikatten ötürü olsa gerek:
“Allah yolunda öldürülenlere “onlar öldü gitti” demeyiniz. Hayır, onlar yaşıyor, ama siz farkında değilsiniz.” (Bakara, 154)
Gazze’de şehit olmak nedir diye sorarsanız derim ki; “Allah’ın dininin fidanları olmaktır.”
“Allah’ın bu dinde sakladığı fidanları vardır, onları kulluğunda kullanır.” (İbni Mâce, Mukaddime, 8.)
Gazzeli her şehit ileride meyve verecek olan bir İslam fidanıdır. Onlar bu fidanı başka bir şeyle değil kanlarıyla sulamışlardır. Başta geride kalan evlatları olmak üzere seslerinin sözlerinin ulaştığı her kimse onların birer mahsulüdür. Bu onlar için kıyamete kadar devam edecek bir ecir kapısıdır.
Gazze’de şehit olmak nedir diye sorarsanız derim ki; “Allah’ın dinine kurban olmaktır.”
Gazzeli her şehid Allah’ın dini hâkim olsun diye kendi canını seve seve feda etmiştir. Allah’ın dininin kendi kanından daha değerli olduğuna şahitlik etmiştir. İsmail aleyhisselam gibi boynunu uzatmış, Allah azze ve celleden gelen emre amade olmuştur.
Gazze’de şehit olmak nedir diye sorarsanız derim ki; “tüm sevinçleri başka bahara bırakmaktır.”
Gazzeli şehit eğer dede-neneyse torunlarıyla yaşayacağı mutluluğu cennete saklamıştır. Anne babaysa evlatlarına olan muhabbetini kalbine gömmüştür. Genç ise tüm hevesleri yarıda kalmıştır. Çocuksa zaten diyecek hiçbir şey kalmamıştır çünkü söylenecek her söz kifayetsiz kalır.
Velhasıl Gazze’de şehit olmak dünyada yaşanacak en ağır şeyleri yaşayıp Firdevs cennetlerinde izzeti ikrama gark olmak, rasul-ü zişana komşu olmaktır.