Nebevi Aile – Halime Yılmaz / 2015 Ocak / 26. Sayı
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur, salat ve selam Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e onun ailesine ve ashabının üzerine olsun. Allah’ın selamı tüm müminlerin üzerine olsun.
Müslümanların ilk kıblesi Kudüs… Ve yaklaşık elli yıldır süren Filistinli kardeşlerimizin Kudüs için verdiği soylu mücadele… Dünyanın her yerinde gerçekleşen İslami direnişler…
Dünyada Müslümanlara yapılan eziyet, zulüm ve işkencelere devamlı şahit oluyor ve her şahitliğimizde üzüntüden kahroluyoruz. Ama bu durumu öyle bir kanıksamışız ki bu sahneleri seyrederken yemek yiyebiliyor, normal hayatımıza kısa sürede dönebiliyoruz. Ya da en fazla bu görüntüler karşısında iştahımız kaçabiliyor veya şeytan bizi daha çok ümitsizliğe sevkedebiliyor. Şimdi “Biz tek başımıza her geçen gün katmerlenen bu eziyetlere karşı ne yapabiliriz?” diye sorabilirsiniz. Aslında her bir Müslüman ferdin yapacağı şey, İslam hâkimiyeti için kurulan binaya bir tuğla koymaktır. Bu tuğlaları yerleştirirken elbet bedeller ödeyeceğiz. Ama bu dava uğruna çekilen her çile kişinin günahlarını dökmesi için bir vesile olacaktır.
İslam yeryüzüne hâkim değilken, dünyanın her yanında Müslüman kardeşlerimiz ezilip, işkence görürken biz hangi hayat mücadelesini veriyor ve nasıl ümitsizliğe kapılarak İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürebiliyoruz?
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nisa, 75) ayeti gerçek mücadeleyi beyan ederken kendimizin ve dünyaperest zihniyetle yetiştirdiğimiz evlatlarımızın ne için yaşadığımızın gerçekten farkında mıyız?
Gün be gün Mescid-i Aksa’nın Siyonist Yahudilerce kazıldığına büyün dünya Müslümanları olarak yine onların elinde olan medya aracılığı ile şahit olmamıza ve İslam’ın yeryüzünde hâkim olmaması sebebiyle cereyan eden bunca zulme rağmen hala İla-i Kelimetullah’ın zulumata galibiyeti uğruna canımızı, malımızı ve zamanımızı feda etmenin ve evlatlarımızı bu yola adamanın Selahaddin Eyyubiler, Hasan el-Bennalar, İbrahimler yetiştirmenin vakti gelmedi mi?
Müslümanlar olarak çok sayıdayız. Ama Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem‘in buyurduğu gibi suyun üzerindeki çer çöp gibiyiz. Allah kâfirlerin kalplerinden bizim korkumuzu çekip almış. Bir gün bir yiğit çıkar ve zalime zulmünün hesabını sorar diyerek oturduğumuz yerden ahkâm kesmeyi iyi biliyoruz. Bu işin kolay tarafı. Zor ve makbul olanı ise o kişi çıkana kadar İslam davetini üstlenmemiz ve bu yoldaki meşakkatleri bir diken gibi görerek memnuniyetle kabullenmemiz.
Bir gün çıkar dediğimiz o yiğit elbet çıkar. Ama bunun için Hz. İbrahim’in ateşine su götüren karınca misali biz safımızı belli etmek için nefsimizi öldürerek her şeyimizi ortaya koyarak davet sahasında üzerimize düşen görevlerin hakkını vererek en güzel bir şekilde ifa edebiliyor muyuz acaba? İşte mesele budur. Biz eğer böyle bir çaba içinde çalışırsak bir gün Müslümanlar dünyanın hâkimi olacaktır inşallah. O güne kadar da bize düşen sabırla görevlerimizi yaparak beklemektir.
Müslüman anne-babalar olarak yıllarca çocuklarımız bu yolda olsun diye gün be gün nakış nakış işlemek için sabırla ve sebatla ilerlemeli ve çocuğumuzu bu yolda kurban verme günü geldiğinde bugün benim evladımın en mutlu günü diyebilmeliyiz.
Müslüman eğitimciler olarak eğitmeye çalıştığımız çocuklar içinden bir gün bir tane de olsa çıkar ümidiyle bekleyerek adım adım ilerlerken, sabır gerektiren ve bu dünyada netice alıp alamayacağımız meçhul olan bu yolda üzerimize düşenleri hakkıyla yapmalı ve her vesileyi onlara bu yüce hedefi aşılama sebebi olarak görmeliyiz. Bu esnada da Müslümanın yitiği olan hikmetli hareket etmeyi de asla elden bırakmamalıyız.
Muvahhid Müslümanlar olarak toplum içinde veya Müslüman kardeşlerimiz içinde konumumuz ne olursa olsun ister sözü geçen ister sözü geçmeyen biri olalım fark etmez. Hepimizin Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim kılma adına yapacağı bir şeyler muhakkak vardır.”Ben tek başıma ne yapabilirim?” demeyelim. Sizin sağladığınız katkıyı başkası sağlayamayabilir. Yapsa bile sizin yükünüzü tek kişi yüklenip verimi azalabilir. O yüzden bu davada Müslümanların küçük bir işini görmek suretiyle bile olsa herkesin yapabileceği bir şeyler vardır. Zaten herkes üzerine düşeni yapsaydı bu dünya böyle olmazdı.
Hiçbir şey yapamıyorsak en azından kendi çocuklarımızı Allah’ın dininin yeryüzüne hâkimiyeti uğruna verilen mücadele uğrunda yetiştirmeye gayret edebiliriz. Bu az bir şey midir? Kesinlikle az değildir. Böyle bir düşünce şeytanın insanı ümitsizliğe düşürmek için verdiği bir vesvesedir. Selahaddinler, Hasan el-Bennalar bir kişiydi. Ama tarihin seyrini değiştirecek birçok güzelliğin altına imza attılar.
Ama çocuklarımızı böyle yetiştirebilmek için önce kendimizden başlamamız gerekmektedir. Bizim böyle bir hedefimiz olmadıkça; çocuklarımıza da etkili olamayız. Kendimiz gücümüz oranında bu davanın peşinden giderken onlara, yüce davanın mücadelesini veren Peygamberlerin kıssalarını, Seyyid Kutupların mücadelelerini anlatacağız.
Anlatacağız ki sahte kahramanlar olan Ramboları, Polat Alemdarları değil; gerçek yiğitler olan Hz. Meryem’i, Asiye annemizi, Hz. Nuh’un uzun yıllar sabırla süren tevhid mücadelesini, Seyyid Kutupları, Mevdudileri, Abdullah Harunları örnek ve önder edinsin. Ama önce bunları biz yapıp çocuklara örnek olmalıyız. Söylemek yeterli olmaz. Çünkü çocuklar işaret parmağını değil, ayak izlerini takip ederler.(F.Neşe Tuna)
Müslümanlar olarak öyle bir gafletin içine düştük ve öyle bir uykuya daldık ki; bu dalgınlıktan, bu kendini bırakmışlıktan kurtulmanın tek yolu silkelenmek, kendimize gelmek için eskisinden daha fazla fedakârlık göstermek, İslam düşmanlarının oyununa gelmemek için boş şeylere ayırdığımız zamanın muayyen bir kısmını ilme ayırmak ve çocuklarımızı da buna alıştırmaktır. İslami ilim deyince sakın aklınıza okuduğumuz birkaç fikir kitabı gelmesin. Beşikten mezara kadar ilim tahsis etmeli ve okudukça tevazumuz artmalıdır. Müslümanlar olarak Kur’an ve sünnete gerçek manada sadık olamadık. Kur’an’ın tabiriyle onları terk ettik. Ve İslam düşmanları da bunu koz olarak kullandı. İslam düşmanları ilk misyonerlik çalışmaları yaparlarken “Müslümanları nasıl Hristiyanlaştırabiliriz?” diye düşünmüşler.”Eğer biz onlara İslam’ı bırakın, Hristiyan olun, dersek bir netice alamayız. Ama onları güçlendiren kaynaklarını ellerinden alırsak bu kolaylaşır.” demişler. O kaynaklar da Kur’an ve sünnet. Neticede dediklerine gelen birçok Müslüman oldu. Tamamen Hristiyan olmasak da kimimiz kendimizi mücadele içinde zannederken dünyayı, kimimiz de başka şeyleri ilahlaştırdık. Sonunda bir de baktık ki davamız için sadece araç olması gereken para, mal, mülk asıl hedefimiz oluvermiş ve farkında olmadan komşularımız, davet ettiğimiz insanlar veya malımızda hakkı olan diğer insanlar aç yatarken biz tokluktan uyuyamaz olmuşuz.
İşte tam da İslam düşmanlarının istediği tablo. Karşımıza geçip güldüklerini, “Daha iyisini yapamazdık!” dediklerini hisseder gibiyim.
Uyanalım ey Müslümanlar artık! İslam düşmanlarının daldırdığı bu uykudan uyanmanın vakti çoktan geldi. Uyanalım ama bunun karşılığında ailece, ümmetçe ödeyeceğimiz bedellere ve fakirliklere hazırlıklı olarak uyanalım. Bir gün bir adam Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e kendisini sevdiğini söyledi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de ona “O zaman fakirliğe hazır ol. Çünkü beni sevene fakirlik, gökten inen su gibi hızla geliverir.” buyurdu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem neden fakirlik demiş? Kanaatimce çünkü İslam’a davet yolunda davet sahamızın içine giren her fert için bir şeyler harcamamız gerekecek ve bu saha genişledikçe de harcamalarımız çoğalacak. Bu durumda fakirlik öyle bir hızda gelecek ki sel gibi nasıl geldi anlamayacağız bile. İşte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, onu sevmenin ve onun davasını sürdürmenin bedelini böyle açıklıyor. Hodri meydan! Haydi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i sevdiğini iddia edenlere çok güzel bir ispat fırsatı!
Bu yoldaki azığımızın ve bizi ayakta tutacak sebebin Kur’an ve sünnet ve muvahhid Müslümanlarla beraberlik olduğunu asla unutmayalım. Kulaktan dolma bilgilerle ve kendimizin ve çocuklarımızın bu yolda sebatla yürüyebileceğimizi zannetmeyelim. Çünkü bu yol dikenli ve bu dikenlere katlanabilmek için sabır, sabredebilme için de Kur’an ve sünnet azığını devamlı yanımızda taşımamız ve muvahhid Müslüman kardeşlerimizle irtibatı koparmamamız gerekmektedir.
İslam düşmanları şımarık bir çocuksa ve laftan anlamıyorsa bu şımarık çocuğu dize getirecek olan Allah’ın dininin yeryüzüne hâkimiyetidir.
Rabbim biz Müslümanları gafletten uyanıp, yeryüzünde fitne kalmayıncaya, dinin hâkim oluncaya kadar mücadele eden kahramanlar yetiştirmeyi bize lutfet ve bize bu yolu kolaylaştır. Âmin. Velhamdulillahi Rabbil alemin.