Kapak Dosya – Muhammed Sadık Türkmen / 2018 Ekim / 71. Sayı
Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Rasûlullah’a onun ailesine ve ashabına olsun.
Eşyanın zıddı ile var olmasında bazı hikmetler vardır. Bu hikmetlerden biri de insanın mukayese gücünü kullanarak öğrenmesini ve ibret almasını sağlamaktır. İyiliğin karşılığı olarak kötülük, ilmin karşılığınca cehalet, temizliğin karşılığında kirlilik ve benzeri kıyaslamalar hayatın her deminde insanın karşısına çıkmaktadır.
Yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim birbirine zıt olan bu kavramlardan bazılarını bizlere “En güzel misalleri verme” sıfatıyla sunmaktadır. Kelime-i Tevhidi kökü sağlam olan, dalları göğe yükselen ve her daim meyve veren sağlam bir ağaca benzetirken, küfrü ve inkârı yere kök salmayan sökülüp atılacak kadar zayıf olan bir bitki gibi vasıflandırmıştır. [1]
“Allah, mülkiyet altında bulunan, dolayısıyla herhangi bir şeye güç yetiremeyen bir köleyi, bir de tarafımızdan kendisine güzel bir rızık verdiğimiz, gizli ve aşikâr ondan infak eden bir kişiyi misal verdi. Hiç bu ikisi eşit olur mu? Hamd yalnız Allah’a mahsustur. Ne var ki onların çoğu bilmezler.” [2]
Yüce Allah müşriklerin acizliğini bildirmek için bir sineği misal verirken, Allah dışında dost arayanların misalini bir örümcek ile vermiştir. Allah dışındaki dostlar örümcek yuvası kadar çürük ve temelsizdir…
İnsanın yeryüzüne gönderiliş gayesi, Allah’a kulluk etme vazifesini Allah’ın istediği şekilde yerine getirmektir. Bu gaye için gökler yükseltildi, bu gaye için yer döşendi, dağlar yükseltildi ve saymaktan aciz olduğumuz nimetler yeryüzüne serpiştirildi. Bu gayeyi gerçekleştirmek için çalışanlara cennet, ona aldırış etmeyen, umursamayan ve onu engellemek isteyenlere de cehennem vaat edildi. Bu gayeyi gerçekleştirmeye çalışanlar hak yolunun yolcuları, ona engel olmaya çalışanlar batıl yolunun yolcusu oldular. Bu durum aslında düşünen insanlar için bir ölüm-kalım mücadelesidir. Ancak Allah Teâlâ bizlere hakkın gücünü, batılın güçsüzlüğünü çok basit bir örnekle sunmuş ve asıl itimat edilmesi gereken merciinin hak olduğunu belirtmiştir; “Allah gökten su indirdi, dereler kendi miktarınca aktılar. Selde üste çıkan köpüğü taşıdı. Süs eşyası veya faydalı eşya yapmak için ateşte eritilenlerin de böyle köpüğü vardır. Allah hak ile batılı böyle misal verir. Köpüğe gelince yok olup gider. İnsanlara fayda veren ise, yerde kalır. Allah, böylece misaller verir.” [3]
Hak-batıl mücadelesi Kur’an-ı Kerim’in bize bildirmesi ile ilk insanın yaratılışından itibaren başlamıştır. Henüz başlangıçta hakta batılda kendi karakteristik özelliklerini sunmuşlar ve kendilerini tanıtmışlardı. Allah Teâlâ tüm meleklere Hz. Âdem aleyhisselâm secde etme emrini verince İblis hariç hepsi itaat ederek secde ettiler. “Allah: “Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan neydi?” Dedi. İblis “Ben ondan daha hayırlıyım. Çünkü beni ateşten onu ise çamurdan yarattın” dedi.” [4] İblis kıyametin kopacağı güne kadar insanları kendi yoluna çekmek için izin istedi ve bu izin kendisine verildikten sonra Allah’ın rahmetinden kovularak ayrıldı.
Hak ile batılın aynı çatı altında uyumlu bir şekilde devam etmesi asla mümkün değildir. Çünkü onların tabiatı, yaşayışları ve akıbetleri farklı olacaktır. Aynı zamanda karakterleri ve hayata bakışları farklıdır. Bâtıl, şeytandan beslendiği için sürekli kendisini büyük göstermeye ihtiyaç duyar. Hak ise Allah’ın vahyinden istifade edip ona itimat ettiği için hem kararlıdır hem de gücünü ispatlamaya ihtiyaç duymaz. Kazıklar sahibi Firavun ’un karşısına Medyen’ den yeni gelmiş olan Musa aleyhisselâm çıkarak onu İslam’a davet etmesine ne dersiniz? Oysa Musa aleyhisselâm daha birkaç yıl önce Firavun ’un kavminden bir Kıpti’yi öldürmüş, yakalanıp öldüreceğini anlayınca da Mısır’ı terk etmişti. O Firavun ki insanlar onun kapısının önünden bile geçmeye cesaret edemezdi. Mısır kanunlarına göre suçlu olan (!) Musa aleyhisselâm, onun karşısına çıktığı zaman elindeki tek dayanak Allah’ın zikri idi. Sonra İsrailoğulları’nın Mısır’dan kaçışı esnasında yaşananlar ve Musa aleyhisselâm asasıyla denizi yarıp karşıya geçmesi, Firavun ve ordusunun helaki hakkın ve batılın gücünü gözler önüne sermektedir.
Bâtılın özelliklerinden biri de ibret almamasıdır. Hz. İbrahim aleyhisselâm kavmini gafletten uyandırmak amacıyla putları kırıp onların acziyetini ispat etmeye çalışınca kavmi onun ne yaptığını anladıkları halde cezalandırmaya karar verdi. Hedefleri bu putları kıran kişinin sonunun ibretlik olması idi. Bu sebeple büyük bir ateş yaktılar. Ancak Allah kendi dostunu yalnız bırakmamış ve müşrikleri kurdukları tuzak ile perişan etmişti. Bu durum Kuran’ı Kerim de şöyle anlatılmıştır: “Kavmi eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın da ilahlarınıza yardım edin” dediler. Biz de “Ey ateş! İbrahim’e karşı soğuk ve selamet ol” dedik. [5]
Hak ile batıl savaşının en önemli unsurlarından biri de sabırdır. Şeytan ve taraftarları Allah’ın isminin yükselmesinden son derece rahatsız olurlar. Hakka dair en ufak hareketlenmeleri takip ederek, onun filizlenmesine izin vermek istemezler.
Hak taraftarları da aynı şekilde kendi yollarına devam ederler. Her ne kadar aralarında her zaman bir fiili sürtüşme olmasa da nihai olarak sürtüşmeden kaçınmak mümkün olmaz. Zira hak ile batılın bir arada yaşamaya tahammülü yoktur.” Sen bir adım gel, ben bir adım geleyim, orta yolda buluşalım” demek gibi bir prensiplerinde yoktur. Çünkü bu tür teklifler karşı tarafın ayağın kaydırmaya yöneliktir.
Hz. Nuh aleyhisselâm’ın hayatı bu sabra en güzel örneği teşkil eder. Dile kolay 950 yıl boyunca sabırla kavmini davet etti. Ancak kavmi de hidayet pınarından içmemek için aynı şekilde diretti. “Nuh dedi, peygamber demedi”, deyimini insanlara bıraktılar. Peki netice ne oldu? Allah’ın onlar için seçtiği sonuç ne oldu? Evet alay ettikleri peygamberleri ve ona iman edenler kurtuluşa erdi. Zalim kavim ise kendi günahlarının karşılığını bir daha isimleri yeryüzünde anılmayacak şekilde ödediler.
Cahiliye hangi dönemde olursa olsun insanlara musallat olan en büyük beladır. Bazen yeryüzünün her bucağına kök salmış olabilir. İnsanlık için sığınacak bir limanın bulunmadığı bir dönem gelip çatabilir. Bâtılın köpükleri yeryüzü tabakalarını tamamen kuşatabilir. Ancak tüm bunlara rağmen hak yeryüzünün gerçek varisidir. Yüce Allah, peygamberimizi Kur’an’ı Kerim ile cahiliyenin köpüklerini en yoğun bir şekilde yeryüzünü sardığı bir dönemde gönderdi. Mekke’de bir meçhul olarak parlamaya çalışan bu nur insanlığın hidayete ve hakka olan iştiyakından dolayı kısa bir zaman sonra tüm dünyaya ışıklarını sundu.
Şüphesiz daha önceki, peygamberlerin gelmesinin gerektiren bazı sebepler kıyamet kopmadan önce yine meydana gelecektir. Bâtıl, dağları yerinden sarsan tuzaklarıyla Müslümanları zaafa uğratacak ve gelmesi beklenen en şerli kişi olan Deccal gelecektir. Bu bir nevi hak ile batılın bayrağı dikmedeki son büyük çarpışması olacaktır. Deccal, insanlar kendisine iman etsinler diye bir kişiyi öldürüp diriltecek, şeytanları ölenlerin şekline sokup diriymiş gibi gösterecek, yağmur yağdıracak, bitkiler çıkaracak, hazineler “çıkın” deyince onlar çıkıp Deccal ’in peşine takılacak, insanları yalancı cennet ve cehenneme çağıracak, insanların susuzluğunda istifade ederek onları sahte ırmaklara çağıracak ve açlığı kullanarak onları yanındaki ekmek yığınlarına çağıracaktır. Kendisine bu kadar istidraclar verildiği halde yine de mağlup olmaktan kurtulamayacaktır.
Yukarıda zikredilen haberleri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işiten Ümmü Şerik bint Ebi’l-Aker dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü! Peki o gün Araplar nerede olacaktır? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ”Araplar o gün azdır ve büyük çoğunluğu Beytul’l-Makdis ‘te (Kudüs’te) bulunacaktır. Onların imamları salih bir adam olacaktır. İmamları öne geçip onlara sabah namazını kıldıracağı sırada Meryem oğlu İsa onların üzerine sabahleyin inecektir. Bunun üzerine İsa’nın öne geçip cemaate namaz kıldıracağı için imam geri geri yürümeye başlayacak. Fakat elini onun omuzları arasına koyacak ve ona “Öne geç namazı sen kıldır çünkü kamet senin namaz kıldırman için getirildi” diyecektir. Bunun üzerine imamları onlara namaz kıldıracaktır. İmam namaz kıldırınca İsa aleyhisselâm “Kapıyı açın” diyecektir ve kapı açılacaktır. Kapının arkasında Deccal ve onunla beraber yetmiş bin Yahudi bulunacaktır. Bunların hepsi süslenmiş kılıçlı ve yeşil şallı olacaktır. Deccal Hz. İsa’ya bakınca tuzun suda eridiği gibi eriyecek ve kaçmaya başlayacaktır. İsa aleyhisselâm da ona “Sana öyle bir darbem var ki, sen ondan kurtulamayacaksın” diyecektir ve İsa ona Lut şehrinin kapısında yetişecektir onu öldürecektir…”[6] Görüldüğü gibi hak ortaya çıkınca batılın sönmekten başka bir çaresi kalmamaktadır.
Son olarak hak ile batılın mücadelesi ile ilgili olarak ilahi düsturdan şu ayetleri nakledeceğiz:
“Onlar yeryüzünde gezip dolaşarak kendilerinden öncekilerin akıbetini ve ne olduğuna bakmazlar mı? Onlar, bundan daha çok kuvvetli ve yeryüzündeki eserleri bakımından da daha güçlü idiler. Yine de onların kazandıkları şeyler kendilerine hiçbir fayda sağlamadı. Onlara peygamberleri apaçık delillerle gelince, kendilerindeki ilme sevinip şımardılar. Alaya aldıkları da onları çepeçevre kuşatıverdi. Onlar, azabımızı gördüklerinde: “Tek olarak Allah’a iman ettik. Ona ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler. Azabımız gördüklerinde iman etmeleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. Allah’ın kulları hakkındaki devam edegelen kanunu budur. İşte orada kafirler hüsrana uğradılar.” [7]
[1]. İbrahim, 24-26
[2]. Nahl, 75
[3]. Ra’d, 17
[4]. A’raf, 12
[5]. Enbiya, 68-69
[6]. İbn Mace, hn:4077
[7]. Mü’min, 82-85