Allah’ın Nizamı İle Hayat Bulmak

Müminlere Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2019 Ekim / 83. Sayı

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Rasûlullah’a, O’nun ailesine ve ashabına olsun.

“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Buna göre her kim kardeşi tarafından kısmen bağışlanırsa, o zaman görev, birinin örfe uyması diğerinin de bağışlayana borcunu güzellikle ödemesidir. Bu, Rabb’iniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından tekrar saldırırsa artık ona elem verici bir azap vardır. Ey temiz aklı, temiz özü olanlar! Kısasta sizin için bir hayat vardır. Belki korunursunuz.” [1]

Allah Teâlâ’nın koymuş olduğu kanunlar tüm insanlık için saadet kaynağıdır. Çünkü beşeriyeti yaratan, onun fıtratına temayüllerini yerleştiren ve onun tüm ihtiyacını karşılayan, onun saadetini temin edecek en güzel nizamı koymaya da en fazla hak sahibidir.

Yüce Allah dünya hayatını bir imtihan alanı ve neticelerinin daha sonra ortaya çıkacağı bir tarla yaptığı için insan bazen yönünü şaşırıp haddi ve hakkı olmadığı halde yaratıcının sınırlarını aşabilmektedir. Şeytanın tahakkümü altına aldığı bu zihniyet konumunu bilmeden Allah ile hudut belirleme hususunda yarışmaya ve onunla boy ölçüşmeye kalkmaktadır. Hem de nereden geldiğini, hangi şeyden yaratıldığını ve akıbetinin ne olduğunu bildiği halde bunu yapmaktadır. Oysa insanlık tarihi insanların bu boy ölçüşmeye kalktığı her zamanda nasıl bir uçurumdan yuvarlandığına da en güzel şahittir. Zaten bir Müslümanın kalbinde kim olursa olsun insan hayatını yönlendirmeye Allah’ın razı olmayacağı bir yöntemle yönelen bir hayat düsturu yer almaz.

Geçmiş dönem cahiliyeleri gerek tek kralın yönetiminde gerek bir hanedanın yönetiminde gerekse belli kara parçalarına sahip milletlerin yönetiminde olsun herhangi bir başarıya muvaffak olamadılar. Günümüzde tüm milletlerin güya insanlığı ıslah etmek ve onlar arasında barışı temin etmek için kurdukları teşkilatların iflas ettiklerine şahit olmaktayız. Bırakın düzeltmeyi bilakis bu teşkilatlar eliyle yapılan düzenlemeler vesilesiyle veya bunların sessizliği ile masum insanların hayatları heder edilmektedir.

İslâm inancı her ferdin hakkının mutlaka kendisine iade edileceğini hatta dünyada zulme maruz kalan hayvanların dahi haklarının kendilerine iade edileceğini şu naslarda ilan etmiştir: “Kim bir iyilik ile gelirse ona on katı verilir; kim de bir kötülük ile gelirse ona da sadece o kadar ceza verilir ve hiçbirine haksızlık edilmez.” [2] Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemMuaz bin Cebel radıyallahu anh’ı Yemen’e gönderince ona bazı nasihatlerde bulunduktan sonra şöyle dedi: “Mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur.”[3] Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan rivayetle Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Boynuzsuz koç dahi boynuzlu koçtan hakkını alacaktır.”[4]

Bununla beraber insanoğlu yapılan haksızlıkların cezalarının verilmesini de kalbinin derinliklerinden arzu eder. Bu haksızlığın veya suçun ne olduğunun çok fazla bir önemi yoktur. Bu cezalandırma genellikle insanları idare eden beşerî kanunlar vesilesiyle tatbik edilmektedir. Toplumdan topluma farklılık arz eden beşerî kanunlar bazen toplu katliamlara çok komik cezalar verirken (Norveç’te bir adadaki öğrencilerden 77 kişi öldüren şahsa sadece 21 yıl hapis cezası verildi.) bazen de suç denilmeyecek eylemlere idam cezası vermektedir. Çin’de uygulanan idam cezalarını buna örnek verebiliriz. Yüce Allah tüm beşeriyetin gönlünü ferahlatacak olan adil hükmünü şöyle açıklamaktadır: “Kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür. Fakat kim affedip düzeltir ise onun da mükafatı Allah’a aittir. Şüphesiz ki O, zalimleri sevmez.” [5]

Günümüzde her alanda suç oranlarının yaygınlaşmasının başında gelen sebep verilen cezaların caydırıcılığının olmamasıdır. Dolayısıyla suç işleyen kişi bundan cesaret alarak yeni suçlar işlemekte bir mahzur görmez. Tüm toplumların şikayetçi olduğu bu kanunun temelinde yine “insan hakları” kisvesine bürünen hukuk sistemleri yatmaktadır.

Bu sistemler işlenen suça aynı oranda adil ceza verilmesini hükmedecekleri yerde suçu işleyene acırlar ve bir nevi haksızlığa maruz kalana ceza vermiş olurlar. Toplumum dili ile; “Falan kişi filanı öldürdü, paşa paşa yattı, çıktı.” denilerek itibar dahi atfedilen bir durum meydana gelmiş olur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: “Suçluya acımak mazlumun cezalandırılması ile mi olmalıdır, yoksa başka bir yolu var mıdır?”

Daha önce değindiğimiz üzere suçluya gereken ceza verilmeyince içi sızlayan mazlum veya yakınları haklarını başka bir yöntemle almaya çalışırlar. Hele bu haksızlık masum bir canın öldürülmesi şeklinde olmuşsa işin boyutu daha farklı bir noktaya gelir. Yakını öldürülen kişi ya katili öldürecek ya da onu bulamazsa onun yine suçsuz olan bir yakınını öldürecektir. Böylece pek çok mağduriyete yol açacak ve acılara vesile olacak hadiseler yaşanır. Yaşadığımız coğrafyalarda buna benzer uygulamaların ortaya çıkardığı acı olaylar bunu teyit eder mahiyettedir.

Yüce Allah’ın “Kısasta sizin için hayat vardır” buyruğu, üzerinde gerçekten çok düşünülmesi gereken bir hükümdür. Günümüz hukuk adamları (!) bunun bir cinayet olduğunu, barbarlık olduğunu ve insanları çağlar öncesine götürdüğünü söyleseler de aslında insan vicdanından ne kadar uzak hareket ettiklerini kendileri de bilmektedir.

İnsan öldürmek isteyen bir kişi bu fiilinin neticesinde kendisinin öldürüleceğini bilse bu büyük suça meyledebilir mi? İşte suça uygun ceza verilince bu, cani için bir hayat olur. Çünkü öldürüleceğini bilen bir kişi kolay kolay böyle bir işe meyledemez. Cinayete maruz kalacak kişi için bir hayat olur. Zira kanunun onun hayatına kastedenin haksız olduğunu tespit ettiği anda gereken cezayı vereceğini bilir. Toplum için hayat olur, çünkü toplum kanunun kendilerini muhafaza ettiğini, Allah’ın kullarının haklarını ahirette olduğu gibi bu dünyada da noksansız bir şekilde vereceğini bilir.

İslâm ceza sisteminin en önemli özelliklerinden biri de kanunlara muhatap olanlara kul hakkına taalluk ettiği takdirde kişiye seçme hakkının verilmesidir. Bu ayet-i kerimede kısasın faydası anlatıldıktan sonra şayet maktulün velisi dilerse belirli bir diyet karşılığında katili affetme hakkına da sahiptir. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta bu anlaşmadan sonra artık iki tarafın da birbirlerinin hukukuna riayet etmesidir. Katil diyetini gereği gibi ödemeli, maktulün velisi de diyetini aldıktan sonra artık eski cahiliyye davasını gütmemelidir.

Öldürmelerde diyet meselesi Allah Teâlâ’nın Muhammed ümmetine vermiş olduğu bir nimettir. Daha önceki şeriatlarda sadece kısas vardı. Buhari’nin rivayetinde İbn Abbas radıyallahu anh şöyle demiştir: “İsrail oğullarında kısas vardı diyet yoktu, Allah bu ümmet için şöyle buyurdu “öldürmelerde kısas sizin için farz kılındı…”

İslâm, toplumun hayat bulması için nasıl ki kısası farz kıldıysa affetmeyi de yine sevdirerek velinin iznine tabi kılmıştır. Hatta affettikten sonra katil ile maktulün velisi arasında kardeşlik bağına dikkat çekerek bu kardeşliğe halel getirecek durumlardan kaçınılmasını tavsiye etmiştir.

Asıl gayemiz Allah’ın kanunları ile beşerî kanunları mukayese etmek değildir. Zira bu bir Müslüman için düşünülmesi dahi çok büyük bir felaket demektir. Ancak insanlığın içinde bulunduğu buhrandan tek çıkış yolunun kendilerini yaratan, onları en iyi bilen ve fıtratlarına uygun olan hayat sistemini onlar için seçip beğenen Rabb’lerine yönelmelerine davet etmektir.

Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Erkek veya kadın her kim mümin olarak iyi bir iş yaparsa muhakkak ona güzel bir hayat yaşatacağız. Ve yapmakta oldukları işlerin daha güzeli ile mükafatlarını mutlaka vereceğiz.” [6]

Başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Sizi, kendinize hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah’a ve Peygamberi’ne icabet edin. Ve bilin ki Allah gerçekten kişi ile kalbi arasına girer ve muhakkak siz hep ona götürülüp toplanacaksınız.” [7]  


[1]. Bakara, 178-179

[2]En’am, 160

[3]Buhari, 1395; Müslim, 19.

[4]. Müslim, 2582.

[5]. Şura, 40.

[6]Nahl, 97

[7]. Enfal, 24.