Kapak Dosya -Ahmet İnal / 2022 Eylül / 118. Sayfa
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi, savaşmak için birbirlerini davet edecekler.” Buyurdu.
Birisi:
– Bu, o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?
– Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çer çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.
Yine bir adam: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” diye sorunca:
– Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir, buyurdu.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Rabbimizin bildirmesiyle kendisinden sonraki dönemlerde cereyan edecek olaylara karşı ümmetini uyarmış, tehlikenin geleceği yönleri haber vermiştir. Nihayetinde tarihi süreç “es-Sadiku’l-Masduk” olan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i doğrulamış ve olacak olanlar olmuştur. İslam ümmeti düşmanlar tarafından her türlü saldırıya maruz kalmış ve takdiri ilahi olarak zafer ve mağlubiyet günlerinin insanlar arasında dönmesiyle bu saldırılara karşılık veremeyecek bir noktaya gelmiştir.
İslam ümmeti halihazırda kendisine yöneltilen namluları bertaraf edecek bir pozisyonda değildir. Çünkü işin en başında başsız kalarak perişan bir vaziyette yeryüzüne dağılmış ve böylece ümmet olma özelliğini kaybetmiştir. Bu durum, tekrar bir ümmet olunamayacağını göstermez elbette. Her Müslüman ferd üzerine düşeni hakkıyla ifa ettiği takdirde ilahi iradenin lehimize olacak halleri peyda edeceğine ümidimiz tamdır.
Düşmanlarımızın dur durak bilmeden üzerimize saldırmaları bizim için yeni bir durum değildir. Dünya var oldukça hak ile batılın savaşı devam edecek, her iki taraf da üzerine düşeni yapacaktır. Kişiler, mekanlar ve yöntemler değişse de meselenin özü daima böyle kalacaktır. Bununla birlikte düşmanlarımız yürüttükleri bu mücadelede uygulamaya koydukları projelerine isim koymayı da ihmal etmemekteler. Bu yöntemle ulaşmak istedikleri amaç; kavram kalabalıklığı yaparak sahte medeniyetlerine uydurma kökler bulmaya çalışmak ve kavram karmaşasına sebebiyet vererek saf, berrak zihinleri bulandırmaktır.
Bahsini ettiğimiz bu kavramlardan bir tanesi de “emperyalizm”dir. Emperyalizm yalın bir ifadeyle güçlü olanın zayıf olanı sömürmesi ve onun üzerinde hak iddia etmesidir. Emperyalizm tamahkar ve yayılmacı bir politikanın ürünüdür. Emperyalizmde sömürgeci olan taraf kendini daima üstün görür ve hakimiyet alanını genişletmek için aç kurtlar gibi etrafa saldırıp durur. Bu bakımdan emperyal akımları güç ve kuvvet kullanmaktan başka durdurabilecek bir unsur neredeyse yoktur. Sürüye saldıran bir kurdun hak ettiği neyse bunların payına düşen de ancak odur. Bu hakikatten dolayıdır ki; emperyalistler çoğunlukla merkezi otoritelerin bulunmadığı ya da zafiyet gösterdiği yerlerde yayılma fırsatını bulmuş ve böylece mevcut boşluğu kendi iktidarları için ganimet bilmişlerdir.
Emperyalizm güncel tarihi verilere göre 15 ve 16. yüzyıllarda peyda etmiş bir ideolojidir. Yalanlar üzerine kurulmuş olan bu tarihi gelenek, emperyalizmi devletler düzeyinde ve neredeyse sadece ekonomik boyutuyla ele aldığı için daha önceki zulüm ve baskı dönemlerini kavram dışı tutmaya çalışır. Bize göre ise bu zihniyet tam anlamıyla insanlık tarihi kadar eskidir. Çünkü tarihin her döneminde var olanla yetinmeyip daha fazlasını isteyen, toplumlar üzerinde ilahlık edasıyla hak iddia edenler her daim olmuştur. Bir şeyin emperyalizm sınırları içine girmesi için illa ki devletler tarafından büyük ordularla, cani komutanlarla icra edilmesi gerekmez. Emperyal olmak gayet masum görünen fertlere bile sıfat olabilecek bir niteliktir. Ev reisi bir baba, elinde imkân bulunan bir amir, mal mülk sahibi bir patron ya da itibarlı bir dost… Bunların hepsi emperyal duygulara sahip olup etraflarında bulunanları sömürebilmektedirler.
Öte yandan emperyalizmin sadece ekonomik amaçlara münhasır olması da gerekmez. Çünkü sömürme psikolojisi ekonomiyle yetinemeyecek kadar aç ve tamahkar bir ruha sahiptir. Bu ruhu taşıyanlar var olan her türlü nimetin tek sahibi olmak isterler. Bu bakımdan hayata etkisi bulunan her türlü olgu emperyalizmin konusu haline gelebilir.
Emperyalizmde maddi olanı sömürmek işin maske kısmıdır. Görünürde sömürülen şeyler toprak, maden, altın, para ve benzerleridir. Ancak şu bir hakikattir ki; hiçbir zalim fert ya da devlet altını altın, parayı da para olduğu için seviyor değildir. Nihayetinde bunlar öz olarak basit nesnelerdir. Esasında bir kilo toprak neyse bir kilo altın da odur, daha fazlası değil. Bunları birbirinden ayrı kılan asıl nokta kendisine sahip olmakla edinilecek mevkinin farklı oluşudur. Bir kilo toprağa sahip olmak kimseyi farklı ve üstün kılmaz ama bir kilo altın öyle değildir, basit ruhlarda çok şeyi değiştirir. Bu bakımdan emperyalizmin asıl hedefi bu maddi nesnelere tahakküm sağlamak değil onlar üzerinden insanların akıllarına, kalplerine ulaşmak ve ruhlarının derinliklerinde kendi iktidarını kurmaktır.
Kur’an-ı Kerim’de bunun misalleri çoktur. Örneğin; Peygamberlerin gönderildiği toplumlarda önderler belki günümüzdeki anlamıyla kendi sınırlarını aşıp yayılmacı bir emperyal hareket sergilemiyorlar. Ancak kendilerini insanlardan üstün görüp onların hayatlarını yönetme, onlar üzerinde söz sahibi olma salahiyetini kendilerinde buluyorlar ve bu sebeple hak olarak gönderilmiş peygamberlere karşı duruyorlar. Firavunun, Nemrut’un büyük emperyalistler olmadığını kim söyleyebilir ki? İnsanların topraklarına göz dikip ellerinden alan, kendi topraklarında onları köleleştiren, yer altı ve üstü zenginliklerini bütünüyle şahsi menfaatlerine tahsis eden, Rablik ve ilahlığını ilan edip kalpler ve zihinler üzerinde tahakküm oluşturmaya çalışan bir kimse emperyalist değil de nedir!
Aziz ve hamid olan Allah azze ve celle’ye iman ettiler diye koskoca bir şehir halkını ateş dolu hendeklerde yakarak şehid eden uhdud ashabı emperyalizmin ataları olamaz mı?
Haccetmek için gelen insanları “kıyafetleriniz günahlı” diyerek itham edip onlara yeni elbiseler satan Mekkeli müşrikler bu kavramın dışında tutulabilir mi hiç!
Evet, Emperyalizm yeni değildir. İnsanlığın hak yoldan çıktığı günden beri hep var olagelmiştir. O, sadece mala mülke tamah edip yer altı ve üstü zenginliklere göz diken açgözlülerin ideolojisi de değildir. Bunun çok daha ötesinde daha korkunç hesabı olanların kullandığı sahte bir kisvedir. Günümüzde de varlığını halen devam ettirmektedir. İddia edildiği gibi sömürülen ülkelerin bağımsızlık(!) hareketleri bu fırtınayı dindirmiş falan değildir. Bu kocaman bir yalandır. Emperyalizm maddi kaynaklara olan rağbetini muhafaza etmekle birlikte varlığını başka yöntemlerle daha da güçlü bir hale getirmiştir. Evet, geçmişte olduğu gibi insanları silah zoruyla sömürmüyorlar ama bunun çok daha fazlasını televizyonla, internetle teknolojiyle kendi inanç ve kültürlerini empoze ederek başarabiliyorlar. Hem de baskıyla değil insanların kendi rızalarıyla(!). Buna da “kültür alışverişi, iş birliği” diyerek zokayı yutturuyorlar. Bugün giyim kuşamıyla, oturması kalkmasıyla, eğlenmesi hüzünlenmesiyle kendilerine benzettikleri nesiller emperyalizmin kurbanlarıdır. Kalpleri, bedenleri, ruhları şeytanın askerleri tarafından iliğine kadar sömürülmüş kurbanlar… Sömürüldüklerini dahi fark edemeyecek kadar büyük bir sömürü haline gelmiş zavallılar… En büyük düşmanlarını dost edinmiş gafiller… Enerjilerini, geleceklerini kendi elleriyle ipoteklemiş cahiller…
Müslümanlar özlerine dönmediği, kimliklerini hatırlamadığı ve ümmet olmadığı sürece emperyalizmin kurbanları eksilmeyecektir. Emperyalizmin aç kurtları tek kalmış, özünden kopmuş birisini nerede görseler parçalayacak affetmeyeceklerdir. Hele bir de hadisi şerifte buyrulduğu gibi kalbine dünya sevgisi ve ölüm korkusu girmişse Vehn’in zayıflığı onu düşman karşısında tamamen güçsüz bırakacak ve kaçınılmaz sona götürecektir.
Unutmayalım! Tarihte hiçbir şey yeni olmadığı gibi bunlar da yeni değil. Allah azze ve celle kerim olan kitabımızda her yolun haritasını bize beyan etmiş. Onlar Firavunların, Nemrutların çocuklarıysa biz de Musaların, İbrahimlerin evlatlarıyız!