Türkiye’de Yahudi Lobiciliğinin Tarihçesi -2-

Tarihin Puslu Olayları – Nedim Bal / 2024 Mayıs / 138. Sayı

İspanya’dan göç eden Yahudiler, Osmanlı Devleti bünyesinde lobi faaliyetlerine fazla vakit kaybetmeden başladılar. Yahudilerin Osmanlıda lobi faaliyetlerinin öncüsü 1520’de Portekiz’de dünyaya gelen 1553’te de İstanbul’a göç eden Yasef (Joseph) Nassi’dir. Bu Yahudi, İstanbul’a gelir gelmez devlet yetkilileriyle bir şekilde temas edebilmek için yollar aramaya başladı. Nihayet Şehzade Selim’in karısı ve III. Murad’ın annesi olan Yahudi asıllı Nurbanu Sultan’dan yararlandı. Onun sayesinde o zamanki padişah Kanuni Sultan Süleyman’la da tanışmayı başaran Nassi böylece Yahudi azınlıkla devlet yönetimi arasında bir köprü oluşturdu.

Nassi, zaman içinde Kanuni Sultan Süleyman’la arasındaki bağı o kadar kuvvetlendirdi ki Kanuni onu özel müşavir tayin etti. Böylece ona şehzadelerle doğrudan ilgilenen “müteferrika” unvanı verildi. Yasef’in kardeşi Samuel Nassi de Kanuni’den özel aylık alan elemanlar arasına seçildi. Devlet ricaline bu kadar yakın olmaktan istifade ederek bazı seçkin Yahudileri önemli konumlara getirmeyi de başardılar.[1]

Yasef Nassi sarayın güvenini kazandıktan bir müddet sonra farklı faaliyetler içine de girdi. Bu noktada en dikkat çeken faaliyeti Avrupa devletleriyle Osmanlı Sarayı arasında bir köprü görevi görmeye başlamasıydı. Özellikle de İspanya kralı II. Philip ile Osmanlı Sarayı arasında arabuluculuk görevi yapması gibi.[2]

Burada şu soru akıllara gelmektedir; “nasıl oluyor da güya Yahudilere hiç acımadan tüm mallarına da el koyarak onları ülkelerinden kovan İspanyollar ile Osmanlı Devleti arasındaki dostluk elçiliğini bir Yahudi yapıyor?”

Yahudileri İspanya topraklarından üstelik mallarına da el koyarak sürgün eden İspanya krallığının, Osmanlı Devleti ile irtibat için yine Osmanlı topraklarına yerleşen Yahudileri kullanmaları son derece düşündürücüdür. Bu durum Yahudilerin, Osmanlı Devletinin içerden yıpratılması için gönderilmiş olduğu tezini destekleyen bir durumdur.

Tıpkı Avrupa’daki rahat yaşamlarını terk edip Filistin’e yerleşmeye sıcak bakmayan Yahudilerin Alman Nazi subayı Adolf Hitler tarafından bir kısmının öldürülerek veya korkutularak Avrupa’dan çıkarılıp Filistin topraklarına yerleştirilme tiyatrosu gibi.

Osmanlı Devleti’nde İlk Yahudi Lobisi

Yasef Nassi, Osmanlı Devlet erkanı ile çok yakın ilişkilere girmesiyle birlikte beklendiği üzere bir müddet sonra devlet yönetimi üzerinde etkinliği olan bir Yahudi lobisi oluşturmayı başardı. Tarihçilerin genel kabulüne göre Osmanlı Devleti’nde kurulmuş ilk Yahudi lobisi Nassilerdir.

Yasef Nassi’nin dikkate değer diğer bir yönü ise dünyanın değişik bölgelerine dağılmış olan Yahudileri Filistin topraklarına toplama fikrini taşıyor olmasıydı. Bu idealini gerçekleştirmek için de Kanuni Sultan Süleyman’la iyi ilişkilerinden yararlanarak kendisine Filistin’in Taberiye Gölü çevresinde bir miktar arazi verilmesini sağladı. Bu toprak parçasını alınca bölgede büyük bir Yahudi yerleşim merkezi kurma çabaları içine girdi ve Yahudileri buraya göç etmeye çağırdı. Böylece devlet ricali ile olan yakın ilişkisine de güvenerek Taberiye Gölü çevresine yerleşecek olan Yahudiler için sultan Süleyman’dan bir özerklik (muhtariyet) alacağını umut ediyordu. Ancak bu idealini o tarihlerde gerçekleştiremedi.[3]

Yasef Nassi’nin düşünce ve eylemlerine bakıldığında siyonizmin Teodor Hertzl’den önceki asıl fikir babası da denilebilir. Ayrıca Filistinliler topraklarını sattı diyen bazı cahillerin şunu hatırlamalarında fayda var; Yahudiler ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman döneminde Filistin’den toprak aldılar.

Osmanlı Devleti’nin Çöküşünde Yahudi Lobiciliğinin Etkisi

Osmanlı Devletinin kendilerine sağlamış olduğu imkanlardan yararlanarak kısa zamanda büyük bir güce sahip olan Yahudiler Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında önemli rol oynamışlardır. Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında en büyük rolü İttihad ve Terakki Cemiyeti oynamıştır. İttihad ve Terakki Cemiyetini kuranlar ve Jöntürkler (Genç Osmanlılar) hareketini başlatanlar arasında çok sayıda Yahudi vardı.

Osmanlı Devleti’nde çöküş döneminin belirgin bir şekilde başlaması 1839 tarihinde ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla olmuştur. Bu ferman Sultan Abdülmecid döneminde ilan edilmiştir. Bu fermanın ilanı ise Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) mason Mustafa Reşit Paşa’nın çabalarıyla gerçekleşmiştir. Mustafa Reşit Paşa “Batılılaşma taraftarı olup ümmet kimliğinden ziyade millet (kavim) kimliğine geçme düşüncesinde olan bir kimse idi. Bu fikrin alt yapısını hazırlayanlar ise Osmanlı topraklarına yerleşen Yahudilerdir.

Mustafa Reşit Paşa, Tanzimat Fermanı’nı hazırlarken İngiltere’yle sıkı temas içindeydi. İngiltere, böyle bir fermanın yayınlanmasından memnun olduğundan yine kendisiyle temas halindeki Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı yönetimiyle uzlaşmasını sağlamıştır.[4]

Bu ferman, Yahudilerin o zamana kadar giremedikleri önemli bazı okullara girmelerini sağladı. Örneğin; o zamana kadar Tıbbiye Mektebine yani bugünkü karşılığıyla Tıp Fakültesine giremeyen Yahudiler bu fermanın yayınlanmasından sonra girmeye başladılar. Hatta Yahudi hahambaşının müracaatı ile Sultan Abdülmecid Yahudilere özel olarak: “Yahudiler, dinleri üzere Tıphane’de yiyecekler, içecekler ve diledikleri gibi ayin ve ibadet yapacaklar” diye ferman yayınladı.[5]

Acı olan şu ki; bu okula Yahudilerin girmesinden sonra burası Osmanlı Devleti’nin altını oyan İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türkler gibi hareketlerinin beşiği olmuştur.

Osmanlı Devleti’nin içten yıpratılmasında en büyük rol oynayan teşkilatların başında Jöntürkler (Genç Osmanlılar) hareketi gelmektedir. Jöntürkler hareketi, Yahudilerin Tıp Fakültesi’ne girme hakkı elde etmelerinden sonra 1865’te bu okulda doğmuştur. Tıbbiye’de Jöntürklerin ortaya çıkışını ve güçlenmesini kendisi de bir Jöntürk olan eski İstanbul belediye başkanı Cemal Topuzlu şöyle anlatıyor: “Son sınıf talebeleri koğuşlarda yatmazlar, dörder, beşer yataklı odalarda bulunurlardı… Geceleri arkadaşlar bir araya gelince padişah aleyhinde ihtilale davet eden birtakım yazılar yazar bunları şapirgrafla (bir baskı aleti) basar sonra  gizlice sınıftaki diğer arkadaşlara hatta harice bile dağıtırdık… Jöntürklük Hareketi orada (yani Tıbbiye’de) doğmuştu” [6]
Yine Cemal Topuzlu, Jöntürkler Hareketi’nin İstanbul’daki merkezinin Beyoğlu’nda olduğunu belirttikten sonra: “Bu merkeze devam edenler arasında benden başka Türk ve Müslüman yoktu” diyor.[7]

Bu hareketi başlatanların arasında çok sayıda Yahudi bulunmaktaydı. Bunlardan meşhur olanlardan birisi de Nissim Russo isimli bir Yahudidir. Yine aşağıda sözünü edeceğimiz Emanuel Karaso da bu harekete öncülük eden Yahudilerden biridir.

Jöntürkler Hareketi’ni Avrupa’daki mason locaları da kucakladı ve desteklediler. Bu hareketin ileri gelenlerinden Kazım Nami şöyle diyor: “Hiçbir sahada birleşememiş, daima çekişmiş, didişmiş olan bizdeki muhtelif ırk, milliyet ve dinler, masonluk çatısı altında tam anlaşma halinde idiler.”[8]

Kendisi de bir Jöntürk olan Cemal Topuz’un beyanından da anlaşılıyor ki bu hareket; Yahudi ve Ermeni gibi gayri müslimler ile dönmeler[9] tarafından kurulmuştur. Maalesef gizli emellerini örtmek içinde milliyetçi/vatansever gençleri kendilerine siper etmişlerdir.

Osmanlı Devleti’nin altını oyan akımlardan bir diğeri de İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir. Bu cemiyeti de aslında Jöntürkler hareketi doğurmuştur. Bu cemiyetin temeli de 1889 tarihinde yine Tıbbiye’de (Tıp Fakültesi’nde) atılmıştır. Her iki cemiyetinde ortaya çıkışında önemli rol oynayanların “Dönmeler” olduğunu unutmamak gerekir. İttihat ve Terakki Cemiyetinin Selanik temsilciliğini yapan Talat Paşa da bir masondu ve Selanik’teki mason locasına üyeydi.

Ayrıca gerek Jöntürk hareketinin gerekse İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ortaya çıkmasında ve yayılmasında önemli rol oynayanlardan Yahudi Emanuel Karaso aynı zamanda Makedonya Rizorta Locası adlı mason locasının üstad-ı azamıydı.[10]

Bu locanın merkezi, o zaman nüfusunun yarıya yakın bir kısmı Yahudi olan Selanik’teydi ve İtalya’daki mason localarına bağlıydı. Emanuel Karaso, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gizli işlerine perde görevi görüyordu. Bu gizli işlerin üzerini örtmek için kendi kişisel ilişkilerinden yararlanıyordu. Diğer taraftan Osmanlı Devleti içinde yaşanan gelişmeleri Avrupa ülkelerine ve Avrupa’daki mason localarına bildiriyordu.

Emanuel Karaso, sonraki dönemlerde 1908, 1912 ve 1914 yıllarında gerçekleştirilen seçimlerde üç kez peş peşe milletvekili seçilmiştir. Bu seçimlerde önce Selanik’ten sonra da İstanbul’dan milletvekili oldu. Emanuel Karaso, savaş esnasında da kendini iaşe müfettişliğine seçtirmeyi başardı. Bu görevini yürütürken değişik hilelerle çok büyük servetler edindi. Savaş iaşe müfettişi olduğu halde Libya’nın İtalyanlar tarafından işgal edilmesine yardımcı oldu. Bu yardımının ortaya çıkması üzerine Osmanlı topraklarından kaçma ihtiyacı duydu. Bu yüzden 1919 yılında gayri meşru yollarla edindiği servetle birlikte İtalya’ya göç etti ve çok zengin bir İtalyan vatandaşı olarak ömrünün kalan kısmını bu ülkede geçirdi. Emanuel Karaso aynı zamanda çok katı bir siyonistti ve siyonizmin Osmanlı topraklarındaki en üst düzey temsilcisiydi. Siyonizm’in fikir babası Teodor Hertzle birçok kez bir araya gelmişti.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde öne çıkan tek Yahudi Emanuel Karaso değildi tabii ki. Nissim Masliyah, Alber Ferid Aseo, Alber Fuaa, Rafael Benuziya ve Avram Galanti gibi Yahudiler de bu cemiyetin militan kadroları arasında yer almaktaydılar. Bunlardan Nissim Masliyah aynı zamanda Jöntürkler hareketini başlatanlardan ve bu hareketin faal elemanlarındandı.

Masonluk ve ittihatçılık o kadar iç içe girmişti ki mason localarına girenler aynı zamanda İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne de üye kabul edilmişlerdir.[11] Özellikle Selanik’teki mason localarının üyelerinin çoğunluğunu Yahudiler veya Yahudi kökenli “Dönmeler” oluşturuyordu. Jöntürkler aynı zamanda Selanik’teki mason localarını gizli görüşmeleri için kullanıyorlardı.

Yahudiler sadece sözünü ettiğimiz iki cemiyette rol oynamakla kalmamış Osmanlı Devleti’ne zarar veren bütün fitne organlarının oluşmasında ve yayılmasında etkili olmuşlardır. Örneğin, Yunanistan ve Bulgaristan henüz Osmanlı Devleti sınırları içinde olduğu sırada ortaya çıkan Yunan ve Bulgar komünist partilerinin kuruluş aşamasında önemli katkılarda bulunmuşlardır. Aynı şekilde Komünist cereyanların ortaya çıkardığı Selanik İşçi Federasyonu içinde de Yahudiler önemli bir güce sahiplerdi.

Netice itibariyle 1492’de İspanya’dan kovularak Osmanlı topraklarına sığınan mülteci konumundaki Yahudiler takriben dört yüzyıl içerisinde gayet sinsi ve derinden çalışarak Osmanlı Devletinin harici ve dahili tüm kurumlarının içine sızmış ve adeta devletin doğru karar alma iradesini felç etmişlerdir. Burada en büyük başarı ise dönme Yahudilere aittir. Yani Yahudilikten Müslümanlığa geçtiğini söyleyen, Müslüman ismi alan, namaz kılan, oruç tutan, Kur’an okuyan fakat aslen Yahudilik inancına bağlı olan gizli Yahudiler. Devlet adamları ve devlete bağlı kurumlar; bu kişilere güvenerek onlara çalışabilecekleri alanlar açmış ciddi görevler vermişlerdir. Sonuç; sonuç ise oldukça vahim olmuştur. Bir kap yemeğe muhtaç olarak geldikleri Osmanlı topraklarında fitne ve fesadın merkezi olmuşlar, bürokrasiyi ve kurumları ele geçirmişler, Osmanlı devletini içten çürüterek parçalamışlar ve kurdukları sömürü düzeniyle mazlum müslüman halkı bir kap yemeğe muhtaç hale getirmeyi başarmışlardır.

Sultan Abdülhamid Han ve Siyonist Yahudilerle İlgili Sözleri 

Sultan II. Abdülhamit, Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşme planlarının önüne geçen bir padişah olarak bilinir. Bu tutumundan dolayı da Yahudilerin yönlendirdiği bütün fitne teşkilatlarının ana hedefi haline gelmiştir. Yahudilerin tek hedefi Osmanlı devletinin bütün borçlarını ödemek ve orduyu yeniden teçhiz etmek teklifine karşın kendilerine Filistin topraklarında özerlik vermeyi kabul etmeyen sultan Abdülhamid’i tahtan indirmekti. Bu durumu en iyi anlatan olay İsrail işgal rejiminin ilk başbakanının çalışmalarıdır. İsrail İşgal rejiminin ilk başbakanı Ben Gurion’dur. Ben Gurion, II. Abdülhamid döneminde İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okumuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bünyesinde padişah aleyhine yapılan çalışmaların bizzat içerisindedir. Ben Gurion Birinci Dünya Harbi’nin patlak vermesinden sonra Kudüs’e dönmüştür.[12]

Sultan Abdülhamid Han Yahudiler hakkında şu tespiti yapmıştır: “Yahudiler, Avrupa’da Doğu’da olduğundan daha fazla bir kudrete sahiptirler. Bu sebeple de birçok Avrupalı devlet çok artmış olan Semit (Yahudi) ırkından kurtulabilmek için Yahudilerin Filistin’e muhaceretini (göçünü) iyi karşılayacaklardır. Fakat bizim memleketimizde kâfi miktarda Yahudi vardır. Eğer Filistin’de Müslüman Arap unsurunun faikiyetini (üstünlüğünü) muhafaza etmesini istiyorsak, Yahudilerin yerleştirilmesi fikrinden vazgeçmeliyiz. Aksi takdirde yerleştirildikleri yerde çok kısa zamanda bütün kudreti elde edeceklerinden dindaşlarımızın ölüm kararını imzalamış oluruz. Siyonistler Filistin’de yalnız ziraat yapmak değil, orada hükümet kurmak, siyasi temsilcilerini seçmek gibi şeyler de arzuluyorlar.”[13]

Ne yazık ki, Filistin topraklarının Yahudilere satılması için rüşvet teklifinde bulunduğunda Sultan II. Abdülhamid tarafından kovulan Yahudi Emanuel Karaso bu kez Sultan Abdülhamid’in karşısına padişahlıktan ve halifelikten azledildiğini bildirmek için çıkmıştır. Bu durum bile Osmanlı devlet kurumlarının Yahudiler tarafından nasıl kuşatıldığını göstermesi açısından acı bir örnektir. Artık Filistin topraklarında bir küçük bir devlet kurmak için Osmanlı devletine koca bir servet ödemek durumunda da kalmayacaklardı. İşte bu ihanetin şartlarını hazırlayan teşkilat da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ydi.

-Devam Edecek İnşaallah-


[1]. Süleyman Kocabaş, Türkiye ve Siyonizm, sh. 52, Vatan Yayınları, İstanbul, 1987

[2]. Süleyman Kocabaş, a. e.

[3]. Bilim Araştırma Grubu, Yehova’nın Oğulları ve Masonlar, sh. 62-63, Araştırma Yayıncılık, İstanbul, 1993

[4]. Yakın Tarih Ansiklopedisi, C. 1, sh. 15, Vakit Yayınları, İstanbul

[5]. Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, Birkaç Sahife Tarih, sh. 225, Selam Yayınevi, Konya, tarihsiz

[6]. Cemal Topuzlu, 80 Yıllık Hatıralarım, sh.18, İstanbul, 1939

[7]. Aynı eser, sh. 69

[8]. Büyük İslam Tarihi, C. 7, sh. 246, Çağ Yayınları, İstanbul, 1990

[9]. Dönme: Yahudi kökenli olup Yahudilik inancına bağlı olduğu halde kendisini Müslüman gibi gösteren kişiler

[10]. Angelo Jacovella, Jöntürk-Mason İş birliği, Tarih ve Medeniyet dergisi, sayı: 63, sh. 28, Haziran 1999

[11]. Doç. Dr. Şükrü Karatepe, Meşrutiyet ve Anayasa, sh. 84-85, Yeni Şafak Yayını, İstanbul, 1995

[12]. Ali Uğur, Dünya Siyonist Kongreleri ve Türkiye, sh. 72-73, Ocak Yayınları, 1986

[13]. Sultan II. Abdülhamit, Siyasi Hatıratım, sh. 76, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1984