Tarihin Puslu Olayları – Nedim Bal / 2024 Nisan / 137. Sayı
Bu yazımızda ele alacağımız konu Türkiye’de Yahudi lobiciliği…
Lobicilik; meşru veya gayri meşru her türlü imkanları kullanarak hükümetler tarafından verilen kararları etkileme çalışmasıdır. Daha geniş ifade ile söyleyecek olursak; ikna, inandırma ve tanıtma teknikleri uygulayarak karar verme mekanizmaları üzerinde baskı oluşturma ve politik kararları bir grubun veya ülkenin lehine ya da aleyhine değiştirebilme faaliyetlerine lobicilik denmektedir.
Türkiye’deki Yahudi lobiciliği faaliyetlerini yürüten üç grup bulunmaktadır. Birinci grup; bizzat Yahudilerin oluşturduğu kimselerdir. Bunlar kimlik ve kökenlerini gizlemeyenlerdir.
İkinci grup; Yahudi kökenden gelen fakat Müslüman olduklarını söyleyen gerçekte ise Yahudi kimliklerini koruyan ve Yahudilerle irtibatlarını sürdüren kesimlerdir. Bu türden olan kimselere “Dönmeler veya Sabetaycılar” da denmektedir.
Üçüncü grup ise köken itibariyle Yahudi olmayan ama birtakım çıkar hesaplarından veya benimsemiş oldukları anlayıştan dolayı Yahudi kökenlilerle irtibat içine giren ve onların planlarına hizmet eden kimselerin oluşturduğu kimselerdir. Bu grubu oluşturanların başında masonlar gelmektedir. Fakat mason olmayan pek çok kimse de kişisel çıkarları veya makam arzularından dolayı Yahudilerle direk ya da dolaylı olarak ilişki içinde olup onların çıkarlarına hizmet etmektedirler.
Türkiye de İsrail lehine lobicilik faaliyeti yürüten bu gruplardan Yahudi kimliklerini koruyan ve bu kimliklerini gizlemeyenler yani “Yahudi olarak kalanlar” genellikle ekonomik alana ağırlık vererek kendilerini zenginleştirmişlerdir. Böylece edindikleri ekonomik güç ile Yahudi olmayanları da kendi etki alanlarına çekerek kendilerine hizmet etmelerini sağlamışlardır.
Türkiye’de Yahudi kimliği ve kökenini gizlemeyenler genellikle ülke yönetiminde fiilen görev almayı tercih etmemiştir. Bu sinsi tutum maalesef Türkiye de şu yanlış anlayışı doğurmuştur; “Yahudiler siyasete girerek ülke/devlet idaresine karışmamışlardır. Daha ziyade ekonomik alana ağırlık vererek bu alanda güçlenmiş ve zenginliğin gücünü kullanarak lobi faaliyetlerini yürütmüşlerdir.”
Bu yanlış algı yine bir Yahudi hilesidir. Yahudi kimliğini gizlemeyen bu grubun çoğunluğunun siyasetten uzak durmasının asıl sebebi Yahudilerin hiçbir ülkede o ülkenin devlet yönetiminde öne çıkarak sivrilmek ve halklar tarafından hedef haline gelmek istememelerindendir. Çünkü Yahudi’nin tabiatı budur. O derinden ve sessiz çalışır. Azınlık oldukları ülkelerde öne çıkmazlar.
Peki, gerçekten Yahudiler ülkelerin yönetildiği hükümetler içinde görev almazlar mı? Tabi ki alırlar…
Türkiye de siyasetin ilgilendiği tüm alanlarda Yahudiler olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden bu yana etkin bir şekilde yönetimde rol almış, oldukça üst makamlara kadar yükselmiş ve çoğu zaman da devlet politikasını belirleyici roller oynamışlardır. Fakat bu işleri yapan birinci grup değildir. Bu faaliyetin içinde olanlar çoğunlukla ikinci gruptan olan kimselerdir. Yani “Yahudi” kimliklerini gizleyen dahası Müslüman olduğunu söyleyen ve kültürel olarak Müslüman gibi yaşayan “Dönmeler yani Sabetay” Yahudileridir.
Dolayısıyla halk, ülke yönetiminde etkin olan bu kişileri Yahudi kimliği ile asla tanımaz, bilmez. Aksine onları kendinden görür, kendinden bilir. Bunlar yeri gelir Kemalist olur, yeri gelir sosyalist olur, yeri gelir demokrat olur yeri gelir muhafazakâr/dindar olurlar.
Türkiye’de özellikle dış işleri bakanlığı, eğitim bakanlığı, maliye bakanlığı, adalet bakanlığı, savunma bakanlığı gibi direk devlet yönetimini etkileyecek ana bakanlıklar üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bunun yanında halkları yönlendirme hususunda etkili olan kültür, sanat, edebiyat, sinema, müzik, tiyatro, basın-yayın, spor gibi alanlarda da dönme Yahudilerin etkisi oldukça fazladır. Bu alanlarda yoğunlaşmalarının sebebi ise istedikleri algıyı toplumda yaymak ve bu suretle kamuoyu oluşturmaktır. Böylece karar alma mekanizması olan hükümetler üzerinde baskı kurup kendi arzu ettikleri neticeleri alabilmektedirler.
Kısaca şunu diyebiliriz; Türkiye’de Yahudi lobiciliği siyasi, askeri, ekonomi ve fikri alanlarda faaliyet yapmaktadır.
Peki, Nereden Geldi Bu Dönmeler!
İspanya kraliçesi İsabella ‘nın Hristiyan kilise ile iş birliği yaparak 31 Mart 1492 tarihinde ülkedeki bütün Yahudilerin, 2 Ağustos 1492 tarihine kadar ülkeyi terk etmeleri üzere ferman çıkarması 300 bin kadar İspanya Yahudi’sini iyice zor durumda bırakmıştı. İspanya Yahudileri bu ferman üzerine çeşitli Avrupa ülkelerinden sığınma hakkı istediler ama Osmanlı İmparatorluğu’nun dışında onlara sürekli kalmaları üzere kapıları açan hiçbir ülke olmadı. Osmanlı İmparatoru Sultan II. Bayezid ‘in kendilerine sığınma hakkı tanıması üzerine 150 bin kadar İspanya Yahudi’si Akdeniz yolu üzerinden doğrudan Osmanlı topraklarına geldi. Diğerleri de Rusya üzerinden Osmanlı topraklarına geldiler. Kendilerine “Sefarad Yahudileri” denilen İspanya Yahudilerinin büyük çoğunluğu Selanik ve İstanbul’a yerleştirildi.
Sonuç olarak, Yahudilerin Avrupa’dan kovulup mülteci olarak Osmanlı Devleti topraklarına gelişi takriben bundan 530 yıl önce idi. Dolayısıyla nereden çıktı bu Yahudi dönmeler demek aslında yersiz bir soru. Çünkü Yahudilerin bu topraklara önceleri mülteci olarak gelerek şimdilerde ise Türkiye vatandaşı olarak yaşam sürmelerinin tarihi neredeyse Osmanlı Devleti’nin tarihi kadar eski.
Yahudiler, 1492’de İspanya’dan çıkarılınca Avrupa ülkelerinin hiçbiri onları kabul etmedi. Bu duruma bakıldığında ilk akla gelen kanaat; Avrupa ülkeleri çok faşistti ve yönetimler Yahudilere karşı insafsızdı. O yüzden bu dönemde Avrupa ülkeleri Yahudileri kendi ülkelerinden çıkarmak istiyordu.
Evet akla ilk gelen yorum bu olmakla beraber konunun uzmanı pek çok kimse ise bu zorunlu göç hareketinin bilinçli olarak tezgahlandığı kanaatindedir. Şöyle ki; Avrupa, 1492 sürgününde Yahudileri özellikle Osmanlı ağacının gövdesine bir kurt gibi sokmayı hedeflemişti. Bilindiği üzere Müslümanların büyük bir medeniyet merkezi haline getirdikleri Endülüs’ü İspanyollar işgal edince Müslümanları toplu katliama tabi tutmuşlardı. Ama Yahudileri herhangi bir katliama tabi tutmadan sürgün etmeyi tercih ettiler. Zira Yahudilerin fitne çıkarma, devletleri içinden yıkma konusundaki maharetleri onların kendi tarihlerinden biliniyordu.
Bu dönemde Osmanlı’nın sürekli genişlemesinden ve güçlü bir dünya devleti haline gelmesinden rahatsız olan Avrupa, hiçbir savaşta bu devletin karşısında tutunamamıştı. Osmanlı, 1453’te İstanbul’u fethederek Hristiyanlığın köklü bir devleti olarak görülen Bizans İmparatorluğu’nu da ortadan kaldırmış ve Avrupa’nın ortalarına kadar uzanmıştı. Dıştan savaşlarla yıkılması ve yıpratılması mümkün olmayan bu devletin içten yıpratılabilmesi için içine kurt sokulmasına ihtiyaç vardı. Bu işi en iyi yapabilecek topluluk ise bu konuda binlerce yıllık tecrübeye sahip oldukları bilinen Yahudilerdi. Bu yüzden İspanya krallığı Endülüs’ü ele geçirdikten sonra Müslümanları topluca katletmesine rağmen Yahudileri katletmeyerek Osmanlı topraklarına sürgün etmeyi tercih etti.
Kudüs’ü ve Filistin topraklarını işgal için aralarında haçlı ittifakı oluşturan Avrupa ülkeleri, göçe zorladıkları Yahudileri kabul etmeme konusunda aralarında gizli bir ittifak sağlamışlardır.
Nihayetinde Yahudiler Avrupa devletlerinin hepsi tarafından reddedilince varacakları yer Osmanlı topraklarıydı. Çünkü Osmanlı’nın o zaman kendi topraklarında yaşayan ama henüz çok küçük bir azınlık olan ve devlete de herhangi bir zararları olmayan Yahudilere gayet iyi davrandığı biliniyordu. Osmanlı biraz da bunu haçlı zihniyetine karşı bir politika olarak yapıyordu.
Yahudiler, İspanya’dan kovulduktan sonra muhtelif Avrupa ülkelerine uğradılar. Ama bu göç esnasında Yahudilerin üstlerindeki elbiselerine varıncaya kadar bütün her şeyleri alındığı halde bir tek kişinin canına dokunulmadı. Üstelik sürgün edilen Yahudilerden bir tek kişinin herhangi bir Avrupa ülkesine yerleşmesine de fırsat verilmedi.
Bunun iki sebebi olabilir. Birinci sebep; Avrupa devletleri, sürgün edilen Yahudilerin her şeylerini soyarak onları miskin ve ilgiye muhtaç bir halde Osmanlı topraklarına sokmak istiyordu. Çünkü bu halde gitmeleri Osmanlı Devleti’nin onlara ilgi göstermesi ve kendilerine bazı imkanlar vererek durumlarını düzeltmeleri için onlara yardımcı olması zorunluluğunu doğuracaktı. Yahudiler ise kendilerine sağlanan imkanları ileriye dönük hesapları için değerlendireceklerdi. Çünkü onların bir yere kazık çaktıktan sonra oraya çiftlik kurma konusundaki maharetleri Avrupa devletleri tarafından çok iyi biliniyordu. Diğer taraftan bu göçler esnasında Yahudilerin mallarının soyulmasına rağmen tek bir Yahudi’nin canına dokunulmamış ve bir tek Yahudi’nin uğradığı Avrupa ülkelerinden birine yerleşmesine de fırsat verilmemişti. Çünkü Osmanlı ağacının gövdesine ne kadar çok kurt sokulursa o kadar iyi sonuç elde edileceği umuluyordu.
Bu göçte dikkatimizi çeken diğer bir husus da Yahudilerin göçte iki farklı yolu kullanmalarına rağmen sonuçta hepsinin Osmanlı topraklarında toplanmasıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere bunlardan bazıları deniz yoluyla İtalya üzerinden direk gelirken, diğerleri Rusya üzerinden geldiler. Ama hepsi uğradıkları ülkelerden kovularak Osmanlı topraklarına toplanmaya zorlandılar.
Bu Tez Bir Komplo Teorisi mi?
Yaşanan hadiseleri sebep ve sonuçları açısından inceleyip buradan çıkarılan tecrübeler biriktirilmediği müddetçe kuru kuruya kronolojik bir tarih bilmenin pek de önemi yoktur. Dolayısıyla tarih sadece yaşanan olayların ve rakamların bir kâğıda aktarılmasından ibaret değildir. Bir tezin doğru olup olmadığı iddia ve sonucun birbirine uyumlu olmasıdır.
Osmanlı Devleti’nin çöküş ve yıkılma süreci incelendiği zaman bu tezlerin afaki değil ne denli gerçekçi ve isabetli olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü Osmanlı Devleti, dış güçlerle yaptığı savaşlar yüzünden değil içerden yıpratılarak yıkılmıştır. Bu yıkılışın baş mimarı da Yahudilerdir.
Bu kanaati doğrulayan önemli bir husus da Avrupa’nın kendi topraklarından kovduğu, kovarken üstlerindeki elbiselerine varıncaya kadar her şeylerini aldığı Yahudilerle onların Osmanlı Devleti’ne girmelerinden sonra sıkı bir irtibat içine geçmesidir. Osmanlı’nın çöküş ve yıkılma döneminde yaşanan olaylar incelendiğinde özellikle Yahudilerin ve dönmelerin (kimliklerini gizleyenlerin) bu olayları nasıl kışkırttıkları ve başta İngiltere olmak üzere muhtelif Avrupa ülkelerinin bu olaylarda Yahudilerle nasıl sıkı bir irtibat içinde oldukları görülecektir.
Nihayet mal varlıklarının çoğunu İspanya’da bırakan, yanlarına almış oldukları malları da İtalya’da uğradıkları limanlarda soyulan sefarad Yahudileri Osmanlı topraklarına eli boş gelmelerine rağmen, Osmanlı Devleti’nin kendilerine sağlamış olduğu imkanlarla kısa zamanda durumlarını düzelttiler. Bunların bazıları ticari alanda ilerlerken bazıları da devlet kademelerinde önemli mevkilere geldiler.
Böylece Osmanlı ağacının içine Yahudi kurdu girmiş oldu.
-Devam Edecek-