Nesli Islah Etmenin Yolları Nelerdir?

Davet Okulu – Cihan Malay / 2022 Mart / 112. Sayı

Islah: İslamî değerleri, inanç ve yaşama biçimini yeniden ihya etmeyi amaçlayan düşünce ve faaliyetleri ifade etmek üzere kullanılan bir terimdir.

Sözlükte “iyi ve yararlı olma” anlamındaki salâh kökünden masdar olan ıslah kelimesi genel olarak “düzeltmek, daha iyi hale getirmek” manasında kullanılır ve bir manada batı dillerindeki “reform” kelimesine tekabül eder.

Nesillerimizi ıslah etme hususunda takip etmemiz gereken yolun ne olacağı, özetle Mâlik b. Enes radıyallahu anh’a nispet edilen şu veciz sözlerle cevabını bulmuştur:

“Bu ümmetin ahiri ancak evvelinin salâh bulduğu şeyle salâh bulur.”

Dolayısıyla selefimizin kurtuluş reçetesi ne ise bizi kurtaracak olan şey de mutlaka o olacaktır. Nitekim bu bir tez ve bir ihtimal değil, geçerliliği ve doğruluğu kanıtlanmış, test edilmiş bir hakikattir. Öyleyse bizim için selefi salihinin hayatı örnek bir hayat olmalıdır.

Nesli ıslah etmenin en öncelikli yolu ilk olarak nefsin ıslahıdır. Nitekim Rabbimiz: “Bir kavim nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” (Ra‘d, 11) buyurmaktadır. Ancak nefsini ıslah etmeyi başarabilen kişiler nesillerini ıslah edebilirler. Nesilleri ıslah etmede en iyi nasihat, güzel örnek olmaktır. Dolayısıyla Müslümanların en temel vazifesi, toplum içinde güzel bir örneklik oluşturabilmeyi başarabilmeleridir. Şu bir hakikattir ki saatlerce verilen bir nasihatin, güzel örnek olmak kadar tesiri yoktur.

Gerek nefsin gerekse de neslin ıslahı yüce Rabbimizin indirdiği kitaba uymakla ve ahkâmını tatbik etmekle mümkündür. Nitekim gökyüzünün öğrencisi olmadan yeryüzünün öğretmeni olmak mümkün değildir. Kendi yaşadığı asırda göğe salih ameller ve doğru işler yükselterek nefislerini ıslah etmeye gayret gösteren kişilerin, gelecek nesillerinin üzerine rahmet yağmurları yağarak onları da yeşertecek ve ıslah edecektir.

Kendisini ıslah etmeyi başarabilen kişiler isteseler de istemeseler de başkalarına fayda sağlarlar. Nitekim güzel kokan bir çiçekten etrafa güzel kokular yayılır ve etrafındaki insanlar da ondan faydalanırlar. Yüce Rabbimiz babalarının salih biri olması sebebiyle geride kalan yetim çocuklarına dahi rahmet etmiş, onları gözetmiş ve kendilerinin gelecekte rahat edebilecekleri hazinelerinin onlar daha küçükken ellerinden çıkmasına ve mağdur kalmalarına müsaade etmeyerek rüşd ve olgunluk zamanında kendi hazinelerini kendilerinin çıkarmasını murat etmiştir. Bu durum Kur’an’da şöyle bildirilmiştir: 

“O duvar ise, işte o şehirde bulunan iki yetim erkek çocuğa ait idi ve onun (o duvarın) altında, kendilerine ait bir hazine vardı; babaları da salih bir kimseydi. Böylece Rabbin, onların (o iki çocuğun) güçlerinin kemâle ermesini ve Rabbinden bir rahmet olarak (o yaşa geldiklerinde) kendi hazinelerini çıkarmalarını diledi! (Ben) bunu kendiliğimden de yapmadım! (Rabbim bana emir buyurdu!) İşte kendisine sabretmeye dayanamadığın şeylerin iç yüzü budur!” (Kehf, 82)

Güzel ahlâkı yaşamayan ve sözde bırakarak Kur’an’ın ifadesiyle “yapmadığını söyleyen” bir kimse olmak, nesillerin ıslahını isteyen kimselerin sakınması gereken bir ahlâktır.

“Eğri ağacın doğru gölgesi olmaz” sözü, toplumun ve nesillerin ıslahını hedefleyen kimselerin her zaman göz önünde bulundurması gereken bir hakikattir.

Nesillerin ıslahı yolunda çok önemli yeri bulunan bir husus da bu vazifeye talip olan kişilerin bıkmadan usanmadan çalışmaları, asla pes etmeden bütün gayretlerini göstermeleridir. Bu mesele: “Bir kere yapmaya çalıştım olmadı, daha başka ne yapabilirim ki?” denilecek bir mesele değildir. Bir, iki, üç… Kaç defa olursa olsun biz, bize düşeni yapmalıyız. “Tek istediğim gücümün yettiğince ıslah etmektir.” (Hûd, 88) ayeti doğrultusunda Allahu Teâlâ’nın rızasını kazanmak için çabalamalıyız. Elimizden gelen tüm gayreti gösterdiğimize kanaat ettikten sonra da gerisini Allahu Teâlâ’ya bırakmalıyız. Çünkü kalpler yüce Allah’ın elindedir. Allahu Teâlâ dilemedikten sonra bizim bir şey yapabilmemiz asla söz konusu olamaz. Biz bize düşeni yapmışsak ve vazifemizi yaptığımıza da inanıyorsak, kalbimiz de bu hususta rahatsa, umutsuzluğa kapılmadan yolumuza devam etmeliyiz. “Başaramadım, olmadı” deyip usanmamalı, bir sonraki işimize ve başka kişilere odaklanmalıyız. Şu ayeti de kendimize rehber edinmeliyiz: “O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul.” (İnşirah, 8)

Nesillerimize karşı şu misaldeki gibi davranmalıyız: Bir evde, ev ahalisinin evde bulunduğu sırada -Allah azze ve celle bu gibi kötü durumlardan korusun- yangın çıktığında, anne-baba uyandığı halde uykusu ağır olan çocukları uyanmamışsa, anne-baba çocuklarını bir kere uyandırmaya çalışsa ve onlar da uyanmasa, onları kendi haline terk edilmiş bir şekilde bırakır mı hiç? Uyandırmak için gerekirse onlara sert bir şekilde davranır değil mi? İşte nesillerimize karşı tavrımız da bu şekilde olmalıdır.

“Üzüm üzüme baka baka kararır”, “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” atasözlerinde de denildiği gibi nesillerimizin salih insanlar arasında ve İslam’a uygun mekânlarda bulunmaları için de bıkmadan usanmadan elimizden geleni, hatta fazlasını ihmal etmeden yapmamız gerekir. Camiye giden kişiye cami cemaati; kumarhaneye giden kişiye kumarcı; bar vs. gibi eğlence yerlerinde hayatını geçiren kişiye de hovarda denildiği gibi hayatımızı geçirdiğimiz mekânlar, gerçek kimliğimizi ortaya çıkaran önemli kriterlerdir. Bar ve pavyonlarda dolaşan ve hiçbir zaman camiye gitmeyen bir insan için: “Bu kişi cami cemaatindendir” denilmediği gibi, hayatını cami, mescid ve İslami mekânlarda geçiren kişiye de: “Hovarda, âlemci” vs. isimler takılmaz. Öyleyse nesilleri doğru mekânlara yönlendirmek ve doğru kişilerle arkadaşlığa sevk etmek de önem göstermemiz gereken hususlardan biridir.

Nesillerin karakteri ve gelişiminde özendiği insanlar oldukça etkilidir. Şeytana hizmet ettiğine akıllı iki insanın dahi ihtilaf etmeyeceği ‘ünlü, artist, meşhur’ denilen insanların olduğu bir zamanda nesillerimize İslam’ın kendi rol modellerini sunmalı, âlimleri, mücahidleri, davetçileri ve herhangi bir alanda kendini kanıtlamış Müslüman şahsiyetleri örnek almalarını sağlamalıyız. Onların hayatları ve mücadeleleri nesillerimize ilgilerini çekecek şekilde kısa filmler, belgeseller ve biyografiler vs. gibi fayda sağlayacağına inandığımız türlü yollarla anlatılmalıdır.   

Nesillerimizi doğru bir şekilde kanalize edebilmek için medyanın gücünün farkında olup yazılı ve görsel medyayı da etkin bir şekilde kullanmalıyız. TV, radyo, internet, kitap, gazete, dergi ve broşür gibi araçlarla İslam’ın değerlerini muhafaza etmeli ve insanları salaha çağırmalıyız.

Nesillerimize İslam’ın öngördüğü bir bakış açısı kazandırmalıyız. Yaşanan olaylara Kur’an ve sünnet penceresinden bakmak; gelişen bir durum karşısında doğru bir şekilde davranma ve değerlendirme imkânı sağlayacaktır.

Neslin ıslahı, sadece kötülüklerin yok edilmesi ile değil, nefislerin ve nesillerin eğitilmesi ve terbiye edilmesi ile mümkündür. Bu ıslah ise bazen maddi bazen de manevi sebepleri yerine getirmekle olur.

Bunların başında gelen ilk husus İslami düzeni küfür düzenlerinden ayıran en köklü esas olan tevhid düşüncesini idrak etmektir. Muhammed Emin el-Mısrî bu konu hakkında şöyle demektedir: “Hiç kuşkusuz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, içinde bulunduğu toplumun iktisadi sorunlarını, ahlaki sorunlarını, sağlık sorunlarını, siyasi sorunlarını, idari ve ilmî sorunlarını çözmek için yola koyulmadı. O, bütün bunların üstünde imanı ıslah etme yoluna koyuldu ve Tevhid akidesine çağrıda bulunmakla işe başladı ve bu hedef gerçekleştikten sonra bütün maslahatlar, hayırlar ve kuvvet arkasından geliverdi” diyerek öncelikle tevhid akidesine çağırmakla işe başlamanın gerektiğini ve bunun da ne derece önemli olduğunu söylemektedir.

Küfür ve şirkin ne olduğunu bilen ve tevhid akidesini kavrayan nesillerin kolay kolay küfrün cazibesine ve tekliflerine kapılması beklenmez. Bu düşünceyi sindirmiş bireylerin karşılıklarını bekledikleri en hayırlı yer tabi ki yüce Rablerinin makamı olacaktır. Nitekim hiçbir mükâfat Rabbimizin vereceği mükâfatlardan güzel olamaz. Bu düşünce ile yetişen nesiller hiçbir zaman küfre alet olmaz, hiçbir zaman kendilerini kullandırmaz. İslam’a muhalif hiçbir şey, Kur’an ve sünnete zıt hiçbir hareket onlardan beklenmez. Bu manada emin ve güvenilir kişiler olurlar. Rablerinin rızasını diğer her şeyden üstün tutmaları hasebiyle küfre ve şirke en ufak bir taviz dahi vermezler, onlara şirin gözükmeye çalışmazlar. Bu husus belki de en önemli ve en başta gelen ayrım noktasıdır. Zira ilk düğmesi yanlış iliklenen bir gömleğin diğer düğmelerinin doğru iliklenmiş olması düşünülemez. Akide hususunda doğru ve net bir inanca sahip olmayan nesillerin ne kendilerini ne de gelecek nesillerini ıslah etmesi beklenmez.

Nefsini ve neslini ıslah etmeyi hedefleyen kişilerin yapmaları gereken diğer bir husus da kalplerindeki ahiret inancını diri tutmaları, her şeyi işiten ve gören Rableri tarafından izlendiklerinin bilincinde olmaları, attıkları her adımı bu düşünce ile atmaları ve yaptıkları her şeyin hesabını elbet bir gün vereceklerini düşünmeleridir. Bu bilinçte olan kişiler atacakları her adımı iyice hesap edecek, gereksiz ve aşırı adımlardan kaçınacak, durulması gereken yerde duracak, yürümesi gereken yerde de yürüyeceklerdir. Böylece bütün enerjilerini gerektiği şekilde doğru istikamete yönlendirecek, güç ve kuvvetlerini bu yola sevk edecek, zamanlarını doğru ve planlı bir şekilde geçireceklerdir. Kârını ve zararını iyi hesap eden hiçbir tüccar zarar edeceği bir ticarete girmediği gibi ahiret bilinci kalbine yerleşmiş kişiler de asla zarar edecekleri bir yola girmeyeceklerdir.

Diğer bir husus da bu amaç uğruna çaba harcayan kişilerin helal lokma arayışında olmaları, haram lokmanın bedene ve amele zarar vereceğini bilmeleri ve yol açacağı tahribatın farkında olmalarıdır. Nitekim haramla beslenen bir bedenin, vicdani duyguları ile birlikte kalbi de zehirlenecek, doğru kararlar ve doğru adımlar atamayacaktır.

Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar! Allah tayyiptir (temizidir, her türlü noksanlıklardan münezzehtir) ancak temiz ve helal olanı kabul eder. Allah müminlere de peygamberlere emrettiği şeyleri emretmiş ve: “Ey peygamberler! Temiz (helâl) şeylerden yiyin ve sâlih amel işleyin!” (Mü’minun, 51) buyurmuş, müminlere de şöyle emretmiştir: “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların helal ve temiz olanlarından yiyin. Eğer yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.” (Bakara, 172). Sonra Peygamberimiz konuşmasını şöyle sürdürmüştür:

“Bir kimse (hac gibi) uzun yolculuğa çıkar, saçları dağılmış, toz toprak içinde kalmış bir halde ellerini semaya kaldırarak; “Ey Rabbim, Ey Rabbim” diye dua eder (ve dileklerde bulunur). Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve haramla beslenmiş. Böylesinin duası nasıl kabul edilir?”[1]  

Kûfe şehrinin köylerini haydutlar basıp koyunları çalmışlardı. İmamı Azam Ebu Hanife rahimehullah bu çalınan koyunlar şehre getirilip satılır düşüncesiyle, ‘koyunun en fazla yedi sene yaşadığını’ bildiği için yedi sene boyunca koyun eti yememiştir. İşte Ebu Hanife gibi olan böyle kişilerden bu helal lokma hassasiyetleri sayesinde salih ve doğru ameller sadır olmuş, böylece hem kendi nesillerini hem de geleceklerini inşa etmişlerdir.

Nefisleri ve nesilleri ifsad eden kişilerin ise ahirete dair bir inançları olmadığı için bu hayatı kendilerini menfaatleri doğrultusunda geçirdiklerini, hiçbir zaman kendi menfaatlerini başka menfaatlere değişmediklerini görürüz. Onlar için gelecek nesiller pek önem arz etmez. Kendi iktidarları ve rahatları uğruna nice nesilleri feda etmekten çekinmezler. Her biri dünyaya hırsla meyleder ve hiç ölmeyecekmiş gibi bu uğurda koşuştururlar.

“Bu gibileri işbaşına geçti mi, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekonomik ve sosyal düzeni bozmaya çalışırlar. Ama Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 205)

İş başına, iktidara geldikleri, dünya liderliğini ele geçirdikleri, Kur’an’ı ve Kur’an hükümlerini engelleyerek, dünyayı, halkı istedikleri istikamette yönlendirdikleri zaman, yeryüzünde ve ülkelerde fesadı yaymak, kadına ait değerleri, kazanç ve gelir düzenini bozmak; tabiatı, toprağı tahrip edip ürün veremez hale getirmek; ilmî araştırmaları, Kur’an üzerinde çalışmayı, derinleşmeyi baltalamak; nesillere hayat hakkı tanımamak, tohumları, bitkileri, ürünleri bozma planları uygulamak; gençleri mahvetmek için çalışırlar, koşuştururlar.

Bir diğer meselede Müslümanlar birbirine kenetlenmediği ve toplum olarak hareket etmediği müddetçe gelecek nesillerimiz ıslah olmayacaktır. Nitekim Allah azze ve celle, Râd suresi on birinci ayet-i kerimede şöyle buyurur: “Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır. Bir toplum kendisini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez.”

Islah olmak ve ıslah etmek zorunlu bir vazifedir, yeryüzündeki varlık ve yokluk durumumuzu belirleyici bir faktördür: “Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan men etmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve suç işleyenler olup çıktılar. Halkı ıslahatçı kimseler olsaydı Rabbin o şehirleri haksız yere helak edecek değildi.” (Hud, 116-117)

Rabbimiz bizleri ıslah olanlardan ve ıslah edici kişilerden eylesin. Rabbimizin dini uğruna samimi bir şekilde gayret gösteren, hem dünya da hem de ahirette salih kişilerle birlikte olan ve salih ameller işleyenlerden eylesin.


[1]. Müslim, Zekât, 20; Tirmizî, Tefsiru’I-Kuran, 3.