Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2023 Haziran / 127. Sayı
Esma Hoca mahallesindeki genç kızlarla ilgileniyor, onlara Kur’an öğretiyor, İslami ilimlerle ilgili dersler yapıyordu. O gün talebelerinden Filiz, amcasının kızı olan Arzu’yu misafir olarak getirmişti. Arzu’nun giyimi kuşamı, makyajlı oluşu, hal ve hareketleri diğer kızların dikkatini çekmişti. Esma Hoca Filiz’in yanına giderek, “Hoş geldiniz kızım” dedi. Filiz, Arzu’yu takdim ederek Esma Hoca’yla tanıştırdı. Arzu göz ucuyla diğer kızların kılık kıyafetlerini süzüyordu. Etek boyunun kısa olmasından ayrıca rahatsız olmuş ve utanmıştı. Esma’nın sıcak karşılaması onu biraz olsun rahatlatmıştı. Esma Hoca her zaman olduğu gibi talebelerinin Kur’an ve ezber derslerini sırayla dinledi.
Genç kızlardan oluşan toplam yedi talebesi vardı. Üç yıldır onlarla yakından ilgileniyor, talebelerinin okuldan arta kalan vakitlerini neredeyse tamamen kuşatmaya çalışıyordu. Kızların her birinin anneleri ile de tanışıyor, onlarla da yakın komşuluk ilişkisi kuruyordu. Komşulukları sebebi ile de kızlar Esma Hoca’nın evine oldukça sık gidip geliyorlardı. Kızlar, Esma Hoca’nın evine ders için geldiklerinde evde bir kek kokusu var mı veya çaydanlık kaynıyor mu diye kontrol ederlerdi. Eğer bu alametler varsa dersten sonra mutlaka sohbet muhabbet eşliğinde güzel bir çay sofrası kurulacaktı. Bu, onlar için çok kıymetliydi. Esma ablaları ile sohbet etmeyi, onun sofrasında bulunup nasihatlerini dinlemeyi hiçbir şeye değişmezlerdi. Yanlarında bir arkadaş getirdiklerinde Esma Hoca o gün muhakkak çay sofrasını kurar, onlarla sohbet eder, gelen misafirle yakından ilgilenirdi. O gün de Arzu misafir olduğuna göre o güzel sofra kurulacaktı. Esma kızların derslerini alırken kaşla göz arasında çayı demlemişti. Dersler bitince “Kızlar hadi bakalım hep birlikte mutfağa gidiyoruz. Şöyle güzel bir kahvaltı sofrası kuralım ve sohbet eşliğinde balkon sefası yapalım.” dedi. Esma’nın evinin balkonu oldukça geniş, balkonun duvarları çiçeklerle dolu, sarmaşık çiçeği ile her tarafı sarılı idi. Kızlar hem sofrayı hem de balkon sefasını duyunca iki misli mutlu oldular. Çünkü bu balkonda çok güzel sohbetler edilmiş, güzel anlar biriktirilmişti.
Yuvarlak yer sofrası balkonun tam ortasına kuruldu. Kızlar sofrayı kurarken Esma ablaları onlara en sevdikleri kaşar peynirli menemeninden de yaptı. Gençler bir ortamda ise orada neşe vardı, enerji vardı, hareket vardı… Esma kırk yaşında olmasına rağmen onlarla zaman geçirdiğinde kendini çok daha genç ve dinamik hissediyordu. Arzu ise etrafında olan bitenleri izliyor, bu samimi ve içten olan ortama içten içe hayranlık duyuyordu. Daha önce hiç böyle sıcak, samimi bir ortamda bulunmamıştı. Filiz’e dönüp “Gerçekten de anlattığın kadar varmış. Sanki siz bu evin kızlarısınız, Esma abla da bu evin annesi gibi” dedi.
Aylardan Mayıs idi. Dışarıda hafiften bahar yağmuru çiseliyordu. Mis gibi toprak kokusu her yeri sarmıştı. Hoş sohbet ve latifeler eşliğinde yemek yedikten sonra sofrayı topladılar. Ardından çay içmeye devam ederlerken kızların en küçüğü olan Fatıma “Hidayet ne demek hocam?” diye bir soru sordu. Esma, Arzu’nun da orada olduğunu hesaba katarak, bu soruya güzel bir cevap vermeliyim ki Arzu da istifade edebilsin diye düşündü ve onlara “Fatıma’nın sorusuna başka bir soru ile cevap verebilir miyim?” dedi. “Bundan birkaç ay önce şu ağaçlar, şu gördüğünüz çiçekler nasıldı?” diye sordu. Sonra onlara tek tek söz hakkı verdi. Hepsinin ortak cevabı “Ağaçlar yapraksız, dalları ise kupkuru, renkleri ve kokuları da yoktu” oldu. Esma Hoca ikinci soruyu sordu: “Peki ne oldu da bu ağaçlar böyle yeşerdi, çiçek açtı, meyveler verdi ve güzel kokuları etrafı sardı? Neydi onları canlandıran?” Kimisi “Bahar geldi” diye cevap verdi, kimisi “Yağmur” dedi, kimisi de “Güneş” dedi. Esma hepsinin söylediklerine de “Doğru, şu rüzgârın yapraklarını okşadığı sardunyaya bakın. Nasıl da mutlu. Sanki annesi ile oynayan neşeli bir çocuğa benziyor. Şu beyaz zambak üzerine düşen yağmur taneleri, sanki boynuna asılmış inci kolye gibi. Kendi güzelliği yetmezmiş gibi yağmur taneleri ile süslenmiş bize gülümsüyor. Onlara yaklaştığımızda burnumuza gelen hoş kokuları sizin kalbinizi yumuşatmıyor mu? Böyle içiniz kıpır kıpır olup, hayranlıkla dolmuyor mu? İşte kızlar Kur’an ile tanışmadan yani hidayet bulmadan önce insan, tıpkı kuru bir dal gibi, kuru bir toprak gibi, renksiz, kokusuz ve donuk. Ancak Kur’an ile tanışan insan ise yağmurun değdiği toprak, rüzgârın okşadığı çiçek, güneşin ısıttığı, olgunlaştırdığı bir meyve gibi. Güzel kokular saçar, yaprakları yemyeşil, çiçekleri rengarenk olan bahar mevsimine benzer. Bakanlar ona hayran kalır, onların da içini ısıtır, onları da hidayete davet eder. Kur’an size güneş olur, yağmur olur, onunla yeşerir, onunla canlanırsınız.” diye cevap verdi.
Arzu, Esma Hoca’nın dudaklarından dökülen bu sözleri hayranlıkla dinliyordu. İçten içe keşke hiç susmasa, hep anlatsa dercesine Esma’nın gözlerine bakıyordu. Esma Hoca sözünü bitirdiğinde Arzu bir fısıltıyla “Tıpkı sizin gibi” dedi. Esma Hoca “Efendim Arzu, bir şey mi söylemek istedin? Sen de bize düşüncelerini söyle, seni de dinlemek isterim” dedi. Arzu, “Abla siz de tıpkı bu anlattıklarınız gibisiniz. Siz konuştukça kalbimde bambaşka bir heyecan oluştu, bu ev, bu ortam, şu sofra o kadar huzurlu ki ne diyeceğimi bilemiyorum.” dedi. Arzu’nun gözleri doldu, daha fazla konuşamadı. Esma “Güzel kızım, burada gördüğün her güzellik İslam’ın güzelliği, iman ettiğimiz dinimizin güzelliği. O İslam ki, bir kalbe, bir eve, bir beldeye, bir şehre, nereye girerse orada sadece huzur ve esenlik olur.” dedi. Arzu boğazı düğüm düğüm içinde asılı kalan gözyaşlarını akıtarak, “Ilık bir meltem vuruyor şu an kalbime. Bütün hoş kokuları bana getiriyor. Gözlerimi kapattığımda bile kaybolmayan bir ışık, bir nur var sanki her yerde.” dedi. Esma Hoca “Sorunuzun cevabını Rabbimiz Arzu’nun kalbine ilham etti. Bize hidayet yollarını açan Rabbimize hamd olsun.” dedi.
“Sonra ona yolu kolaylaştırdı.” (Abese, 20)
Selam ve dua ile…