Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2025 Ocak / 146. Sayı
Tevbe Sûresinin 111. ayeti üzerine tefekkür ettiğimizde Allah azze ve celle’nin bize lütfettiği canlarımız ve mallarımızı tekrar ona sattığımızda bize başka lütuf olan Cennetini vermeyi vaat ediyor.
“Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak vaat etmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.” (Tevbe, 111)
Bu ayeti kerime müminin Rabbiyle yaptığı sözleşmedir. Eğer mümin ise Allah’ın ona verdiği canı, malı yani aslında yine Allah’a ait olan emaneti Allah azze ve celle’ye satarak karşılığında Cenneti satın almıştır. İşte bu sözleşme gereği alıcı olan Allah azze ve celle, onun can ve mal üzerinde kendi dilediği şekilde tasarrufta bulunur.
Bu demek oluyor ki mümin kişinin canını ve malını Allah yolunda sarfetmeksizin alıkoyma hakkı yoktur. Yani onu Allah azze ve celle’ye satmış ise artık onun dilediği şekilde kullanmalıdır. Çizilen yolu izlemekten başka çaresi yoktur. İtaat ve şartlara tereddütsüz teslimiyet göstermelidir. Bu satışın karşılığını düşünmeli ve kârının bitmeyen, tükenmeyen Cennet olduğunu düşünerek alıcıya asla haksızlık etmeden yolunu sürdürmelidir.
Tefekkür edelim bir kardeşimiz bize normal bir ev hediye etsin, ücret almadan bu ev senindir, dilediğini yap desin, ancak sana hediye ettiğim evi bana satarsan bunun karşılığında sana bir köşk vereceğim. Bir an bile tereddüt etmeyiz evi ona satma konusunda.
Rabbimiz; bize emanet ettiğini, yani canlarımızı ve mallarımızı, hiçbir zaman ayrılmayacağımız köşkler, bizi asla terk etmeyecek olan nimetler karşılığında satın alıyor. Kim bu ücretten memnun olmaz ki? Müminler bu sözleşmeden razıdırlar. Müminin imanı geçersiz olmadığı sürece bu sözleşme de geçerlidir. Bu ayet-i kerimeyi gereği gibi anlayıp sahabenin hayatında ve hayallerinde ya Allah yolunda Cihat ya da Allah yolunda sarf edilen mallar söz konusu.
Hz. Ömer halifeliği sırasında sahabeler ile geniş bir evde oturduğu sırada orada bulunanlara şöyle bir soru yöneltiyor: “Hadi Allah’tan bir dilekte bulunun O’ndan ne isterdiniz?” Onlardan bir tanesi, bu ev dolusu dirhemim olsun, onu Allah yolunda tasadduk etmek isterdim, diyor. Bir diğeri bu ev dolusu altınım olsun, onları Allah’ın davası yolunda infak etmek harcamak isterdim, diyor.
Bunu Rabbinden isteyen sahabenin duası ve hayatı da birbiriyle örtüşmüş ki onların hayatlarında sahip oldukları nimetleri, nefisleri yolunda dünya lezzetleri için sarf ettiklerini göremiyoruz. Çünkü o mallar Allah yolunda satılmış ve karşılığı olan Cennet çoktan alınmış algı dünyalarında.
Başka bir hayal yok ne geniş bir ev ne yalnızlık ne kışlık hayalleri var. Cennetten köşkler satın almış adam geçici dünyanın yazlığını, kışlığını ne yapsın bir an önce Cennete taşınmanın hesabında.
Sahabeden dua ve isteklerini söyledikten sonra sıra Hz. Ömer radıyallahu anha geliyor, ben bu ev dolusu Ebu Ubeyde Bin Cerrah radıyallahu anh Muaz Bin Cebel radıyallahu anh Ebu Huzeyfe’nin azatlısı Salim radıyallahu anh gibi adamlarımın olmasını ve onları Allah yolunda çalıştırmayı isterdim, diyor. Hz. Ömer döneminde ümmetin en parlak dönemlerinden biri yaşanıyordu. Bizler bugün müminler olarak İslam ümmeti olarak büyük zulümlere uğradık, büyük musibetlere uğradık. Mukaddesatımız çiğnendi de Allah’ın egemenliğini yeryüzünde yeniden hâkim kılmak için Rabbinin yetkilerini ve özelliklerini gasp eden kafirlerin sistemlerini defetmek için bu sözleşmenin gereğini yerine getirmek uğruna harekete geçmekte acele etmedik.
Allah yolunda Cihat kanunu uygulanmadan yeryüzünde denge asla sağlanamaz. Hakkın kendi yolunu izlemesi, batılın onun yolunu kesmesi; bu ikisi var oldukça cihat geçerli ve her müminin borcudur.
Said Havva’nın eğitim risalesi kitabında Hasan el-Benna’nın İhvanı Müslimin üyelerinden biat alırken Cihat için biat aldığını belirtiyor ve şu sözleri sarf ediyor:
“Bu rükunun ölçüsü; insanın canını, malını, vaktini, hayatını ve her şeyini Allah yolunda hedefleri gerçekleştirmek için harcamasıdır. Şurası kesindir ki (fena-fid-dava) makamına ulaşmadıkça Allah’ın davası ayakta duramaz. Fedakârlık biatimizin bir rüknü olmuştur. Bu rükun, cihat rüknunun tamamlayıcısıdır.”
Yine Seyyid Kutub (Rahimehullah) Fi’zil’al-il Kur’an adlı eserinde Tevbe Sûresi 111. ayetin tefsirinde 403.sayfada şöyle söylüyor:
“Allah yolunda cihat sadece bir savaş coşkunluğundan ibaret değildir. Duygu ve düşüncelerde ahlak ve davranışlarda somutlaşan iman esası üzerine kurulmuş bir zirvedir.”
Dolayısıyla bu kimselerde, bu sözleşmeye uyan kimselerde imanın temel nitelikleri görülmektedir. Mümin kişi dünyanın bütün nimetlerinden de payını alır, geçici hazlarından el etek çekmez. Allah azze ve cellenin belirlediği sınırlarda onları da tadar ancak onları Allah ve resulünün yolunda savaşmaktan daha fazla sevmez.
De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” (Tevbe, 24)
İşte müminin ahlakı budur! Hiçbir dünya nimeti onun için Allah ve Resulü yolunda savaşmaktan daha sevimli değildir.
Fayda vermeyen baba, fayda vermeyen oğul, fayda vermeyen ticaret ve meskenler… Bunlardansa ucunda yaralanmak, korku ve öldürülmek olan Cihat çok daha hayırlıdır. Ebedi faydalanacağı Cennet nimetleri ve Rü’yetullah ile nimetlenirler.
Selam ve dua ile.