DİLİ AFETLERDEN KORUMAK

Müminlere Nidalar – M. Sadık Türkmen / 2025 Eylül / 154. Sayı

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Şüphesiz ki zannın bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Siz ondan tiksinirsiniz. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, tevbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.” (Hucurât, 12)

İnsan bu dünyaya temiz fıtrat üzere gelir. O ne daha önce işlenen bir günahı yüklenecek ne de daha önce dünyaya gelmiş olup da yeniden farklı bir bedende ve farklı bir konumda olan bir varlıktır. Bilakis tekrarı olmayan bir hayatı yaşayacak ve bu hayatta elde etikleriyle Mevla’sının huzuruna varacaktır.

İslam evvela Müslümanın kendi amellerini muhafaza etmesini tavsiye eder. Çünkü yapılan her amel o ameli işleyende bazı izler bırakır. İyi amel güzel görüntüler sergilerken kötü amel de tabi ki kendisine uygun bir netice verecektir. Bu bilinçte olan bir Müslüman gönül safiyeti içinde olmayı ve dağların, taşların kaldırmaktan kaçındığı emaneti yüklenirken daha ihtiyatlı olmayı ister. Kendisini ilgilendirmeyen işlerden uzak durmanın kendisinin İslam’ının güzelliğine delalet edeceğini bilir. Malayani işlerle iştigal edenlerden ibret alır ve aynı akıbete uğramamaya gayret sarf eder.

Kur’an ve Sünnette; Müslümanların muhafaza etmeleri emredilen en önemli azalarının başında dil gelmektedir. En büyük musibetlere de bu aza yol açmaktadır. Öyle ki bazen bu, hatalar silsilesi şeklinde tezahür eder. İşte bu noktada dile iyi sahip çıkılması ve dönülmez hatalara müdahil olmaması için terbiye edilmesi lazımdır. En ağır suçların hepsinin altında onlara ileten küçük etkenler olduğu unutulmamalıdır.

Kötü zan, hataları araştırma ve gıybet etme birbirlerini tetikleyen amellerdir. Bu silsilenin son halkasına ulaşmak için ilk halka şarttır. Zaten bu ilk halka olmazsa gıybetin ortaya çıkması söz konusu olmaz.

Müslümanın, kendisini böyle bir faciadan kurtarması için bazı tedbirler almasında fayda vardır. Bunların başında şüphesiz ki salih arkadaş ve toplum içinde olmak gelir. Böyle bir çevre ile kendisini koruma altına alan Müslüman, kendisini hataya sürükleyecek nice etkenleri bertaraf etmiş olur. Aynı zamanda kendisine fayda vermeyen işlerin peşinden gitmesini yasaklayan şu ilahi nidaya kulak vermelidir: “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül; bunların hepsi, yaptıklarından sorumludur.” (İsrâ, 36)

Müslümanın kardeşlerine karşı içinin temiz olması onu büyük hatalara sürüklemekle kalmaz bilakis daha dünyadayken cennetle müjdelenecek bir konuma getirir. Enes b. Malik dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile oturuyorduk. Buyurdu ki: “Şimdi size cennet ehlinden biri gelecektir.” Ensardan biri çıkageldi. Sakalından abdest suyu damlıyordu. Ayakkabılarını sol eline almıştı. Ertesi gün Nebi sallallahu aleyhi vesellem aynı şeyi söyledi ve o adam aynı halde çıktı. Üçüncü gün Nebi sallallahu aleyhi vesellem, önceki sözünü söyledi. O adam yine aynı halde çıktı. Nebi sallallahu aleyhi vesellem kalkınca Abdullah b. Amr b. As radiyallahu anhuma onu takip etti ve dedi ki: “Babamla tartıştım ve üç gün eve gitmeyeceğime yemin ettim. Eğer beni bu müddet geçinceye kadar evine alırsan seninle geleyim. O “Peki” dedi.

Abdullah daha sonra onunla üç gece kaldığını, bu müddet boyunca adamın geceyi ibadetle geçirmek için kalkmadığını, sadece uyanınca sabah namazı için kalkıncaya kadar Allah azze ve celle’nin ismini zikredip tekbir getirdiğinden bahsetti ve şöyle dedi: “Şu kadar var ki ağzından sadece hayır söz çıkardı. Üç gece geçtikten sonra neredeyse onun durumunu hakir görecektim. Ona dedim ki: ‘Ya Abdallah! Babamla aramda bir dargınlık olmadı. Fakat Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i üç defa “Şimdi size cennet ehlinden biri gelecek.” dediğinde üçünde de senin çıkıp geldiğini gördüm. Ve senin yanında kalıp yaptığını görmek ve senin yaptığını yapmak istedim. Senin büyük bir amel işlediğini görmedim. Seni Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in söylediği mertebeye ulaştıran nedir?’

“Gördüğünden başka bir şey yok.” dedi. Fakat ondan ayrılmak üzereyken bana dua etti ve şöyle dedi: “Gördüğünden başka bir şey yok. Ancak ben Müslümanların hiçbirini aldatmayı düşünmem. Allah’ın verdiği bir iyilik için hiç kimseye haset etmem” dedi. Abdullah dedi ki: “Seni o dereceye ulaştıran işte bunlar. Bizim yapamadığımız şeyler.”[1]

Müfessirlerin Ayet-i Kerime ile İlgili Görüşleri

Elmalılı Hamdi Yazır rahimehullah şöyle der: Gıybet üç çeşittir. Birincisi, gıybet edip de “Ben gıybet etmiyorum, onda olanı söylüyorum” demektir. Bu, fakih Ebulleys’in Tenbih’te de dediği gibi kesin olan haramı, helal saymak olduğu için küfürdür. İkincisi, gıybet edip gıybeti, gıybet edilen kimseye ulaşmaktır. Bu günahtır, helalleşmedikçe tevbe de tamam olmaz. Çünkü eziyet etmiş, kul hakkı olmuştur. İbn Ebi’d-Dünya ve Taberani’nin Cabir’den rivayet ettikleri şu hadisin manası da budur: “Gıybet zinadan daha kötüdür.” buyurulmuş, “Nasıl olur?” denilmiş. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmuştur ki: “Adam zina eder sonra tevbe eder. Allah, mağfiret buyurur. Gıybet eden ise, gıybet edilen affetmedikçe mağfiret olunmaz.”

Üçüncüsü, gıybet edilene ulaşmaz. Bu hem kendisine ve hem de gıybet ettiği kimseye istiğfar ederek tevbe etmekle affolunur. Bazıları, mutlaka helalleşmeye muhtaçtır demişler, bazıları da tevbe ve istiğfar yeterlidir demişlerdir.[2]

İmam Kurtubi rahimehullah şöyle der: Allah, gıybet için, ölünün etini yemek örneğini verdi. Çünkü ölü olan kişi kendi etinin yendiğini hissetmez. Aynı şekilde hayatta olan kişi de kendi gıybetinin yapıldığını bilmez. İbn Abbas der ki: Allah’ın, gıybet için bu örneği vermesi ölü etinin yenmesinin haram ve çirkin görülmesinden dolayıdır. Gıybet de dinde haram kılınmıştır ve nefislerde çirkin görülmüştür. Katade der ki: Sizden biri ölü kardeşinin etini yemekten kaçındığı gibi yaşayan kardeşinin gıybetinden kaçınması kendisine vaciptir…[3]

İmam Nevevi, Riyazussalihin’de “Gıybetin Haram Olduğu ve Dili Koruma Emri” bölümünde şöyle demiştir:

Bilesin ki gıybet ancak, kendisine başka yolla ulaşmak mümkün olmayan sahih, şer’i bir sebeple mübah olur. Gıybeti mübah kılan sebepler altıdır:

1. Tezallüm. Zulme uğramış bir kimsenin, hükümdar veya hâkim gibi, zâlime karşı kendisine yardımcı olabilecek yetki ve kudrete sahip birine gidip “Falan bana şöyle şöyle haksızlık etti.” demesi câizdir.

2. Bir kötülüğün önlenmesi veya bir âsinin yola getirilmesini temin için yardım istemek. Kişinin, güçlü olduğunu sandığı bir kimseye gidip sırf bir kötülüğü ortadan kaldırmak niyetiyle, “Falanca şu kötü işleri yapıyor, onu bundan alıkoy” demesi câizdir. Böyle bir niyet taşımazsa, bu yaptığı haramdır.

3. Fetva almak. Bir kişinin müfti’ye gidip “Babam, kardeşim, kocam veya falan adam bana zulmetti. Bunları yapmaya hakları var mıdır? Bundan kurtulmamın, hakkımı almamın ve haksızlığı önlememin yolu nedir?” gibi sözler söylemesi, ihtiyaçtan dolayı câizdir. Ancak, “Şöyle şöyle yapan bir kimse veya bir eş hakkında ne dersiniz?” diye üstü kapalı olarak durumu arz etmesi ihtiyata daha uygun ve fazilete daha muvafık olur. Nitekim böyle bir üslupla da maksat hasıl olur. Bununla beraber, inşallah aşağıda zikredeceğimiz Hind’in rivayet ettiği hadiste olduğu gibi haksızlık eden şahsın açıkça söylenmesi de câizdir.

4. Müslümanları şerden sakındırmak ve iyilikleri istemek (nasihat). Bunun çok çeşitli uygulaması vardır:

a) Hadis râvilerinden ve şahidlerden kusurlu olanları cerhetmek. Bu, Müslümanların icmâi ile câizdir. Hatta yerine göre vâcip bile olur.

b) Bir kimse ile dünürlük, ortaklık, komşuluk, alış-veriş vs. yapılmak, emanet bırakmak istenildiği zaman ve benzeri durumlarda kendisine danışılan kişinin bildiğini gizlememesi, aksine, büyük bir hayırhahlıkla bildiklerini olduğu gibi söylemesi gerekir.

c) Dini ve din bilimlerini öğrenmek isteyen birinin, bidatçı veya günahkâr (fâsık) bir hocadan ders aldığına şâhid olup zarar göreceği endişesine kapılan kimsenin, o öğrenciye öğüt verip hocasının halini açıklaması gerekir. Bu da yine sırf öğüt vermek maksadına yönelik olmalıdır. Ancak bu iş tehlikeli ve yanılgıya açıktır. Çünkü uyarıda bulunan kişi çekememezlik duygusuna kapılmış olabilir. Şeytan onu yanıltabilir. Bu noktada çok uyanık ve dikkatli olmak gerekir.

d) İster ehli olmadığı için ister günahkâr olduğu için, isterse başkaları tarafından yanıltıldığı için yahut daha başka bir sebepten dolayı üstlendiği görevi gerektiği şekilde yapmayan bir yetkilinin durumunu daha üst bir yetkiliye bildirmek suretiyle o görevlinin dürüst hareket etmesini sağlamasını veya onu görevden uzaklaştırarak lâyık olan bir başka kişiyi görevlendirmesini sağlamaya çalışmak, onu buna teşvik etmek câiz ve gereklidir.

5. Fıskı ve bid’atçılığı aşikâr olan kimsenin, meselâ açıkta şarap içmek, insanların malına el koymak, haksız öşür almak, haraç kesmek, zorla baş olmaya/başa geçmeye çalışmak, kötü ve gayri meşru işlere yönelmek gibi tavırlar gösteren kimsenin hakkında konuşmak câizdir. Çünkü kendisi kötülüğünü açığa vurmuştur. Ancak onun açıkça vurduklarının dışındaki başka ayıplarının anılması -onların da söylenmesini gerektiren daha başka sebep veya sebepler yoksa- haramdır.

6. Tarif etmek. Bir insan şaşı, topal, sağır, kör ve buna benzer başka lakaplarla biliniyorsa, onu sırf tarif edebilmek için bu lakapları kullanmak câizdir. Ancak bu lakapların, kişinin değerini düşürme amacıyla takılması haramdır. Böyle lakaplarla bilinen kişilerin bu lakaplar söylenmeden tarif ve tanıtımı mümkün olduğu sürece bunları kullanmamak daha doğrudur.

Ayeti Kerime ile İlgili Mülahazalar

1. Gıybet, genel olarak yanlış bilinmekte ve iftira ile karıştırılmaktadır. Aslında gıybet; bir insanda olan bir şeyle, onun arkasından konuşmaktır. Yasaklanmasının sebebi, olmayan bir şeyi birine isnad etmek değil, toplumda bağları koparmasından dolayıdır. Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Gıybet nedir bilir misin?”

– Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:

“Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır.” buyurdu.

– Söylenen ayıp eğer o din kardeşimde varsa ne dersiniz? diye soruldu.

“Eğer söylediğin şey varsa gıybet ettin, yoksa o zaman ona iftira ettin demektir.” buyurdu.[4]

2. Dili her türlü afete karşı korumak için azami gayret gösterilmelidir. İnsanın konuştuğu her kelime melekler tarafından kayıt altına alındığı gibi, söylediği sözler onun şahsiyetini şekillendirir ve akıbetine tesir eder. Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İnsan sabahlayınca, bütün organları dile başvurur ve şöyle derler: Bizim hakkımızı korumakta Allah’tan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.”[5]

3. Gıybet, sadece edeni değil onu dinleyeni de sorumlu kılar. Bu yüzden gıybet edilen ortamda onu dinleyen kişi razı olursa veya itiraz etmezse aynen gıybet eden kişi gibi günaha ortak olmuştur. Bu durumda ya gıybet eden kişiye nasihat edilerek yaptığı işten vazgeçirilmeye çalışılır veya o meclis terkedilir. Bunlara güç yetmiyorsa başka bir konu ortaya atılarak o konu kapatılır. En alt seviye ise kalpten bu duruma rıza göstermemektir.

Ebu Derda radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim, (din) kardeşinin ırz ve namusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyamet günü o kimseyi cehennemden korur.”[6]

4. Gıybetin ve dil afetlerinin kötü akıbeti en sonunda sahibine döner. Bu dünya hayatında kötü bir siret olarak belirir. Ahirette ise büyük bir hüsran vesilesi olur. Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Miraca çıkarıldığımda ben, bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim. ‘Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir?’ diye sordum. ‘Bunlar (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır.’ cevabını verdi.”[7]


[1].  İmam Ahmed, 12727; Nesâi

[2].  Hak Dini Kur’an Dili, aynı ayetin tefsirinden

[3].  El-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, aynı ayetin tefsirinden

[4].  Müslim, Birr, 70

[5].  Tirmizi, Zühd, 61

[6].  Tirmizi, Birr, 20

[7].  Ebu Davud, Edeb, 35