Cihad Ruhumuz

Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2024 Eylül / 142. Sayı

Kafir devletlerin İslam ve Müslümanlarla yürüttüğü savaşın öteki yüzünde Müslümanları Kur’an’a bakış ve İslam’ı yaşama açısından çeşitli kategorilere ayırması Müslümanların gücünü dağıtmak, onları asıl hedeflerinden saptırmak için uyguladıkları oyunlardan biri.

Radikal İslamcılar, gelenekçi İslamcılar, modernist İslamcılar, laik ve demokratik İslamcılar… diye uzayıp giden bir liste.

Bu ayrım tabi ki sayfalarda yazan bir listeden ibaret değil. Her kategori için çeşitli eğitim programları, sahalar ve etkinlikler düzenlediler. Bunların içinde modern İslamcılık anlayışı onları en çok mutlu eden, planlarını yürüttükleri kategorileriydi.

Modernistlerin dini yorumlarını, fikirlerini yayacakları her türlü platformu, sosyal medya alanını açtılar. Böylece dünyevileşmeyi (sekülerizmi) gençlerin, yeni neslin önüne benimseyebilecekleri bir şekle sokmuş oldular. Örneğin; tatil yapmanın Müslümanlar arasında kültürleşmesi, çeşitli parti ve törenler düzenlemenin kültürleşmesi, tesettür ve şıklık anlayışının kültürleşmesi bu illetin ürünleri oldu.

Böylece modern dünyaya ulaşamayan, ailesinin fikirleri sebebiyle o dünya ile arası uzak kalan nesil de memnundu, o neslin ebeveyni de çocukları İslam’ın sınırları içinde bunları yaşadıkları için memnundu. Çatışma da bitmişti. Buna maruz kalan Müslümanlar aslında bir şeylerin değiştiğinin farkındaydı. Adına “çağ değişiyor”, “çağın getirdikleri” ismini verseler de değişen Müslümanların zihinleriydi.

Bununla birlikte gelenekçi denilen bir grup da vardı. Onlar modern anlayışa pek yaklaşmasalar da radikal Vahhabi düşünceli Müslümanlardansa modernistleri Ehl-i sünnet, diğerlerini aşırıcı kabul ediyorlar. Böylelikle radikal İslamcıların karşısında iki saf duruyordu.

İslam’ı anlatan, tanıtan kaynaklardan daha çok Vahhabilik ve Selefilik’ten beri olmak üzerine yazılmış birçok kitap ve belge vardır.

Medya kanalları sürekli kökten dinci, radikal İslamcıların yasa dışı bağlantılarını ve terör suçlarıyla alakalı haberlerini üretir. Böylece Müslümanları itibarsızlaştırıp gelecek nesilleri de bu kökten dincilerden korumuş olurlar.

Modernistler, gelenekçiler, laikler ve demokratlar topyekûn bunlara karşı savaş açmıştı.

Kimdi bu kökten dinci, radikal, Vahhabi İslamcılar?

Amerika’nın, emperyalist, sosyalist ve her türlü küffar zihniyetin sınırlarını ihlal ettiği, topraklarına girip can, mal ve namuslarını hedef aldığı, Müslümanların yanında olan, onları kafirlerle savaşmaya teşvik eden, cihadı ve cihad anlayışını destekleyip yayan, her Müslüman kökten dinci ve terörist İslamcılar idi.

Ve yine aynı küffar, Müslümanlara sürekli insan haklarını, barışı, özgürlüğü, hukuku, Demokrasiyi satıp duruyor.

İslam’ın aksiyonu olan cihadı yok edip kendi değerlerinin hakimiyetinde dünyayı köleleştirmek.

Müslümanları eziklik ve aşağılık kompleksine sokup modernizmi pazarlayan, sağlam köklerimizden koparıp köksüzleştiren bu zihniyet bizi kendi değerlerimizle savaştırıyor.

“Ey genç erkekler! Heves ve arzularınızı Allah’ın dini ve İslam topraklarının işgal altından kurtulması için cennete erteleyin.” diyen Abdullah Azzam rahimehullah tabi ki onların nazarında terörist, radikal, kökten dinci ve Vahhabi idi.

Onların tuzağı olan modernitenin mahkûmiyet olduğunu şöyle anlatıyor sözlerinde;

“Şimdi kardeşim Allah hakkı için söyle bana ‘Ben Allah yolunda cihad etmek istiyorum’ diyorsun. Onunla birlikte her yıl yatak odasının mobilyasını, salonun mobilyasını, arabanı değiştiriyorsun. Lüks tüketim eşyalarını günden güne artırıyorsun. Şimdi sorarım sana; Sen Allah yolunda cihad etmekte samimi misin? Doğru mu söylüyorsun yoksa ne yapıyorsun? Her yıl salonun mobilyasını değiştiriyorsun. Allah senin gibi mahkumların yardımcısı olsun.”

Şeyh Abdullah Azzam, dünyevileşmenin cihadın düşmanı olduğunu biliyordu, mahkûmiyet olduğunu biliyordu.

Sevban radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi, size karşı (savaşmak için) birbirlerini davet edecekler.”

Birisi: “Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi sellem, “Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çerçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.” buyurdu.

Yine bir adam: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” diye sorunca: “Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir.” buyurdu. [1]

Peki, kökten dinci olarak adlandırılan biz Müslümanlar, küffarın bu illetlerinden nasıl etkilendik?

Örneğin; “cihad” kelimesini tekrar etmekten uzak durduk. Şehadet geceleri yapmayı artık sıradanlaşmak olarak gördük ve sloganik nesil yetiştirmekten çekindik. Yerli yersiz cihad marşları okumayalım dedik. Gençler galeyana geliyor, içi boş heyecanlar yaşamasınlar dedik. Evet belki birçoğunda haklıydık ancak cihad kavramının içini doldurmak ve neslimizi bu bilinç ve eğitimle yetiştirmek yerine ondan uzaklaştırdık. Geriye aksiyonsuz bir nesil kaldı. Şimdi onları sivil toplum kuruluşlarının, derneklerin ve vakıfların içinde tutmaya ve heyecanlandırmaya çalışıyoruz.

Ümmeti ve bizleri ancak şu sözleri söyleyip yaşayan ruhlar diriltebilir;

“Kendimi 9 yaşında gibi hissediyorum. 7,5 yıl Afgan mücadelesinde bulundum. 1,5 yıl da Filistin’de cihad ettim. Hayatımın geri kalanı ise bana göre değersizdir.” (Şeyh Abdullah Azzam rahimehullah)

“Kellelerimiz yollara düşmedikçe, bağırsaklarımız yerlere serilmedikçe, kanlarımız yolları boyamadıkça zafer bekleyen hayal bekler.” (Şeyh Hasan Karakaya rahimehullah)

Selam ve dua ile


[1]. Ebu Davud, Melahim, 5