Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2024 Kasım / 144. Sayı
Tarihe baktığımızda yaşanmış her dönemin zorlukları, sıkıntıları, ağır imtihanları olmakla beraber yaşanmış güzellikleri, hayırları, göz aydınlığı olacak hatıraları da içinde barındırmıştır.
İçinde yaşadığımız döneme gelince, ahir zaman fitnelerini gördüğümüz, acılara, gözyaşlarına, zulümlere, dökülen kanlara, adaletsizliklere şahit olduğumuz doğrudur elbet. Gecenin koyu karanlığına dalan gözlerimiz şafağın sökmesini, fecrin aydınlığını hayal edemez. Karanlığın koyuluğu korkularımızı, endişelerimizi artırır.
Ancak gecenin karanlığında yanan ışıklar, ta uzaklarda gördüğümüz bir aydınlık, bir ışık hareketi içimizdeki korkuyu, endişeyi giderir. Korkumuzu giderdikçe cesaretleniriz, bir adım daha atarız aydınlığa doğru. Bu yüzden önemlidir karanlık zamanlardaki ışık hüzmelerini görmek.
Haydi hep beraber karanlık bir dönemdeki ışık hüzmelerine gidelim. Hasan El-Benna’yı anlatan “Hatıralarım” adlı kitapta, yaşadığı dönemdeki karanlığı şu sözlerle anlatıyor:
“Birinci Dünya Savaşı’nın ardından ve Kahire’de geçirdiğim bu yıllarda “aklın özgürleştirilmesi” adı altında görüşlerle, düşüncelerde ve ruhlarda çözülüş akımı hız kazandı. Kişisel özgürlük adı altında ahlaki hayatta ve davranışlarda kendisini gösterdi. Bu güçlü, önüne gelen her şeyi silip süpüren bir inkâr ve her şeyi mübah görme akımıydı. Önüne hiçbir şey dayanamıyordu bu akımın. Olaylar ve içinde bulunduğumuz şartlar da buna yardımcı oluyordu.
Çünkü Türkiye’de Kemalist devrim gerçekleşmiş, Mustafa Kemal Paşa da halifeliğin kaldırıldığını ilan ederek, birkaç yıl öncesine kadar tüm dünya tarafından Mü’minlerin Emiri’nin bulunduğu yer olarak bilinen bir ülkede din devletten uzaklaştırılmış ve hayatın her alanında bu doğrultuda adımlar atılmıştı.
İşte bundan dolayı ben büyük bir acı ve ızdırap içindeydim ve atalarından miras aldığı, kendisini himaye ettiği, alıştığı, onun gölgesinde yaşadığı, tam on dört asır kendisiyle şeref kazandığı İslam ile, mal ve mevki, güç ve propaganda araçları gibi etkin her türlü silaha sahip olan batının kültür emperyalizmi arasında, Mısır toplumunun sosyal hayatının gidip geldiğine tanık oluyordum.
Dar’ul-Ulum’da, Ezher’de ve diğer fakültelerde samimi öğrenci arkadaşlarımızla bu duygu ve düşüncelerimi paylaşıyordum. Bu akıma karşı İslami birtakım çalışmalar yapmanın gereğine inanıyorduk. İşte bu bizi bir parça rahatlatıyordu. Kederimizi bir miktar azaltıyordu. Ancak bu kadarcık çaba ne yeterliydi ne de tatmin ediyordu. Bu nedenle olumlu bir girişimde bulunmaya karar verdim. Müslümanların önderi durumunda olan kimseleri bu akıma karşı durmak için omuz omuza vermeye onları neden çağırmıyorum?”
Hasan El- Benna bu düşüncesini gerçekleştirdi. Bir Ramazan günü bazı ileri gelen alimlerin, önderlerin katıldığı iftara davetli olarak gitti. Düşüncelerini bu ortamda paylaştı. Ancak olumlu yanıt alamadı. İçlerinden biri bu musibetlerden kişiye düşenin kendisini korumaya çalışmak olduğunu söyledi. Sonra da şu beyti okudu: “Kendini kurtarmak için itaat ederse nefsim bana, aldırış etmem, ne ölene veya helak olana.”
Hasan El-Benna devamla şöyle diyor:
“Bu sözler beni tatmin etmemişti. Aksine hamiyet duyguları beni sardı. Korkunç bir huzursuzluk her tarafımı kapladı. Büyük bir güçlükle onlara şunları söyledim: “Hayır efendim, ben sizin düşündüğünüzün tam aksini düşünüyorum. Bu söylediklerinizin hiçbirine katılmıyorum. Sizin bu söyledikleriniz çalışmaktan kaçınmak, yükümlülük altına girmek istememekten kaynaklanıyor. Neden çekiniyorsunuz? Ezher’den mi, yönetimden mi? Gelirleriniz size yeter, çekilin evlerinize, İslam için çalışın. Eğer onunla karşı karşıya gelecek olursanız gerçekten tüm halkın sizinle olduğunu göreceksiniz. Çünkü Mısır halkı Müslüman bir toplumdur. Ben onu kahvehanelerden, mescidlerden, çarşı pazarlardan tanırım. Onun imanla dolup taştığını her yerde gördüm. Fakat bu toplum şu sırada bu inkarcıların, bu her şeyi mübah görenlerin eline, onların gazete dergilerine teslim edilmiştir.
Eğer bu toplum içinde İslam ortadan kalkacak olursa El-Ezher de ortadan kalkar, alimler de ortadan kalkar. O zaman yiyecek bir şey de bulamazsınız. Elinizdekini de kaybedersiniz. Eğer İslam’ı savunmuyorsanız kendinizi savunun, ahiret için çalışmak istemiyorsanız dünyanız için çalışın. Yoksa her ikisi de bir anda yok olup gider.”
Ortamda bulunan ilim adamlarından biri beni hocaya karşı saygısızlıkta bulunmakla, El-Ezher’e ve hocalarına hakaretle itham etmeye kalkıştı. Ben bu kişiye cevap vermeden içlerinden bir başkası, “Hayır bu genç sizden yalnızca İslam’ın zaferi için bir araya gelmenizi istemektedir. Eğer toplanacak yer isterseniz, işte benim evim. Ben onu sizin tasarrufunuza veriyorum. Eğer mala gerek duyuyorsanız Müslüman iyilikseverler yok değildir. Ancak bizim önderlerimiz sizlersiniz. Önden yürüyün biz de arkanızdan geliriz.” dedi.”
Hasan El-Benna o karanlık dönemde “Karanlığa kızacağına bir mum yak.” demişti. Ve bugün bizler o günlerde yakılan mumun ışığı ile yürüyoruz. O karanlık günlerde yanan öyle bir iman ki nuru bugünleri de aydınlatıyor.
Bu dönemin, bu zamanın güzelliği ise kalbimizde inancımızdan dolayı taşıdığımız mücadele isteğimiz, zafer arzumuz.
Bugünün güzelliği Müslümanların izzetli günlerine geri dönmeleri için attığımız her adım. Evet, gözlerimiz İslam coğrafyalarında yaşanan onca zulme şahit oldu. Ve son bir yıldır daha fazlasına, yüreklerin kaldıramayacağı acılara, görüntülere şahit oluyoruz. Ancak 7 Ekim’de bir avuç Mücahidin Siyonist kafirlere nasıl bir korku yaşattığına da şahit olduk elhamdulillah.
Evet yıllarca Afganistan’da Amerika’nın Müslümanların üzerinden ölüm yağdırdığını gördük. Masum çocukların, kadın ve erkeklerinden öldürülüşüne şahit olduk.
Ancak bu zulümler esnasında izzetle direnmenin, imanın gücünün, silahın paranın gücüne karşı onurlu duruşuna da şahit olduk. Uzak diyarlardan, kalbinde İslam’ı taşıyan yiğitlerin kalkıp Hindikuş dağlarına şehadet sevdasıyla gidişine, bu sevdasına kavuşmasına da şahit olduk.
Dünyanın servetine sahip olup, onu Allah yolunda harcayan adamlara da şahit olduk. Afganistan semalarında kafirlerin insansız hava araçlarına korku ve ölüm yağdırdığına şahit olduk ancak şimdi aynı semada tevhid sancağının dalgalanmasına şahit oluyoruz elhamdulillah.
Evet, fitne ve fücurun arttığı bir dönemde yaşadığımız doğru. Haramların her yandan üzerimize geldiği, malımızı faizden kurtaramadığımız, çıplaklığın medeniyet olduğu, içki kumar gibi her türlü fahşanın rahatlıkla işlendiği bir dönemde yaşıyoruz. Ancak bütün bunlara rağmen İslam üzere kalıp, İslam üzere yaşamak için mücadele eden, azmeden Müslümanların olduğuna da şahitlik ediyoruz elhamdulillah.
Evet, İblisin ve uşaklarının bütün gücüyle hakkın sesini bastırmaya çalıştığı, medyasıyla, ekonomisiyle, silahıyla her türlü imkanını İslam ve Müslümanlarla savaşmak için çalıştığı, gece gündüz dur durak bilmediği bir dönemde yaşıyoruz. Ancak Allah’ın nurunu söndüremediklerine de şahidiz ve asla söndüremeyeceklerine de iman ediyoruz elhamdulillah.
Evet, en çok da kadın üzerinden Müslümanları vurmaya çalıştıklarını görüyoruz. Hayatın her alanında kadınları esfele safiline sürüklediklerine şahit oluyoruz. Cinsel obje, ticaretlerini kızıştırmak veya pis şehvetleri için kullandıklarına şahit oluyoruz. Ardından kadın hakları naraları attıklarını, o yalancı ağızlarını nasıl eğip büktüklerini de görüyoruz.
Ancak bütün bunlara rağmen Müslüman kadının küffarın oyunları karşısında eğilmeyen, izzet ve şerefle, haya ve edeple dimdik duran başına da şahidiz. Onların moda diye dikte etmeye çalıştıkları paçavralarını, İslam’ın mübarek örtüsü ile yerlere çaldığına da şahidiz elhamdulillah.
İslam’ın kalbi iman dolu bir tek kadınından dahi korkarak kendi acziyetini ortaya koyup hapsederek, ona işkence ederek, zavallı aşağılık halinin göstergesidir Afiye Sıddıki. Bir tek mümine bacımızın imanı ile onların kalbine korku salan Rabbimize hamdolsun.
Ve bugün, her türlü şerden uzak durup mescidlere sığınan, davetçilerin davetine koşan, gece gündüz demeden Allah yolunda gayret gösteren kardeşlerimizin varlığına şahidiz elhamdulillah.
Alimlerin ve önderlerin olmayışından dem vurduğumuz şu günlerde, onların ağzından çıkan sözler, kaleminden dökülen kelimeler, bize gayret veren imanımızı artıran hatıralarına ve nasihatlerine, bütün bunlara günlerce aylarca yolculuk yapmak zorunda kalmadan, tehlikeli yollardan geçmeden, parmağımızı bir ekrana dokundurarak veya kütüphanemize uzanıp kitabımızı elimize aldığımızda o kıymetli önderlerin dizinin dibinde çöküp ilim tahsil etme kolaylığı ve isteğini bize veren Rabbimize hamdolsun.
Rabbim bu meclislerimizden göz aydınlığı olacak nesiller çıkarsın, önderler nasip etsin.
İşte bunlar bu dönemin güzellikleri ve karanlığı yaran ışık hüzmelerinden bazıları…
Selam ve dua ile