Kuranın Gölgesinde – Zafer Mert / 2015 Nisan / 29. Sayı
Son yüzyılda İslam’ın iktidardan indirilmesi, hilafetin ilgası, beşeri sistemlerin hâkimiyeti, Yunan felsefesi ve akılcı akımların İslami ilimlere tesiri, ilim ehlinin azalması, İslamî kavramların yozlaştırılması sonucunu önümüze çıkarmıştır. Günümüzde tekrar yeni bir kap içerisinde sunulan “Kurâniyyun/Kur’ancılar”, “Tekfir”, “Şiilik” gibi akımlar bunların en tehlikeli ve İslam dünyasına tesiri en fazla olanlarıdır. Bu sebeptendir ki öncelikle bu bidatçi fırkaların iyi tanınması için geçmişteki çıkış noktaları, fikir yapıları iyi okunmalıdır. Çünkü geçmişini bilmeyenin hâli anlaması ve geleceği okuması mümkün değildir ki içinde bulunmuş olduğumuz süreçte tarihin tekerrüründen başka bir şey değildir.
Günümüzde özellikle Kur’anî Hayat, Kur’an’ın aydınlığında, Kur’an’a dönüş, Kur’an İslamı, Kur’an bize yeter gibi birtakım sözlerle sünnetin dindeki konumu reddedilmekte, hadisler ve Hz. Peygamberin sünneti değersizleştirilmeye çalışılmaktadır. Bazı bidatçiler Hz. Peygamberin şari olmadığı; hadisler sahih bile olsa Peygamber efendimizin dinde haram ve helal koyma yetkisinin bulunmadığı gibi saçma iddialar ileri sürmektedirler.
İslâmı sulandırmak, Müslümanların beyinlerini işgal etmek isteyen oryantalistler birinci hedef olarak hadis ve sünnet konularını kendilerine seçmiş ve bunun üzerinden necis fikirlerini empoze etmeye, Müslümanların beyinlerini kirletmeye çalışmaktadırlar. Çünkü oryantalistler şunu çok iyi bilmektedirler ki en cahil Müslüman bile Kur’an’ın bir ayetini inkâr edenin kâfir olacağını çok iyi bilir, ama sünneti bu derecede kavraması, bilmesi zordur. Dolayısıyla saldırılarını Kur’an üzerinden değil, sünnet üzerinden gerçekleştirmektedirler. Çünkü oryantalistler şunu bilmektedirler ki sünnet yıkılırsa Kur’an oryantalistlerin ve onların zihniyetlerini destekleyenlerin elinde oyuncak olacaktır.
Dinini iyi anlamak ve öğrenmek isteyen her Müslüman öncelikle sünnet ve hadis kavramlarını iyi anlamalıdır. Aksi takdirde dinini doğru öğrenme ihtimali ortadan kalkacaktır.
Sünnet; Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in söylediği sözler, yaptığı işler ve doğru görüp reddetmediği hususlardır. (2)
Hadis ise; söz, fiil, takrir, yaratılış veya huyla ilgili bir vasıf olarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e (veya sahâbe ve tâbiûn’a) izâfe edilen her şeydir.” (3)
Sünnet kelimesi başlangıçta “Hz. Peygamberin fiili” anlamında, hadis de “Hz. Peygamberin sözü” anlamında kullanılmışsa da sonraları sünnet, Hz. Peygamber’in sözle veya fiille açıktan, gördüğü ya da duyduğu olayları susarak onaylamak suretiyle zımnen yaptığı açıklamaların tamamını anlatan terim olmuştur… Hadis ile sünnet eş anlamlı ya da “aynı muhteva için kullanılan iki ayrı terim” olmaktadırlar. (4)
Sünnetin Dindeki Konumu
İslam Ümmeti, Kur’an’ın birinci, sünnetin de ikinci kaynak olduğu hususunda ittifak etmiştir. Ancak bir kısım şaz mezhepler ve marjinal fırkalar, Rasulullah’ın sünnetinin İslam dininin ikinci kaynağı olması hususunda ortaya bazı tutarsız şüpheler atmışlardır. İslam düşmanları da bu şüpheleri değerlendirerek İslam ümmetinin düşünce ve inançlarını bulandırmaya çalışmışlardır. (5)
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de sünnetin şer’i delil olduğu ile alakalı olarak şöyle buyrulmaktadır:
“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (6)
“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (7)
“Aralarında hüküm vermek için Allah’a ve Rasûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (8)
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ise konuya dair şöyle buyurmaktadır: el-Mikdâm b. Ma`dîkerib el-Kindî’den radıyallahu ahnu’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: Minderine yaslanıp kendisine benim sözlerimden bir hadis anlatıldığında “Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı vardır. Onda gördüğümüz helali helal sayarız, Onda gördüğümüz haramı haram sayarız” diyen adamın çıkması yakındır. Dikkat edin! Şüphesiz ki Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem haram kıldığı, Allah’ın haram kıldığı gibidir. (9)
Yukarıdaki hadisin bazı yollarında hadisin başında şu ziyade vardır: “Dikkat edin! Bana Kur’ân ve Onun bir benzeri verildi”
Ebû Hureyre ve Zeyd b. Hâlid’den radıyallahu anhu; Biz Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem yanındayken bir adam kalktı ve “Allah için aramızda Allah’ın kitabıyla hükmet” dedi. Kendisinden daha akıllı olan hasmı kalktı ve “Aramızda Allah’ın kitabıyla hükmet ve bana (konuşmam için) izin ver” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de “Konuş” dedi. “Benim bu oğlum, şu adamın işçisiyken hanımıyla zina etti. Buna karşılık 100 koyun ve bir hizmetkâr köle verdim. Sonra ilim ehlinden birilerine sordum ki, bunun hanımına recm gerekliymiş” dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem “Nefsim elinde olana yemin olsun ki, aranızda Allah’ın kitabıyla hükmedeceğim. 100 koyun ve hizmetkâr iade edilecek. Oğluna 100 sopa ve 1 yıl sürgün vardır. Ey Enes! Bunun karısına git, itiraf ederse onu recmet” dedi. Enes radıyallahu anhu gitti. Kadın itiraf etti ve onu recmetti. (10)
Bu hadisin delalet yönü şudur: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın kitabıyla hükmedeceğim deyip Kur’ân’da bulunmayan bir hüküm vermiştir. Bu da gösteriyor ki sünnetle sabit olan bir hüküm, Allah’ın kitabındaki bir hüküm gibidir.
Ebû Sa`îd el-Hudrî’den radıyallahu anhu: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ashâbına namaz kıldırırken pabuçlarını çıkarıp soluna koyuverdi. Bunu gören topluluk kendi ayakkabılarını attı. Namaz bitince “Sizi ayakkabılarınızı atmaya sevk eden nedir?” dedi. “Ayakkabılarını attığını gördük, biz de attık” dediler. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem “Cibrîl bana geldi ve pabuçlarımda necaset olduğunu haber verdi” dedi. (11)
Sünnetin Fonksiyonları (12)
Kur’ân’a nispetle sünnetin fonksiyonları aşağıdaki gibidir:
1. Kur’ân’da sabit olan bir hükmü takrir eder: Durum böyle olunca hükmün 2 kaynağı ve 2 delili olmuş olur. Namaz kılmak, zekât vermek, ramazan orucunu tutmak, hacc, Allah’a ortak koşmanın, yalancı şahitliğin, anne-babaya isyanın, haksız yere adam öldürmenin ve başkasının malını yemenin yasaklanması gibi…
2. Kur’ân’da olan bir hükmü beyan eder ki bu 3 şekilde olur:
a. Kur’ân’ın mücmelini tefsir eder: Namazı kılmanın, zekâtı vermenin, haccetmenin, sahih ile fasit alışverişin, faizin türlerinin ve oruç ayetindeki beyaz iple siyah ipin keyfiyetini açıklayan hadisler gibi…
b. Kur’ân’ın umumunu tahsîs eder: Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem “Kadın, halası, teyzesi, erkek veya kız kardeşinin kızıyla beraber nikah altında tutulamaz” (13) sözü, kendileriyle evlenmenin haram olduğu kadınların zikredildiği ayetteki “Bunlar dışındakiler size helal kılınmıştır” ifadesini tahsîs eder…
c. Kur’ân’ın mutlağını takyîd eder ya da birden fazla manaya gelmesi mümkün olan ifadeleri açıklar: Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem, hırsızın elinin kesileceği yerin bilek olduğunu açıklaması, “Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesin” (el-Mâide; 38) ayetinin mutlağını takyîd etmesi gibi…
3. Kur’ân’ın nasihine ve mensûhuna delalet eder.
4. Kur’ân’da olmayan yeni hükümler koyar: Böylece hüküm sünnetle sabit olur, Kur’ân’dan hiçbir nass buna delil olmaz. Zina eden muhsan(14) kişinin recmedilmesi, altın ve ipeğin erkeklere haram olması, ehlî eşek etlerinin haram kılınması gibi… (15)
Sadece sünnetle sabit olan bazı meseleler: Zekâta nispetle oranlarının, zekât verme vaktinin, zekâta tabi malların nisaplarının; (16) zekâta tabi olup-olmayan malların hangileri olduğunu belirten yine Kur’ân değil sünnettir. (17) “Yağmurla sulanan arazi mahsulünden zekât vermek gerekir” diyen Rasûlullâh’tır sallallahu aleyhi ve sellem. Namazın ilk ve son vakitlerini, rekât sayılarını, farz ve sünnet olanlarını, farz namazların kılınamayacağı vakitleri, sünnet namazlarının kılınamayacağı zamanları, namazın içinde farz, vacip, sünnet, müstehab, haram ve mekruh olan fiilleri Allah Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem belirlemiştir. Bunu hem sözleriyle, hem de fiil ve davranışlarıyla yapmıştır. (18) Su bulamadığı zaman teyemmüm ile namaz kılan kimse, namazdan sonra vakit içinde su bulması halinde dahi namazı yeniden kılması gerekmediğini beyan eden de Rasûlullâh’tır (19) sallallahu aleyhi ve sellem. Oruç ve diğer ibadet ve muamelatta da Allah Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem teşrî`de bulunmuştur. Bir kadının halası ya da teyzesi ile bir arada nikâhlanmasını, (20) ehlî eşeklerin, köpek dişli yırtıcı hayvanların, pençeli yırtıcı kuşların yenmesini haram kılan ve yabanî eşeğin yenmesini ise helal kılan, (21) diyet verilmesine, fidye karşılığı esirlerin kurtarılmasına, Müslüman’ın kâfir karşısında kısas yoluyla öldürülmemesine (22) hükmeden Allah Elçisidir sallallahu aleyhi ve sellem. İki erkek ya da bir erkek ile iki kadın şahidin bulunmadığı bir olayda, bir erkek şahidin ve onun şahitliğine ek olarak yemin etmesinin iki şahit yerine ikame edilip hüküm verilebileceğine;(23) bir Müslüman’a, Müslümanlara ya da Müslümanlarla antlaşma yapmış toplumlara ait buluntu malların haram kılındığına; (24) ummu’l-veledin (efendisinden hamile kalmış cariyenin) çocuğunu doğurur doğurmaz (düşük doğursa bile) hürriyetine kavuşacağına (25) hüküm veren de Odur sallallahu aleyhi ve sellem. Elbise üzerine ihram giymeyi haram kılan (26) Yüce Rabbimiz değil, fahr-i cihan efendimizdir sallallahu aleyhi ve sellem. “Katil, öldürdüğü kişinin mirasından bir şey alamaz”(27) diyen; iki ayrı dinden olanların birbirine mirasçı olamayacaklarını ortaya koyan; (28) farz olan haccın ömürde bir kez olduğunu ifade eden (29) hep Rasûlullâh’tır sallallahu aleyhi ve sellem. Mesela Kur’ân, her hırsızın elinin kesilmesi hükmünü getirmiştir. Sünnet ise, koruma altında bulunan ve nisap miktarına ulaşan malı çalan kimsenin elinin kesilebileceğini belirtmek suretiyle Kur’ân’ın getirdiği hükmü tahsis etmiştir. Yine Kur’ân, zahir olan her maldan zekât alınması hükmünü getirirken, sünnet bunu belirli mallara tahsis etmiştir; oranlarını ve miktarlarını belirtmiştir. “Denizin suyu temiz, ölüsü helaldir” diyen, Allah Elçisidir (30) sallallahu aleyhi ve sellem. “Belirlenmiş payları sahiplerine verin! Geriye kalan kısım ise, en yakın erkeğe (asabeye) aittir” buyuran da Odur sallallahu aleyhi ve sellem. Hz. İbrâhîm’in aleyhi’s-selâm Mekke için yaptığı duasını bir misli fazlasıyla beraber Medine için yapıp bu şehrin iki taşlığı arasındaki tüm sahayı kutsal belde (harem) kılan da Odur (31) sallallahu aleyhi ve sellem. Hayız ve loğusa halindeki hanımların namaz kılamayacak ve oruç tutamayacaklarına hükmeden Rasûlullâh Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem olduğu gibi, hayızlılara ve cünüplere cami ve mescitlere girme yasağını koyan da Odur (32) sallallahu aleyhi ve sellem. Şarabı (hamrı) Yüce Rabbimiz yasakladığı gibi, Rasûlullâh Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de sarhoşluk veren tüm içkilerin azını da çoğunu da haram hükmüne sokmuştur. (33) Altın ve halis ipeğin (ziynet olarak) erkeklere haram, kadınlara helal kılınması, bir Müslüman’a nesep yönünden haram olanların tamamının süt yönünden de haram kılınması, (34) evli olmayan zânînin sürgün edilmesi, evli olan zânînin recmedilmesi, şuf`a hakkıyla ilgili kuralları düzenleyen hükümler, ninenin mirası meselesi vb. Rasûl’ün sallallahu aleyhi ve sellem hükmüyledir. “Kim terk edilmiş ölü bir araziyi işleyip üretken hale getirirse bu arazi onundur” diyen; (35) “Bir malı satan ve alan (satış işlemlerinin yapıldığı yerden) ayrılmadıkları sürece muhayyerdirler” kuralını koyan, (36) “Belge ve şahit getirme davacıya, yemin etme ise inkâr edene aittir” kurallarını koyan da Allah Elçisidir sallallahu aleyhi ve sellem. Li`ânleşen karı ile kocanın hemen birbirinden ayrılmalarına hükmeden fahr-i cihan Efendimiz’dir (37) sallallahu aleyhi ve sellem. Dalak ve ciğer kanları ile ölü balık ve çekirge etlerini helal kabul eden de yine Hz. Muhammed’dir (38) sallallahu aleyhi ve sellem. Durgun suya idrar yapma veya onda yıkanmayı yasaklayan da Odur(39) sallallahu aleyhi ve sellem.
Kur’ân ve sünnet üzerindeki kapsamlı araştırmalar göstermektedir ki, sünnette, bizzat Kur’ân tarafından temas edilmeyen sayılamayacak kadar çok hüküm, emir ve yasak vardır. Yukarıdaki örnekler, bu hüküm, emir ve yasakların sadece bir kısmıdır.
Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur: Hadis inkârcıları bu bölümlerden özellikle dördüncü bölümü kabul etmez ve inkâr yoluna giderler.
Sünneti İnkâr Çalışmaları ve Sünnete Sokulmak İstenen Şüpheler
İslâm dünyasında ilk hadis inkârcıları olarak Mutezile ve Haricilik mezhepleri anılır. Mutezile’nin aklı öncelemesi ve nasları geriye atması, Haricilerin ise sahabeye karşı yanlış tutumları onları bu çizgiye getirmiştir. Özellikle Mutezile mezhebi felsefi bir yaklaşımla Kur’an ve Sünnet yerine Kur’an ve felsefe ikilisini oturtmuş ve buna göre dine bir yorum getirmeye çalışmışlardır. Bunların en radikali, İslâm’ın Kur’an dışında vahiy temelli bilgi kaynağı bulunmadığını iddia eden Kur’ancılık / meâlcilik düşüncesidir. İslâm dünyasında “ehl-i Kur’ân” ve “Kur’âniyyûn” olarak bilinen bu ekol XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır.
Topyekûn sünneti inkâr hareketi batılı oryantalistler arasında vücut bulmuştur. Hadis ilmiyle ilk meşgul olan oryantalist Avusturya asıllı İngiliz Dr. Alois Sprenger’dir. Sömürgeleştirdikleri Hindistan’a Doğu-Hindistan Şirketi sponsorluğunda gönderilen Sprenger, Delhi’de kurulan İslami İlimler Fakültesinin dekanlığına getirilmiştir. İlk kez hadislere toptan “uydurma” damgası vuran şahıs budur. Sprenger’in ardından Alfred Guillaume, daha sonra Ignaz Goldziher ve diğerleri gelir.
İslâm dünyasının diğer bölgelerinde de benzer eğilimler ortaya çıkmış, Muhammed Abduh ve M. Reşîd Rızâ’nın Kur’an’a vurgu yaparak hadise eleştirel açıdan yaklaşımları çağdaşlarını etkilemiştir. Tabip Muhammed Tevfîk Sıdkī, el-Menâr dergisinde yayımlanan “el-İslâm hüve’l-Kur’ân vahdeh/İslam sadece Kur’an’dır” adlı makalesinde sünneti tamamen dışlayan bir söylem geliştirmiştir. Aynı eğilimler Osmanlı coğrafyasında ve Kuzey Afrika’da da görülmüş, fakat bunlardan hiçbiri Hint alt kıtasındaki gibi sistemli ve sürekli olmamıştır.
Bu süreç içerisinde sünneti tamamen dışlama çalışmalarından genel olarak bir sonuç alamayan modernistler ve onların takipçileri, sünneti inkâr politikalarını yumuşatmış ve daha kabul edilebilir hale getirmeye çalışmışlardır. Sünnetin tamamıyla inkâr edilmesi sonucunda namaz başta olmak üzere birçok konuda açmaza düşen hadis inkârcıları “Yaşayan Sünnet” tabirini uydurmuş bazı konularda geri adım atmış ama merkezde aynı iddialarını sürdürmeye çalışmışlardır ve günümüzde de bu saptırmalarına devam etmektedirler.
Günümüzde hadis inkârcılarının uydur(ul)muş olduğu iddiaların önemlileri arasında şunları sayabiliriz:
1- Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dinde haram ve helal koyma yetkisine sahip değildir.
Bu konuda şu hususa dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu iddiayı ileri süren şahıslar hadisler sahih olmadığı için veya zayıf olduklarından dolayı bu iddiada bulunmuyorlar, bilakis hadisler sahih bile olsa Hz. Peygamber’in böyle bir yetkisinin olmadığını ifade etmektedirler. Örnek olarak Mustafa İslamoğlu Tahrim sûresi birinci ayetin dipnotunda şöyle demektedir: “… Ayet açıkça Hz. Peygamber’in helâl bir şeyi haram kılmasını yasaklamaktadır. Bu haram kılmanın sadece kendisiyle sınırlı olması ve eşlerini razı etme amacı taşıması da bu sonucu değiştirmemektedir. Hz. Peygamber’in altın ve ipek yasağı, bir helali haram kılma olarak değerlendirilemez. Cennette müminlere bahşedileceği ifade buyrulan bu iki güzellikten dünyada gönüllü olarak vazgeçme edebinin bir sonucu olsa gerektir. ..” (40)
Yine İslamoğlu Zuhruf sûresi 61. Ayetin 1 nolu dipnotunda Hz. İsa’nın tekrar geri gelmesi ile alakalı olarak sahih senetli haberler dahi olsa üzerlerine bir hüküm bina edilemeyeceğini ifade etmektedir: “Şüphesiz o Kıyametin (kopacağının) bir bilgisidir. Artık onun hakkında asla şüphe etmeyin, bana uyun, bu doğru bir yoldur.” “… Bu konuda Buhârî, Müslim, İbn Hanbel, Ebu Davud ve daha başkalarının naklettiği sahih senetli haberlerden Hz. İsa’nın yeniden döneceği meselesinin ilk kuşakların gündemini meşgul eden konulardan biri olduğu anlaşılır, başkası değil. (41)
2- Sünnet vahiy değildir. Kur’an dışında hiçbir vahiy yoktur.
Hadis inkarcılarınca ileri sürülen diğer önemli bir iddia Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e Kur’an dışında bir vahyin gelmediği iddiasıdır. Dolayısıyla onlara göre vahy-i gayri metluv diye bir şey de yoktur. NitekimToplu Çalışma, İslami Kimlik İlkeler ve Hareket adı altında basılan kitapta şöyle denilmektedir:
“…ve bu rivayetlerin “Allah katından sanılması” için bazı ayetlerin zorlanmasıyla “Kutsi hadis” veya “gayri metluv” gibi dinin kaynağı ile ilgili, tamamen zanniliğe dayanan ve gayb alanını ilgilendiren yeni bilgi çeşitleri üretilmiştir. Muhkem Kur’an ayetleri ile bu tür rivayetler, eşdeğer veya dinin tamamlayıcısı niteliğinde görülmüştür. Oysa Rasulullah’ın risaletle ilgili bilgi kaynağı, Kur’an vahyi ile kayıtlıdır….” (42)
“…bu konuda iki önemli yanlış yapılmıştır: Birinci yanlış, Rasulullah’ın, insanüstü bir örnekliğe sahip olduğu, Kur’an’ın bildirmediği konularda dinin tamamlanması için Kur’an dışında da vahiy (gayri metluv) aldığı ve bağımsız teşri yetkisiyle donatıldığı gibi yaklaşımlardır. İkinci hata ise, sünnet ile irtibatımız konusunda yapılmıştır. Rasulullah’ın uygulamaları ile bu uygulamaların sözlü olarak aktarımı kabul edilen “hadis”ler bir tutulmuş; yaşanmışlığı kesin(yaşayan sünnet) (vâki) olan sünnet ile, bize farklı biçimlerde belirlenen isnad zincirleriyle ve mana üzere aktarılan “hadis”in zanniliği arasında temel fark görülmemiştir. (43)
Kur’an kıssalarında geçen bazı mucizevî olaylar ise tabiat kanununa aykırı olduğu gerekçesiyle çoğu zaman mecâzî olarak yorumlanmıştır.
Kur’an’da nasih ve mensuh yoktur.
Hz. İsa tekrar dünyaya gönderilmeyecektir.
Rasulullah’a sihir yapılmamıştır.
Hz. Peygambere verilen tek mucize Kur’an’dır.
Meleklerin ve cinlerin varlığını ehl-i sünnetin kabul ettiğinden başka bir şekilde kabul ederler.
Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem dâhil hiçbir peygambere ahirette şefaat hakkı verilmeyecektir.
Kabir hayatı yoktur.
Sünneti hayatına aktarmayı hedefleyen bir Müslüman bu iddialara karşı uyanık olmalı. Böyle bir iddia işittiğinde ise bunların cevaplarını ilim ehlinden öğrenerek bu fitnelere kapılmamalıdır. Şunu unutmamalıyız ki, Cenâb-ı Hak tarafından Resûl-i Ekrem’e gönderilen son ilâhî vahyin uygulamasından ibaret olan sünnet, Hz. Peygamber’in ve ashabının İslâm’ı anlama ve uygulama biçimini göstermek ve onu gelecek nesillere taşımak gibi önemli bir işlevi yerine getirmekte, Müslümanlar arasında anlayış ve uygulama birliğini sağlamaktadır. Bu sayede Müslümanlar dünyanın her yerinde ortak bir inanç ve duyguya sahip olmakta, ortak ibadet ve davranış biçimlerini ortaya koyabilmektedir. Sünnet anlayışının zedelenmesi durumunda başta oryantalistler olmak üzere İslam düşmanları ümmeti kalıcı olarak bölme hedeflerine ulaşmış olacaklardır. İlim gerektiren meselelerin tahlili yapılırken, Kur’an ve Sünnet dengesi gibi meseleler konuşulurken meseleye vakıf ilim ehli insanların rehberliğinde yol alınmalıdır. Aksi takdirde fikri olup ilmi olmayanların dinde hata yapması hem kendilerini saptırması hem de başkalarını yanlış yola sevk etmesi mümkündür.
Hz. Peygamberin sünneti ve sireti üzerine yaşamak duasıyla.
————————–
1. en-Nisâ’, 65.
2. Hasan Karakaya, Fıkıh Usulu, Buruc Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, Ocak 1998, s. 55.
3. Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, M. Ü. İlâhiyat Fakültesi Yayınları, 22. Basım, İstanbul, Ekim 2010, s. 25.
4. Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, M. Ü. İlâhiyat Fakültesi Yayınları, 22. Basım, İstanbul, Ekim 2010, s. 26.
5. Hasan Karakaya, Fıkıh Usulu, Buruc Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, Ocak 1998, s. 55.
6. el-Ahzâb, 36.
7. en-Nisâ’, 80.
8. en-Nûr, 51. Ayrıca bkz. el-Ahzâb, 21; en-Nisâ’, 65; en-Nisâ’, 59; en-Necm, 3-4.
9. Hadisi Ebû Dâvûd, et-Tirmizî, İbn Mâce, ed-Dârimî, Ahmed, el-Kebîr’de et-Taberânî, el-Hâkim, et-Temhîd’de İbn `Abdi’l-Berr, Şerhu’s-Sunne’de el-Beğavî, Şerhu’l-İ`tikâd’da Sufyân – Ebu’n-Nadr – `Abdullah b. Ebî Râfi` tarikıyla el-Lâlekâî rivayet etmiştir. et-Tirmizî: “Hadis hasen-sahihtir”; el-Hâkim: “Şeyhayn’ın şartına göre sahihtir”; el-Beğavî: “Hadis hasendir”; Tahrîcu’l-Mişkât’ta el-Elbânî: “İsnadı sahihtir” demiştir.
10. el-Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, İbn Mâce, ed-Dârimî, Mâlik, Ahmed.
11 el-`Askalânî, Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahîhi’l-Buhârî tarih yok, I, 463. Ebû Dâvûd, Ahmed, İbn Huzeyme “sahîhtir” demiştir.
12. Sünnet Karşıtlarına Kur’an-ı Kerim ve Hadisler Işığında Reddiyeler, İrfan Vakfı Yayınları, s. 75-80.
13. el-Buhârî, Müslim, en-Nesâî, Ebû Dâvûd, Ahmed
14. Muhsan, zina ettiğinde recim cezası verilebilecek kişi için kullanılan bir terimdir. Tanımı hakkında mezhepler arasında görüş ayrılıkları olsa da genel manada şu açıklamayı yapabiliriz: Sahih bir nikâhla, bir eşle önden cinsel münasebette bulunmuş olan, hür ve baliğ kişidir. Önden tam bir cinsel münasebet olmaksızın, mücerret olarak nikâh akdiyle kişi muhsan olmaz. Bu vasıflar kadınlar için de geçerlidir. Recmi gerektiren hal vaki olduğunda evli olması şart koşulmaz. Bu şartlar yerinde olduktan sonra boşanmış olması ya da eşinin ölmüş olması muhsanlığı ortadan kaldırmaz. Allahu A`lem…
15. (ez-Zuhaylî 1417/1996, I, 460-464)
16. el-Buhârî, Sahîh, Zekât, Özellikle Bâb 56.
17. el-Buhârî, Sahîh, Zekât, Bilhassa 55.
18. el-Buhârî, Sahîh, Salât; Müslim, Sahîh, Salât.
19. en-Nesâî, Sünen, Gusl, Bâb 27; Ebû Dâvûd, Sünen, Tahâret, Bâb 126.
20. el-Buhârî, Sahîh, Nikâh, Bâb 27; Müslim, Sahîh, Nikâh, Hadis 37-38.
21. Müslim, Sahîh, Sayd, Hadis 15-516; et-Tirmizî, Sünen, Sayd, Bâb 2-3; Krş. el-Muvâfekât, III, 372; IV, 7.
22. el-Buhârî, Sahîh, `İlm, Bâb 39; Krş. el-Muvâfekât, IV, 14, 49; Ebû Dâvûd, Sünen, Tahâret, Bâb 41; et-Tirmizî, Sünen, Tahâret, Bâb 52.
23. el-Muvâfekât, IV, 13.
24. Ebû Dâvûd, Sünen, Sünnet, Bâb 5; İmâret, Bâb 33; et-Tirmizî, Sünen, `İlm, Bâb 10.
25. İbn Hanbel, Müsned, I, 303, 317, 320; ed-Dârimî, Sünen, Buyû`, Bâb 38; İbn Mâce, Sünen, `Itk, 2.
26. el-Muvâfekât, IV, 22 vd.
27. et-Tirmizî, Sünen, Ferâid, Bâb 26; İbn Hanbel, Müsned, I, 49; Ebû Dâvûd, Sünen, Diyet, Bâb 18; İbn Mâce, Sünen, Diyet, Bâb 14.
28. el-Buhârî, Sahîh, Ferâid, Bâb 26; Buyû`, Bâb 19, 22, 42-44; Müslim, Sahîh, Ferâid, Hadis 1; Buyû`, Hadis 43, 46-47.
29. Müslim, Sahîh, Hacc, Hadis 472; en-Nesâî, Menâsik, Bâb 1.
30. el-Muvâfekât, IV, 35, 40.
31. el-Buhârî, Sahîh, Medîne, Bâb 1; Krş. el-Muvâfekât, IV, 42.
32. Ebû Dâvûd, Sünen, Tahâret, Bâb 92.
33. el-Buhârî, Sahîh, Vudû’, Bâb 4; Edeb, Bâb 4, 10; Müslim, Sahîh, Eşribe, Hadis 68-69.
34. el-Buhârî, Sahîh, 33. Sûre’nin Tefsîri, Bâb 9; Nikâh, Bâb 27; Edeb, Bâb 93; Müslim, Sahîh, Radâ`a, Hadis 5.
35. el-Buhârî, Sahîh, Hars, Bâb 15; Ebû Dâvûd, Sünen, İmâret, Bâb 37; et-Tirmizî, Sünen, Ahkâm, Bâb 38.
36. el-Buhârî, Müslim.
37. el-Buhârî, Sahîh, Rehin, Bâb: 6; Âl-i `İmrân Sûresi’nin tefsîri, Bâb 3; et-Tirmizî, Sünen, Ahkâm, Bâb 11; İbn Mâce, Sünen, Ahkâm, Bâb 7.
38. Ebû Dâvûd, Sünen, Et`ime, Bâb 31.
39. el-Buhârî, Sahîh, Vudû’, Bâb: 68; Müslim, Sahîh, Tahâret, Hadis 94-96.
40. Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an Gerekçeli Meal-Tefsir, Düşün Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 2008, s. 1143.
41. Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an Gerekçeli Meal-Tefsir, Düşün Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 2008, s. 979.
42. Toplu Çalışma, İslami Kimlik İlkeler ve Hareket, Ekin Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2006, s. 35.
43. Toplu Çalışma, İslami Kimlik İlkeler ve Hareket, Ekin Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2006, s. 34.