Nebevi Nasihatler – M. Sabri Yücel / 2016 Ağustos / 45. Sayı
Bir müslümanın en yüce gayesi kendisini yaratan Rabbini razı etmek, O’nun hoşnutluğunu kazanmaktır. Bu yüce gaye, hiçbir beşerin tahayyül edemeyeceği cennet nimetlerinden daha ulvi bir makam olarak zikredilmiştir Ku’an-ı Kerim’de. (Bkz. Tevbe Suresi 72) “Allah’ın yardımını imdat edecek seviye”ye gelen nice neferler, bahse mevzu hedefin gerçekleşmesi için her türlü zahmet ve zorluğa katlanmayı bir kulluk vazifesi olarak addetmişlerdir. “Allah’ın rızası” diye ifade edilen gayeye ulaşmak için birçok vesile sayılabilirse de en yalın ve öz hali ile “hayatı O’nun istediği gibi şekillendirme ve sürdürme” bu hedefin şüphe götürmez temel esasıdır. Hayatın hangi alanı olursa olsun O’nun buyruklarına ittiba etmeden veya bu endişeyi taşımadan rıza-i Bârî’ye ulaşabileceğini düşünmek izahı zor bir aldanmışlık ve gaflet olmalıdır.
Rabbimizin rızasına ulaşmak nasıl yüce bir gaye ve hedef ise O’nun gazabına duçar olmak da o denli tehlikeli ve korkunçtur. Bu korkunç durumun endişesi kimilerinin canına mal olurken kimilerini de gece uykusuz bırakmıştır. Türlü işkence, dayatma ve zorlamalara göğüs gerilmiş, yine de Rablerinin gazabına sebep olacak davranışları işlememiştir Allah’ın rızasını arzulayanlar. Bilallerin, Habbabların, Suheyblerin isimlerinin bugün hâlâ anılıyor olmasının sebebi bu olsa gerek. “Rabbim razı olsun da bedenimin zahmet çekmesi dert değil, O bana gazap etmesin de her türlü musibet kolay gelir bana” anlayışında olmak.
İlahi gazabı celbeden birçok sebep bulunsa da, Allah azze ve celle’nin buyruklarına lakayt davranmak, bir nevi görmezden gelmek, bildiği halde inat eder gibi tersini yapmak en önde gelen sebepler sayılabilir. Bunlar dışında elbette âlemlerin Rabbi’nin azametine saygısızlık sayılabilecek birçok cürüm bulunmakta olup Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye konuyla ilgili nassları bünyesinde barındırmaktadır. Elbette ki bu cürüm ve günahların hepsi Allah celle celaluh’a karşı yapılmış isyanlar olmak bakımından birlikte değerlendirilseler bile görecekleri karşılık ve ceza bakımından farklılık arzetmektedirler. Büyük-küçük günah ayrımı, ısrarla işlenen küçük günahın özel hükümlerle anılması, bahse mevzu konunun doğal bir neticesidir zaten.
Günahların silsile-i meratibinde özellikle bazılarının faillerinin daha dünyadayken bedbaht olup yaptığının karşılığını göreceği şer-i şerifin kaynaklarında ikaz ile belirtilmiştir. Bu günahlar incelendiğinde görülecektir ki kişinin işlediği günah başka birisi için zarara sebep oluyor ve ortaya çıkan kul hakkı gerekli mekanizmaları çalıştırarak bertaraf edilmiyorsa, genel itibari ile daha dünya hayatında günahın muhataplarını aynı akıbete sevketmektedir. Hele de bu günah bir müslümanın hukukuna karşı yapılmışsa çetin ahiret azabının yanında dünyada aynı duruma düşmek ya da daha bedbaht bir seviyeye yuvarlanmak kaçınılmaz olabilmektedir. Kendini beğenerek müslüman kardeşini bir hatadan dolayı ayıplayanın dünyada o hata ile karşı karşıya kalacağı tehdidi buna örnek teşkil edebilir. (Bkz. Tirmizi, Kıyâme, 53)
Gökyüzündeki şimşek ve yıldırımlarda bulunan ve düştüğü yeri yakıp kavuran enerjiyi çeken paratoner misali Allah’ın gazabını celbeden sözler ve eylemler bulunmaktadır. “Bizden daha güçlüsü var mı?” diyerek hadlerini aşan Âd kavminin akıbeti, ahlaksızlığı bizzat peygamberlerinin huzurunda dillendirecek kadar düşük Sodom-Gomore’nin ürpertici sonu misal sayılabilir.
Müslümanlar, topluma zararı söz konusu olmayan ve kul hakkı terettüp etmeyen günaha müşahede ettiklerinde muhatabı nasihat ile doğruya yöneltmek ve günahı ifşa etmemekle mükelleftirler. Başka bir ifade ile söylemek gerekirse şayet, gördüğümüz ayıbı gizlemek Kıyamet günü ayıplarımızın gizlenmesi için bir vesiledir. Mahcubiyet yaşayacağımız bir kusurumuzun önüne geçebilmek için bir vesile sayılabilir ayıp, kusur gizlemek.
Allah’ın gazabını celbeden en dikkat çekici kabahatlerden biri de müslümanların ayıp ve kusurlarını ifşa etmek, mahcup olacakları mahremleri ve sırlarını paylaşmaktır. Ayıplarımızı hemen yüzümüze vurmayıp onları setreden/gizleyen es-Settâr olan bir Rabbin kulları olan bizler, O’nun esma-i hüsnasına ittiba gereği kardeşlerimizin ayıp ve kusurlarını gizlemek durumundayız. Zararı topluma mal olan ve insanları aleni ifsat edenler değil elbette kastımız. Ayıbı kendini ilgilendiren kardeşlerimizdir mevzu bahis olan. Bu sebeple kardeşliğin haklarından biri de kusur gizlemek ve ayıpları örtmektir.
İnsan yapısı gereği ulaşmak istediği hedefe varabilmek için bazı zaman en mukaddes değerlerini bile çiğneyebiliyor hepimizin müşahede ettiği gibi. Allah’ın son peygamberi, fahr-ı kâinat olan Resul-ü Ekrem aleyhisselam’ı peygamber kabul etmeyen diğer din mensuplarının bu itikadi ayıp ve kusurlarını gizleme gayreti içerisine girenler diğer taraftan kendi menfaat kulelerinin basamaklarında rahat ilerlemek için müslümanların onurlarını rencide ederek sırlarını yayma çabası içersinde olabiliyorlar. Müslümanları yeryüzünün nefret misali olarak anılması için beyanatlar verebiliyorlar en yüksek avaz ile…
Bir müslümanın varlığını dünyanın yok olmasından daha kıymetli addeden Zât-ı Zü’l-Celâlîn, kendisi uğruna varını yoğunu seferber etmiş ve yolunda cihad etmek için her türlü zahmete katlanmış kullarının onurunu, kâfirlerin elinde maşa olmuş müptezellere bırakacağını sanmakla ne büyük yanılgıya düştüğümüzü daha iyi anlıyoruz şimdi. “Terör” kelimesi ile müslümanları lekelemeye çalışanların hazin sonlarına şahitlik ediyoruz hepimiz. Müslümanların onurunu vesile ederek menfaat sağlama derdinde olanların iplikleri pazara çıktı tüm dünyanın gözü önünde. Ayıpları neşredildi, kusurları ortaya döküldü, sırları ifşa oldu, hicap duyacakları ne kadar davranış varsa gündem oldu…
İlahi gazaba nasıl davetiye çıkarmışlardı ki bu korkunç hale düştüler. Evet, günah işlemek ne kadar densiz bir davranış ise günaha gerekçe bulmak onlarca kez densiz bir davranıştır. Günaha gerekçe bulup bu günah ile müslümanları mağdur ve mazlum düşürmek ise ilahi sillenin davetiyesi konumundadır. Allah yolunda cihad eden bir Müslüman menhec ve metot olarak senin kendi arzularınla şekillendirdiğin din anlayışının dışında diye “en nefret ettiğin kimse” oluyorsa ilahi kader seni nefret abidesi haline getirir. Kâfirlerin elinde maşa gibi vazife yapıp müslümanların haremine ilişirsen haremsiz kalırsın.
Ebu Berze el-Eslemî radıyallahu anhunun rivayet ettiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ey dili ile ikrar edip de kalbine iman girmeyenler! Müslümanların gıybetini yapmayınız, onların ayıplarını araştırmayınız. Kim müslümanların ayıbını araştırırsa Allah da onun ayıbını araştırır. Allah kimin ayıbını araştırırsa onu evinin içinde bile rezil eder.” (1)
————————
1. Ebu Davud, 4880; Müsned, 19776. Şuayb el-Arnavutî, -li ğayrihi kaydıyla- hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.