Davet Mektebi – Musa Şerifoğlu / 2018 Ocak / 62. Sayı
İnsanlığı yüce İslam’a çağıran bizler; davet ettiğimiz yolun yüceliğini, yöneldiğimiz hedeflerin önemini, İslami çalışmanın merhalesini, örnek şahsiyet olmanın lüzumunu ve bu yolun ancak mal ve can fedakârlığı ile aşılabileceği hakikatini unutmuş gözüküyoruz. İşte bu yüzdendir ki; çoğu zaman davet ettiğimiz insanlara “iyi bir örnek” olamamaktayız. Bu durum, ilahi nizamın yeryüzüne hâkim olma mücadelesi yavaşlatmakta ve başarının en büyük engeli olarak karşımıza çıkmaktadır.
İslami davetin nihai amacı; yeryüzünden cahiliye düşüncelerini, sistemlerini ve ahlakını bütün kalıntılarıyla beraber söküp atmak, insanlığı batılın karanlığından hakkın nuruna ulaştırarak kula kulluktan kurtarmaktır. Bunu idrak edemeyen dahası hedeflemeyen hiçbir hareket, hiçbir çalışma hakiki anlamda İslami hareket/çalışma olamaz.
Böylesine zorlu ve meşakkatli bir yoldan gitmek, bu ağır sorumlulukların altına girmek her kişinin işi değildir. İmanı zayıf, ilmi ve ameli kısır, zikri az olanlar bu davanın ağır yükü altında ezilmeye mahkûmdurlar.
Bu kutlu davanın yükünü ancak; Allah ve Resulünü her şeyden çok sevenler, hayatının tümünü Allah yolunda cihada/mücadeleye adayanlar, kendisini makam ve mevki hastalığından, dünya malı ve arzularından, onun aldatmaca ve çekiciliğinden kurtaranlar kaldırabilir. “Kim Rabbinin azametinden korkup ta kendini kötülükten alıkoymuşsa onun varacağı yer Cennet’tir.” (Naziat, 40-41)
Şu an dünya üzerinde yaşayan Müslümanlar olarak, içinde bulunduğumuz zilletin, acziyetin, dağılmışlığın, bölünmüşlüğün sebebi; haşa yüce İslam dininin zayıflığı değildir. Aksine bunun en büyük sebebi; şanı yüce Allah’ın Tevhid dini, biz Müslümanlara Tevhid üzere olmayı emrederken bizlerin bu emri bir kenara bırakıp nefislerimizin şerrinden dolayı tefrik olmayı tercih edişimizdir. Bunun da temel sebebi Rabbimizin işaret ettiği şu hastalığın biz Müslümanlara galebe çalmasıdır; “Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.”(Şura, 14)
Bu çıkmaz sokağın tek bir çıkışı vardır. O da; günahlarımızı itiraf etmek, imanlarımızı ve niyetlerimizi yeniden tazelemek ve vahye ilk muhatap olan sahabe nesli gibi Allah’a teslim olmaktır. Şanı yüce Allah’ın buyurduğu gibi; “Onlardan bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler. Onlar Salih amelle bir başka kötü bir ameli birbirine karıştırdılar. Umulur ki Allah, onların tövbelerini kabul eder. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Tevbe, 102)
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine İndirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği Kitaba iman edin.” (Nisa, 136)
“İyilik yaparak, kendisini Allah’a teslim eden ve Hakka yönelen İbrahim’in dinine uyan kimseden daha güzel din sahibi kim olabilir?” (Nisa, 125)
Düştüğünü anlamayan, düştüğünü fark edemeyen, düştüğünü kabul etmeyenler ömür boyu düştükleri çukurda kalmaya mahkûmdurlar. İmanlarını ve niyetlerini tazeleyip yeniden büyük bir azim ve umutla Sırat’ı müstakim üzere yol almak için ayağa kalkanlar ancak düştüğünün farkında olanlardır.
Faydalı olmasını niyaz ederek “Davet Mektebi” yazılarımızın ilkine başlıyoruz. Muhakkak ki isabet ettiğimiz hakikatlerin tümü İslam’a aittir. Yapacağımız hatalar ise bizlerin acizliğindendir. Nefislerimizin şerrinden Allah’a sığınırız. Yüce Rabbimize karşı acziyet içinde kıvranırken son duamız şudur; “Ya Rabbi! Biz, senin kullarına açıktan açığa nasihatler ettik. Gizliden gizliye ise kendimizi kandırdık. Yarabbi! Açıktan verdiğimiz öğütlerin hürmetine gizlide işlediğimiz günahlarımızı bize bağışla.”
Rabbim cümlemize derin bir anlayış ve tövbe nasip etsin.
Davet Kelimesinin Anlamı
Davet kelimesinin sözlük anlamı; Bir şeye veya bir duruma çağırmak, nida etmek, sevk etmek, teşvik etmek gibi anlamlara gelmektedir.
İslami bir kavram olan davet kelimesi; Dünya ve ahiret kurtuluşu için tüm insanlığı; Hakka, Hidayete, Hayra, İyiliğe, kısaca Yüce İslam dinine sağlam ve kuvvetli bir şekilde çağırmaktır.
İnsanlığın İslam’a Olan İhtiyacı
İslâm’ın gelişinden önceki dönemde insanların İslâm davetine ihtiyacıyla ilgili olarak şunlar söylenebilir: Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderilmesinden önce insanlık tevhid akidesinden uzaklaşmıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, miladî 7. yüzyılın başlarında yani Hz. İsa aleyhisselâm’dan yaklaşık altı asır sonra gönderildi. Hz. İsa aleyhisselâm’dan geriye sağlam bir tevhid inancı kalmamış, bilakis Hıristiyanlar, Hz. İsa aleyhisselâm’ı Allah’a ortak koşmuşlardı.
Aynı şekilde Allah’a ibadet edilmesi ve iman edenlerin toplanma yeri olarak inşa edilen Kâbe dahi putlarla doldurulmuştu. Yani insanlık tamamen tevhit ’den ve tüm peygamberlerin ortak çağrısı olan ‘sadece Allah’a kul olmaktan’ uzaklaşmıştı. İnsanların kendisinden tevhidi öğreneceği ne bir peygamber ne de bir kitap vardı. İnsanlık, tevhidi inançtan yoksun olarak sahte ilahlara tapıyor ve bunun neticesinde insanların hem canları hem de malları sahte ilahlar uğrunda heba oluyordu.
Yine o dönemde dünyanın hâkim güçleri olan Bizans ve Pers imparatorlukları arasındaki savaşlar neticesinde, birçok insan sadece dünyevî hedefler uğrunda öldürülüyordu. İnsanların malları ve ırzları yağmalanıyordu. Ne öldüren adalet ve hak esaslarına göre öldürüyor, ne de öldürülen adalet ve hak esasları uğrunda öldürülüyordu.
İnsanlar tamamen dünyevî amaçlar ve iktidar uğrunda öldürülüyorlardı. Aynı şekilde Araplar içerisindeki sonu gelmez kabile savaşları da böyleydi. İnsanlar, tevhidin, hak ve adaletin olmadığı bu dönemde sahte ilahlar, iktidarlar, arzu ve hevesler ile ırkçılık uğrunda yok olup gidiyorlardı. Dünya tevhide, adalete ve merhamete muhtaç bir haldeydi.
İşte yeryüzü cahiliyenin en karanlık dönemini yaşadığı bir zamanda şanı yüce Allah; İnsanları insanlara, heykellere, taşlara, batıl inançlara, felsefelere, ideolojilere, sahte liderlere, hurafelere, kulluk yapmaktan kurtarıp yalnızca Allah’a kulluk yapmalarını sağlamak ve canların, malların, dinlerin, şereflerin, akılların ve nesillerin korunması için yüce İslam dinini göndermişti.
Şanı yüce Allah, peygamberini ve ona inananları destekledi, Hak- Batıl savaşında; kula kulluğun, şirkin, zulmün, adaletsizliğin ve ahlaksızlığın hâkimiyeti sona erdi. Allah’a kulluk, tevhid, merhamet, adalet ve ahlak esasları galip gelerek Zafere ulaştı. “Deki; ‘Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz ki batıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsra, 81)
“Müşrikler istemeseler de (İslam) dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O’dur.” (Saff, 9)
Müslümanlar, Allah’ın yardım ve zaferiyle dünyaya yön veren ve her yönüyle insanlığa örnek olan bir millet oldular. Şanı yüce Allah, Müslümanların eliyle yeryüzü insanlarını hak din ile tanıştırdı. Müslümanların idaresi altında yaşayan toplumlar İslam’ın sayesinde canlarını, dinlerini, mallarını, nesillerini, ırzlarını ve kültürlerini muhafaza edebildiler. Kralların, soyluların, derebeylerin, rahip ve hahamların zulmü altında inleyen Yahudi ve Hristiyan halklar dahi kendi dindaşlarının zulmünden Müslümanların adaletine sığınarak korunabildiler. Allah’ın dilediği bir vakte kadar bu hal böyle devam etti.
Müslümanların İslami değerlerden uzaklaşmaları, dünya malına değer vermeleri, nefislerinin arzularına uymaları, iç ihtilaflara ve fitnelere düşmeleri, ahlaki değerlerinin bozulması, fenni ilimlerde geri kalmaları, devlet idaresinde, davet, tebliğ ve cihad vazifelerinde zaaf yaşamaları sebebiyle Allah Teâlâ’nın değişmez yasaları olan Sünnetullah gerçekleşti. Müslümanların tarih sahnesindeki güç ve otoriteleri kayboldu. Bugün yeryüzünde Müslümanların dinlerini, canlarını, topraklarını, mallarını, nesillerini, ırzlarını, şereflerini koruyacak bir otorite kalmadı.
Birleşmiş Milletler ’in, NATO’nun ve süper güç denilen azgın devletlerin özellikle İslâm ülkelerine karşı yürüttükleri savaşlarda milyonlarca Müslümanın canını ve malını nasıl yok ettiklerine, iffetli hanımlarımızın, kızlarımızın ırzlarını nasıl kirlettiklerine, topraklarımızı nasıl işgal edip sömürdüklerine, evlerimizi ve evlatlarımızı nasıl param parça ettiklerine acziyet ve zül içinde şahit olmaktayız.
Dünyanın egemen güçleri hem inançlarımızı hem nesillerimizi hem de topraklarımızı acımasızca sömürmektedir. İşgal ettikleri ülkelerde demokrasi ve müesseselerini yerleştirme iddiasıyla ortaya çıkmakta ve Müslümanların inançlarına, yaşam tarzlarına, ahlak ve kültürüne ters bir düzen kurmaya çalışmaktadırlar.
Büyük devletlerin yanı sıra onların uşaklığını yapan şişirilmiş balon misali sahte liderler de bu azgın sömürgeci devletlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Kendini Batıya, güce ve dolara satan bu alçak liderler; aynı dinden, aynı ırktan, aynı dilden olduklarını iddia ettikleri insanlara her türlü maddî ve manevî zulmü reva görmektedirler.
Emperyalist Hristiyanların ve Siyonist Yahudilerin kucağına oturan bu sahte liderler, yine onların desteğiyle sahip oldukları askerî ve siyasî gücü kullanarak içinden çıktıkları kendi toplumlarına karşı her türlü zulmü, İşkenceyi, zorbalığı ve azgınlığı uygulamaktadırlar. Öte yandan basın-yayın organları ile de toplum içinde İslâm’a aykırı her türlü batıl inancı, fikir ve ideolojileri, ahlaksızlığı, zinayı, kötü alışkanlıkları ve rüşvetçiliği yaymaktadırlar. Toplumun hak ve emeklerini sömürerek elde ettikleri bu büyük imkânları, yaşsâdıkları topluma karşı zulüm ve ifsat aracı olarak kullanmaktadırlar.
Egemen güçlerin özellikle son bir asırdır süren; inançsız ve ahlaksızlık bir toplum oluşturma çabaları sonuç vermiş ve ortaya; dini inançları zayıf, ahlaki değerleri kaybolmuş, kendi çıkarları için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyecek kadar bencil halk kitleleri çıkmıştır.
Bugün yaşadığımız toplumda mal güvenliğimiz, can güvenliğimiz, ırz güvenliğimiz, nesil güvenliğimiz kalmamıştır. Vahşice işlenen cinayetler, gasplar, hırsızlıklar, tecavüzler, sapık ilişkiler sanki günlük hayatımızın içindeki olağan haberlermiş gibi gelmektedir artık bizlere. Alkol ve uyuşturucu tüketimi ilkokul seviyelerine inmiştir. Her gün farklı bir tür uyuşturucu ismi duymaktayız. Zina alabildiğine yayılmıştır. Devletler bu işi resmileştirip vergisini aldıkları bir kazanç kapısı haline dönüştürmüştür. Okullarda, iş yerlerinde, arkadaş, komşu, akraba arasında duyulan zina haberleri de artık eskisi gibi kulaklarımızı tırmalamamaktadır.
Gayri meşru ilişkilerini gizlemek adına öz evladını öldüren anne- babalar, evladını çöp kutusuna atanlar, içki parası için karısını satanlar, milletin malını rüşvetle yiyenler memurlar, malına hile karıştıran esnaflar, çalıştığı işyerine ihanet eden işçiler, yalanı kurnazlık görenler ve sözünün eri olmayan insanlar. Kimsenin kimseye güveni kalmamıştır. Toplum, derin bir travma ve cinnet halindedir.
“O, bir iş başına geçtiği zaman, yeryüzünde fesadı yaymak, ekini ve nesli bozmak için çalışır. Allah bozguncuları sevmez.” (Bakara, 205)
“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı. Belki dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını tattırmaktadır.” (Rum, 41)
İşte böyle bir dönemde; insanlığın yegâne kurtuluşu İslam’dır. İnsanlığın içinden geçtiği bu ağır cinnet hali ancak onu yaratan Allah’ın eksiksiz nizamı İslam ile düzelebilir. İnsanlık İslam’a aç ve susuzdur. Fakat insanlık açlığını ve susuzluğunu giderecek, ona şifa olacak hakiki İslam’dan da habersizdir. İşte bizlerin birinci görevi, onları şifanın kaynağı olan İslam ile tanıştırmaktır.
İnsanlığın kaybettiği tevhide, hakka, adâlete, merhamete, yüce ahlaki değerlere kavuşması için ‘İslâmî Dâvet’e büyük ihtiyaçları vardır.
İnsanlık, kendisini İslâm ile tanıştıracak kutlu davetçilere ne kadar da muhtaçtır!
“İman edenlerin Allah’ı anma ve ondan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? (Hadid, 16)
Esselamu Aleykum. Allah’a Emanet Olunuz.
————————-
İstifade Edilen Eserler
1. İslam Davetçilerine – Abdullah Nasıh Ulvan – Ravza Yayınları
2. Davet Fıkhı – Mustafa Meşhur – Hikmet Yayınları
3. Nasıl Davet Edelim – Fethi Yeken – Ravza Yayınları
4. İslam Davetçilerine – Hüseyin Haşimoğlu – Beka Yayınları