Yakın Tarih – Furkan Uyanık / 2019 Nisan / 77. Sayı
Siyonist-Haçlı ortaklığından ve saldırılarından defaten bahsetmiştik… Bu ortaklığın çalışma sahası yalnızca Ortadoğu değil, Türkistan (aslında günümüzde burası Orta Asya olarak bilinse de 1905 yılında İngilizlerin dünya kamuoyuna bu coğrafyada Müslümanların yaşadığını unutturmak için ortaya attığı bir isimdir Orta Asya. Aslında buranın adı Türkistan veya Türkmenistan) değil, Balkanlar değil, Afrika değil, tüm Dünya’dır. Maalesef Müslümanlar için günümüzde Ortadoğu sıradanlaştı. Dünyanın her yerinde bizden beklenti en üst safhada, özellikle Afrika’da. Lakin Afrika’yı çok az gündemimizde tutmaktayız. Bugün sadece Calvinistlerin 4 milyon yetimi vardır. Yani devşirilmeye hazır 4 milyon adamları bulunmaktadır. Calvinistler gibi onlarca Siyonist-Haçlı ortaklığının ürünü kurum ve kuruluşlar dünyadaki İslam düşmanlığını arttırıyor ve terör olaylarıyla Müslümanları katlediyor, bunu da devşirdikleri adamlarla sağlıyor. Batı zihniyeti 200 yılı aşkın bir sürede, sistemli bir şekilde dünyanın her bir noktasında operasyonlar yapmaktadır. Birkaç gün önce Yeni Zelanda’da sanki bir oyun oynarcasına Müslümanlar katledildi. Bütün bunların bedeli elbet sorulacaktır. Buradaki mesele bizim ne yaptığımız ve ne düşündüğümüzdür. Saldırgan batı zihniyeti gücü yetmediği topraklarda, özellikle de ülkemizde düşünsel ve teknolojik saldırılarla zihin kontrolleri yapmaktadı. Nitekim başarılı da oluyorlar. Bütün dünyanın bizden beklentisi yüksekken, bizler de bu zihin kontrolüne karşı gelemeyip olayları çok çabuk unutmaktayız ve gündemimizden düşürmekteyiz. Tıpkı 1948, 1956 Arap-İsrail savaşlarında olduğu gibi 1967 ve 1973 savaşlarında da gözler ve kulaklar bize çevrilmişti lakin bizler o günlerde de bir şeyler yapmamıştık. Bugün bizler Haçlı-Siyonist saldırılarının temellerine inmez ve haçlı ortaklığının ana gayelerini tarihsel serüvenle tespit etmeye çalışmazsak bugünkü meseleleri hiçbir zaman anlayamayacağız. Müslümanların, detayına pek girmesek de yukarıda örneklendirdiğimiz meseleleri derin bir şekilde düşünmeleri gerekir. Kalemimizin mürekkebini daha fazla akıtmak istesek de şimdilik bu kadarıyla yetinmekteyiz. Bu ayki yazımızda ise yine Siyonist-Haçlı ortaklığının veya başka bir ifadeyle saldırgan batı zihniyetinin birlikte hareket ettiği 1967 ve 1973 Arap-İsrail Savaşlarını sizlerle paylaşacağız. Rabbimizden niyazımız; bizim zihin dünyamızı açması ve Müslümanların, herkes gibi yaşayıp herkes gibi ölmenin bize yakışmayacağını anlaması, Müslümanca yaşamanın ve Müslümanca son nefesi vermenin haysiyeti ve şerefiyle huzuruna çıkmayı bize nasip etmesidir!
1967 Arap – İsrail Savaşı
1960-80 arası Ortadoğu gelişmelerinde, 1967 Arap-İsrail Savaşı bir dönüm noktası teşkil eder. Çünkü bu savaşta İsrail’in Araplar karşısında kazandığı kesin zaferler neticesinde, topraklarını savaştan öncekinin dört misli genişletmesi, Arap-İsrail meselesine çok büyük boyutlar kazandırmış ve neticelerini günümüze kadar getirmiştir. Keza, bu savaş kendisinden önceki savaşlardan ve kendisinden sonraki Arap-İsrail savaşından da çok farklı bir mahiyette ortaya çıkmıştır.
1948 Arap-İsrail savaşını Araplar tahrik etmiştir. 1956 Arap-İsrail savaşı ise İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır’a saldırıları dolayısıyla meydana gelmiştir.
Arapların 1967 savaşının çıkmasını istemelerinde ve savaşı kışkırtmalarında üç mühim sebep rol oynamış görünmektedir:
Başkan Nasır’ın gerek 1948 gerek 1956 savaşının ve her iki savaştaki yenilginin intikamını almaya kararlı olması. Bu, Nasır için bir prestij meselesi idi. Eğer İsrail’i yenecek olursa, intikamını gerçekleştirmekle kalmayacak, aynı zamanda kazandığı prestijle bütün Ortadoğu’da Mısır’a büyük bir üstünlük sağlamış olacaktı ki, bunun siyasi neticeleri de çok geniş olabilirdi.
1956’dan beri Sovyet Rusya, Mısır ve Suriye’yi o kadar silahlandırmıştı ki, İsrail ile yapılacak bir savaşın neticesinden sadece Mısır ve Suriye değil, Sovyetler dahi gayet emin görünüyorlardı. Bu sebeple, 1967 Arap-İsrail savaşını Sovyetlerin de tahrik ettiklerini söylemek mümkündür.
Bu sırada Amerika’nın Vietnam bataklığına saplanmış olması ve dolayısıyla İsrail’in arkasında yer alamayacağı düşüncesi.
Altı gün sürdüğü için Altı Gün Savaşı adını alan 1967 Arap-İsrail savaşının başlangıcını 1966 yılının son aylarında oluşmaya başlayan Suriye-İsrail gerginliği teşkil eder.
Çoğunlukla Ürdün’de bulunan ve diğer Arap ülkelerine de dağılmış bulunan Filistinlileri teşkilatlandırarak bunları mücadeleye sevk etmek için 1964 Mayıs’ında, Ürdün’ün elinde bulunan Doğu Kudüs’te Birinci Filistin Kongresi toplandı.
Kudüs Kongresi’nde, 9.maddenin öngördüğü silahlı mücadeleyi yürütmek üzere fedain denen gerillalardan meydana gelen bir askeri teşkilat olan el-Fetih kurulmaktaydı. Bu gelişmeler üzerine İsrail, fedain saldırı ve akınlarına karşı, kasım ayının ortalarından itibaren, misilleme-mukabele taktiğini tatbike başladı. Yani yapılan en küçük bir saldırıya karşı en ağır şekilde ve en ağır silahlarla karşılık verilmeye başlandı. Ocak-Nisan 1967 döneminde Suriye, İsrail sınırlarında küçük çatışmalardan, tank, topçu ve hava çatışmalarına kadar her türlü faaliyet ortaya çıktı.
Mısır iki cepheden İsrail’e karşı pozisyon aldı. Biri, Sina’yı tamamen kontrol altına almak suretiyle İsrail’e karşı doğrudan hareket imkanını kazanması ve arada BM kuvvetlerinin mevcut olmamasıydı. İkincisi ise Şarm el-Şeh’e askerini sokmakla İsrail’in Kızıldeniz’e çıkışı olan Tiran Boğazı’nı kontrol altına alıyordu. Nasır bununla yetinmedi ve 22 Mayıs’ta Tiran boğazını İsrail gemilerine ve 24 Mayıs’ta bütün deniz trafiğine kapadı. Bu sonuncu tedbir ile İsrail’e başka ülke gemilerinin yardım getirmesini engellemiş olmaktaydı.
23 Mayıs’tan itibaren Amerika ve Sovyetler harekete geçerek bir savaşı önleme çabalarına giriştiler. İki büyük devletten gelen bu yatıştırma faaliyetlerinin hiçbir faydası olmadı. Hava yatışacağı yerde daha da gerginleşti. Nasır, 26 Mayıs’ta yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “Eğer savaş gelecek olursa bu topyekûn bir savaş ve hedefimiz de İsrail’i yok etmek olacaktır. Bu savaşı kazanacağımıza inanıyoruz ve şimdi İsrail’le savaş için hazırız. Bu sefer 1956’daki gibi olmayacak. O zaman İsrail ile değil İngiltere ve Fransa ile savaşmıştık.” Al-Ahram gazetesinin baş yazarı Muhammed Heykel de aynı gün: “Savaş kaçınılmazdır. Araplar ilk defa olarak iradelerini İsrail’e kabul ettirebileceklerdir” diyordu.
Arapların istediği gibi ilk saldırıyı İsrail yaptı. Fakat Araplara ilk ve ağır bir darbe indirmek için 5 Haziran 1967 sabahı 07.30’dan itibaren havalanan İsrail uçakları Mısır, Suriye, Ürdün havaalanlarını bombardıman etmeye başladılar. Mısır’a yapılan baskında, İsrail uçakları Mısır radarlarına yakalanmamak için Akdeniz üzerinde çok alçaktan uçarak Mısır’ın batı sınırlarına ulaşmışlar ve saldırılarını batıdan yapmışlardır, Sina üzerinden değil. O kadar ki İsrail uçakları, Irak’a da ulaşarak Habbaniye Havaalanı’nı bile bombardıman ettiler.
Haziran günü akşam olduğu zaman, 16 Mısır havaalanı artık kullanılamaz hale gelmiş ve 280 Mısır uçağı, 52 Suriye uçağı, 20 Ürdün uçağı ve birçok da Irak uçağı yerde tahrip edilmişti.
İsrail kuvvetleri 3 gün içinde bütün Sina’yı ele geçirip 7 Haziran akşamı Süveyş Kanalı’nın sağ kıyısındaki, kuzeyde Kantara, ortada İsmailiyye ve güneyde de Port Tevfik’e ulaşmışlardır. Bu durumda Mısır’ın yapabileceği bir şey kalmamıştı. 8 Haziran’da İsrail ile ateşkesi kabul ederek, İsrail kuvvetlerinin kanalın öbür yakasına geçmesini engellemiştir.
İsrail için 1967 Savaşı’nın en çetin cephesi Ürdün cephesi ve Batı Şeria cephesi olmuştur. Ürdün kuvvetleri gerçekten İsrail’i uğraştırmış ve ciddi kayıplar verdirmişlerdir. Fakat onlar da Mısır’dan daha fazla dayanamadı. 7 Haziran günü Nablus muharebesini kaybedip, şehir İsrail kuvvetlerinin eline geçince, İsrail bütün Batı Şeria’yı işgal etmiş oluyordu. Bu sebeple 7 Haziran akşamı Ürdün de İsrail ile ateşkesi kabul etti.
Suriyeliler de İsrail karşısında fazla dayanamadılar. İsrail kuvvetleri Golan Tepeleri’ni aldıktan sonra, Suriye topraklarında ilerlemeye başladılar. İsrail kuvvetlerinin ilerleme istikameti Şam’dı. İşte tam bu sırada 10 Haziran günü Sovyetler, Amerika’ya başvurarak İsrail ilerlemesi durdurulmadığı takdirde -askerî harekât da dahil- gerekli tedbirleri alacaklarını bildirdiler. Bu sırada İsrail kuvvetleri, Şam’a 40 mil mesafedeki Kuneitra’ya girmiş bulunuyordu. Dolayısıyla İsrail, Kuneitra’da durdu ve o gün saat 16.30’da İsrail ile Suriye arasında ateşkes başladı. 6 gün savaşı böylece sona ermiş oluyordu.[1]
1973 Arap – İsrail Savaşı
Ekim 1973’te başlayan bu savaşa, Müslüman dünyasının Ramazan ayına rastlaması dolayısıyla Ramazan Savaşı ve İsraillilerin çok kutsal bir ayı olan Yam Kipur’a rastlaması dolayısıyla Yam Kipur Savaşı adı verilmiştir. Fakat esas adı itibariyle Yam Kipur Savaşı olarak adlandırılmaktadır.
Bu savaşın amacı, daha öncekilerde olduğu gibi, İsrail’in haritadan silinmesi değil 1967 Savaşı’nda İsrail’in ele geçirdiği toprakların geri alınması ve bu suretle Arapların prestijinin tamiri ve yükseltilmesi idi. Bundan dolayı Sedat, Mayıs 1972’de SALT-I Antlaşması’nın imzalanmasından kısa bir süre önce Moskova’ya gitti. Fakat Sovyetler çok değişmişti. Şimdi Sovyetler adeta Amerika ile birlikte ortak bir Ortadoğu politikası takip ediyorlar ve bölgede yeni bir çatışmanın çıkmasını istemiyorlar, intibaını aldı. Dolayısıyla Sovyetlerden silah da sağlayamadı. Bir yandan Sovyetlerin tutumu diğer bir yandan da 1971 Mayıs ayında Sedat’ın Moskova taraftarı Ali Sabri’nin darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kalması, Sedat’ın Sovyetlerden dönmesine sebep oldu. Bunun neticesi olarak 17 Temmuz 1972’den itibaren 17.000 kadar olan Sovyet uzman ve danışmanlarını Mısır’dan çıkardı. Ağustos ayında da her iki devlet elçilerini geri çektiler.
Sovyetler 1972 Sonbaharından itibaren tekrar Mısır’a yanaşarak Mısır’ın modern silah isteklerini karşılama hususunda kapıları aralamaya çalıştılar. Bu çabalamaların sonucu olarak 1973 şubatında Mısır ile Sovyetler arasında bir antlaşma meydana geldi. Yahudilerin en kutsal günü olan Yam Kipur’un tatil olduğu 6 Ekim 1973 günü Mısır ve Suriye kuvvetleri aniden İsrail’e karşı saldırıya geçtiler. Mısır’ın hareket planı 3 kademeli idi. Birinci kademe kanalın doğu kıyısında köprü başları tutmaktı. İkinci kademe, Batı Sina’daki stratejik Khatmia, Gidi ve Mitla geçitlerini ele geçirmekti. Üçüncü kademe de bu geçitleri aldıktan sonra ilerleyip İsrail sınırlarına dayanmaktı. Mısır kuvvetleri 24 saat içinde karşı kıyıya geçip köprü başlarını kurmaya ve 500 tankı kurmaya muvaffak oldular. Şimdi ikinci hedef 20 mil ötedeki üç stratejik geçidi ele geçirmekti fakat bunu gerçekleştiremediler. Ancak 4-5 mil ilerleyebildiler. 14 Ekim’de Barleo hattı denen İsrail cephesine büyük Acıgöl bölgesinde yaptıkları büyük bir taarruz başarısızlıkla neticelendi. Mısır’ın kuvvetlerini kırıp Mısır’a ayak bastılar. Mısır’ın üçüncü ordusunun durumu çok tehlikeli idi. Fakat iki Mısır ordusunun arasında kanalın batı yakasına geçen İsrail kuvvetlerinin durumu daha az tehlikeli değildi. Bundan dolayı her iki taraf da güvenlik konseyinin 22 Ekim 1973 günlü 338 sayılı kararını aynı gün akşamı kabul ederek çarpışmaları durdurdular. Ateşkese rağmen İsrail, Mısır üçüncü ordusunun etrafındaki çemberi tamamlamak için 23 Ekim’de çağrışmaları yeniden başlatınca yeni bir kriz doğdu ve bu kriz Amerika’yla Sovyet Rusya’yı karşı karşıya getirdi. Güvenlik konseyinin taraflar arasına Birleşmiş Milletler Kuvvetleri’nin konulmasına dair 25 Ekim 1973 ve 340 sayılı kararı kabul edilerek 4. Arap-İsrail Savaşı sona ermiş olmaktaydı.[2]
[1]. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I-II: 1914-1995), Alkım Yayınevi, İstanbul, s. 701-710
[2]. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I-II: 1914-1995), Alkım Yayınevi, İstanbul, s. 711-723