İslam’ın Beş Temel Esası

Nebevi Damlalar – Yener Yılmaz / 2019 Haziran / 79. Sayı

İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur. Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak.”

(Buhârî, Îmân 1, 2; Tefsîru sûre (2), 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, îmân 13)

Hadisi rivayet eden sahabi;

Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhumâ

Hicretten on yıl önce Mekke’de doğdu. Babası Hz. Ömer’le birlikte Müslüman oldu ve onunla birlikte hicret etti. On üç yaşında iken Uhud Savaşı’na katılmak istedi; fakat Hz. Peygamber onun henüz çok genç olduğunu söyleyerek buna izin vermedi. Hayatının ileriki dönemlerinde birçok savaşlara ve fetihlere iştirak etti. Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin de bulunduğu İstanbul seferine katıldı.

Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra halife olması istenen adaylardan biri de İbni Ömer’di. Fakat o bu teklifi benimsemedi. Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklara katılmadı. Dinî konularda ihmâllerini gördüğü idarecileri hemen uyarırdı. Ablası Hz. Hafsa Resûl-i Ekrem’in hanımı olduğu için, Efendimiz’in yakın çevresinde bulunma imkânına sahipti. Bu sebeple sahâbîlerin görüp duyma imkânını bulamadığı birçok hadisin Müslümanlara ulaşmasını sağladı.  Rivayet ettiği, tekrarlarıyla birlikte 2630 hadis ile Ebû Hüreyre’den sonra en çok hadis rivayet eden yedi sahâbînin (müksirûnun) ikincisi oldu.  İbni Ömer aynı zamanda en çok fetvâ veren yedi sahâbîden biriydi. Altmış yıl boyunca fetvâ verdi.

Hz. Peygamber’in hayat tarzına harfi harfine uyma ve onun emirlerini aynen yerine getirme konusunda bir benzeri daha yoktu. İbni Ömer birgün gördüğü bir rüyayı ablası Hz. Hafsa aracılığıyla Peygamber Efendimiz’e arzetti. Efendimiz’in: “Abdullah ne iyi insan, bir de gece namazı kılsa!” buyurması üzerine, o günden itibaren gece namazını hiç terketmedi. Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra O’na olan sevgisinden dolayı, Efendimiz’in namaz kıldığı yerleri öğrenip oralarda namaz kılar, yürüdüğü yollarda yürür, gölgelendiği ağaçların altında oturur, kurumasınlar diye onları sulardı. Hele Efendimiz’in selâmlaşma konusundaki buyruklarını yerine getirme hususunda pek titiz davranırdı. Hiçbir işi olmadığı halde sadece Müslümanlarla selâmlaşmak için sokağa çıkar, büyük küçük karşılaştığı herkese selâm verirdi.

Abdullah İbni Ömer ashâb-ı kirâmın ileri gelen zenginlerindendi. Servetinin fazla birikmesine meydan vermez, eline geçeni yoksullara dağıtırdı. Sahip olduğu şeyler içinde en çok beğendiklerini, Allah yolunda kurban edilmek veya sadaka olarak verilmek üzere ayırırdı. 

İyi halini gördüğü ve bilhassa namaz kıldığını öğrendiği bütün kölelerini âzâd etmeye başlamıştı. Çeşitli sebeplerle 1000’den fazla köle âzâd etti. Kibir duygusuna kapılma endişesiyle sade giyinirdi. Sağlıklı olmasına rağmen az yemek yerdi.

Saçları omuzlarına dökülecek kadar uzundu. Sakalını kına ve ketem denilen çivit boyasıyla sarıya boyar, bu sebeple sakalı kumral bir renk alırdı. Hz. Peygamber’in de öyle yaptığını söylerdi.  Abdullah İbni Ömer 73 (692) yılında seksen beş yaşında iken Mekke’de vefat etti. Allah ondan razı olsun.[1]

HADİSTE ZİKREDİLEN KAVRAMLAR; 

İmam Nevevi tarafından[2] “dinin bütün esaslarını içeren en önemli hadis” olarak gösterilen bu hadisi şerif, şüphesiz her Müslümanın ezberleyip kavraması gereken bir hadisi şeriftir. İçerisinde İslâm’ın şartları olarak bilinen beş temel esası içerir, biz kısaca bu esasları izah etmeye çalışacağız.

1. KELİME-İ ŞEHADET     

İslâm’ın temellerinden ilki olan kelime-i şehadet; Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’ın kulu ve Rasûlü olduğuna dair yapılan şahitliğin ifadesidir. Kelime-i Şehadet’i söyleyen kişi Müslüman olur ve artık İslâm toplumunun bir üyesidir. İslâm; Allah’ın varlığını kabul edip, birlemek (tevhid) aynı zamanda Rasûl’ün Allah’tan getirdiklerini tasdik etmekten ibarettir. Diğer tüm inanç esasları, insan ve toplum hayatını düzenleyecek emir ve yasaklar, Allah’a ve Peygamber’inin O’ndan getirdiklerine inanmanın içindedir. Bu nedenle Kelime-i Şehadet İslâm’ın en özlü bir ifadesidir. Dolayısıyla bu cümleyi söyleyen kişi İslâm dininin tamamını kabul etmiş sayılır.

Kişinin Allah’tan başka ilah bulunmadığını söylemesi, Kur’an’ın tanımladığı tüm isim ve sıfatları ile Allah’ın varlığına iman ettiği; Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu söylemesi de onun Allah’tan getirdiği tüm emir ve yasaklara, tüm haberlere inandığı, bunlara itaatle yükümlü olduğunu kabul ettiği anlamına gelir. Bu cümlede dikkatimizi çeken bir kelime olan “ilah” kendisine ibadet edilen, her şeyden çok sevilen, tazim ve tesbih edilen mutlak varlık demektir. Allah’tan başka ilah kabul etmediğini ifade eden bir mü’min, elbette ki ibadetini, mutlak itaatini ve tüm benliğini onu yaratan, yaşatan, sayamayacağı kadar nimetleri bahşeden yegâne varlık Allah azze ve celle’ye yönlendirecektir. 

2. NAMAZI İKAME ETMEK    

Namaz; tekbir ile başlayıp selâm ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir. Allah’a karşı şükrün ifadelerinden biridir. 

Namazın ikame edilmesi farz, vacip ve sünnetlerine dikkat edilerek eda edilmesidir. Kur’an’da doksandan fazla ayette zikredilir. Önceki şeriatlerde beş vakit namaz yoktu. Ancak vakitleri belirtilmemiş genel anlamda namaz vardı. Namaz, hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mi’rac (İsrâ) gecesinde farz kılınmıştır. 

Beş vakit namaz farz kılınmadan önce, Hz. Peygamber’in ibadeti Allah azze ve celle’nin yarattıklarını düşünmek, Allah’ın yüceliğini tefekkür etmek şeklinde idi. Sabah ve akşam ikişer rekât hâlinde namaz kıldığı da rivayet edilir. Daha önceki ümmetlerin de namaz ibadeti vardır. Kur’an-ı Kerim’de Lokman aleyhisselâm’ın oğluna namazı emretmesi (Lokman, 17), Hz. İbrahim’in Hicaz’ın güvenliği için dua ederken namazdan bahsetmesi (İbrâhim, 37), Yüce Allâh’ın, Tur dağında ilk vahiy sırasında Hz. Mûsa’dan namaz kılmasını istemesi (Tahâ, 14) örnek verilebilir.

Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde; “namazı kılınız ve zekâtı veriniz” buyurulur. Ayrıca “Şüphesiz namaz, mü’minlere, vakitleri belirli olarak farz kılınmıştır” (Nisa, 103) ayeti kerimesi mevcuttur. Bu vb. ayeti kerimeler namazın farziyetini açıkça ifade eder, açıklamaya çalıştığımız bu hadisi şerif ve benzeri birçok hadisi şerifte bu yüce ibadetin farz kılındığı açıkça görülmektedir.
İslâm ümmeti, bir gün ve gecede beş vakit namazın farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir.
Namaz ergenlik çağına gelmiş, akıllı her Müslümanın üzerine farzdır. Fakat yedi yaşına gelmiş olan çocuklar da namaz kılmakla emredilir. On yaşına geldikleri halde namaz kılmazlarsa el ile hafifçe dövülebilirler. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınıza yedi yaşında namaz kılmalarını emredin, on yaşına girince bundan dolayı dövün ve o yaşta yataklarını ayırın.”[3]Bir günle gece içinde farz olan namazların sayısı beştir. Yalnız vitir veya bayram namazları vacib hükmündedir.

Namazı Terketmenin Hükmü;

Namaz ve oruç gibi bedenî ibadetlerde vekâlet geçerli değildir, yani her Müslüman bu ibadetleri bizzat kendisi ifa etmelidir. Namazın farz olduğunu inkâr eden dinden çıkar. Çünkü namaz kesin ayet, hadis ve icma delilleriyle sabittir. Tembellik veya umursamazlık sebebiyle namazı terkeden âsî ve fasık olur.

Namazı kılmamak dünya ve âhirette azaba sebep olur. Âhiretteki azapla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terk ettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir. (Cehennemdeki “Gayya” vadisini boylayacaklardır).” [4]

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur: 

“Bilerek namazı terkeden kimseden Allah ve Rasûlü’nün zimmeti kalkar.”[5]

“Kim ikindi namazını terkederse ameli boşa gitmiş olur.”[6]

“Kim, önemsemeyerek üç cuma namazını terkederse, Allah Teâlâ onun kalbine mühür vurur.”[7]

Hanefi mezhebine göre, tembellik yüzünden namazını terkeden kimse, namazı inkâr etmediği sürece dinden çıkmaz, ancak günahkâr, fasık olur. Kendisi bu konuda uyarılarak tevbeye çağrılır, kötü örnek olmaması için toplumdan tecrid edilir (hapse atılır) ve te’dib amacıyla dövülür. Ramazan orucunu terk eden kimse de bunun gibidir.[8]

Hanefiler dışındaki mezhep imamlarına göre ise, namazını özürsüz olarak terkeden kimse, mürted’de olduğu gibi İslâm toplumuna karşı gelmiş sayılır ve tövbe etmezse en ağır şekilde cezalandırılır (öldürülür).[9]

Namazın kazası;

Namazını unutarak, uyanamayarak veya tembellik yüzünden zamanında kılamayan bunu kaza eder. Hadis-i şerifte; “Kim uyuyarak veya unutmak suretiyle namazını kılmamış olursa, hatırladığında hemen kılsın”[10] buyurulur. Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre; uyumak veya unutmak gibi bir özür sebebiyle namazını vaktinde kılamayanın kaza etmesi gerekince, özürsüz olarak ya da tembellikten dolayı kılmayana öncelikle kaza gerekir. Namazı vaktinde kılamadığından dolayı da Allah’a ayrıca tevbe ve istiğfar etmesi gereklidir. 

Ebû Hureyre radıyallahu anh’ın naklettiği bir hadiste de şöyle buyurulur: “Kıyamet gününde kulun ilk hesaba çekileceği şey farz namazdır. Eğer bu namazı tam olarak yerine getirmişse ne güzel. Aksi halde şöyle denilir: Bakın bakalım, bunun nafile namazı var mıdır?” Eğer nafile namazları varsa, farzların eksiği bu nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer farzlar için de aynı şeyler yapılır”[11]

Bu duruma göre, farz namazların eksiğini sünnet ve diğer nafile namazlar tamamlamaktadır. Farz, vacib veya sünnet ayırımı yapılmaksızın ibadetlerin yerine getirilmesi mü’minin gayesi olmalıdır. Çünkü bu, dünyevî huzur ve mânevî mutluluk kaynağı olması yanında, ahiret için de en büyük hazırlıktır.[12]

3. ZEKÂT VERMEK    

Temizlik, artma, bereket anlamına gelen zekât, bir malın belli bir miktarını, Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de saydığı sekiz sınıftan birisine veya birkaçına Allah rızası için vermektir. Terim olarak zekât; İslâm’ın beş şartından birisi olan malî ibadetin adıdır. Fakirin hakkı çıkarılarak malı, cimrilik kirinden arındırarak da şahsı temizlediği ve malda berekete sebep olduğu için bu malî ibadete zekât denilmiştir[13]  Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de; “Ey Muhammed! Mallarının bir kısmını kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al.” [14] buyurulur.

Zekât’ın Hükmü

81 gr altın 

595 gr gümüş  

Kırk davar (koyun ya da keçi) 

Otuz sığır

Bu mallara sahip olup üzerinden bir yıl geçtiği zaman kişinin zekât vermesi farz olur, kişi altının bizzat kendisine değil kıymetine sahip olsa da zekât vermelidir yani elinde 81 gr altın alabilecek para bulunan kişi de zekatla mükellef olur. Zekât vermesi gerekli olan kişi hiç geciktirmeden hemen zekâtını vermelidir. Aksi halde günahkâr olur.[15]

Zekâtın Önemi ve Hikmeti

Bir şeyin önemi, insanlığın ona olan ihtiyacı ve temin ettiği fayda ile ölçülür. Zekâtın; zekât veren, zekât alan ve zekât alınıp verilen toplumda sağladığı faydalar göz önüne alındığında, onun ne derece büyük bir önem ifade ettiği ortaya çıkar.

Zekât, her şeyden önce kulun Allah’ın emrine itaat edip, kulluğunu göstermesinin en güzel nişanesidir. Çünkü, zekât vermeyi Allah emretmiştir. Kulun vazifesi; öncelikle nedenini araştırmadan Rabbi tarafından emrolunduğu şeyi yapmaktır. Müslüman; sevdiği, inandığı Rabbinden aldığı emirle, canının yongası olan malını hiçbir maddî karşılık beklemeden vererek, kulluk borcunu en güzel şekilde ödemiş olur. Bunun yanı sıra zekât, kişiyi günah ve cimrilik kirlerinden temizler. İnsandaki, mal sevgisini kırıp, Allah sevgisinin ön plana geçmesine sebep olur. “Ey mü’minler! Sizi mallarınız ve çocuklarınız Allah’ı anmaktan alıkoymasın, böyle olanlar hüsrana uğrayanlardır” [16] âyet-i kerîmesinin işaret ettiği manayı gerçekleştirir.
Zekât fakirler açısından da son derece önemlidir ve onlar için en büyük garantidir. Çünkü o sadece fakirin hakkıdır ve mutlaka fakire verilecektir. İnsanların koydukları vergilerin toplanma ve harcama yerleri devirlere ve devletlere göre değişebilir. Devlet gelirlerinin harcanmasında fakirlerden çok zenginlerin gözetildiği de olabilir. Kimlerden alınıp kimlere verileceği Allah ve Rasûlü tarafından tespit edilen zekât ise böyle değildir. Bunun kimden alınıp kime verileceği Kur’ân’ı Kerim’de belirtilmiştir. Bunu hiçbir kimsenin değiştirmesi mümkün değildir. Yani bu fon sadece fakirler için kullanılır.

4. HACC YAPMAK    

Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke’de âlemler için mübarek ve hidayet kaynağı olan Kabe’dir. Orada apaçık deliller vardır. İbrahim’in makamı vardır. Kim oraya girerse güvenlik içinde olur. Oraya yol bulabilen insana, Allah için Kâbe’yi hacc etmesi gereklidir.” [17]

Gerekli yol masraflarını ve harcayacağı paraya sahip olan kişiye ömründe bir defa yapması farz olan ibadettir.Hakkı verilerek yapılan bir hac ibadeti, kişiyi annesinden doğduğu günde olduğu gibi tertemiz hale getirir[18] ve karşılığı ancak cennettir.[19]

5. RAMAZAN ORUCU  

Oruç, “İkinci fecirden (fecr-i sadık’tan)” itibaren, güneşin batışına kadar yemekten, içmekten, cinsel ilişkiden ve orucu bozan diğer şeylerden, Allahü Teala (c.c)’ya kulluk niyetiyle nefsi alıkoymaya verilen isimdir. Bilindiği gibi oruç, yalnız bedenle yapılan ibadetlerden biridir. Dolayısıyla, her mükellefin kendi nefsi için farz-ı ayn’dır. 

Hadisi şerif “Ramazan ayında, hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın kim bir günlük orucunu yerse, bütün zaman boyu oruç tutsa da bu orucu kaza edemez.” buyurulur. [20] Yani, orucu zamanında eda etmenin faziletini kaza suretiyle telâfi etmenin imkânı yoktur.[21]

Oruç ibadetine riyanın karışması da mümkün değildir. Nitekim bir Hadis-i Şerif’te; orucun ve oruçlunun mahiyeti şu şekilde ortaya konulmuştur:

“Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü (kem) söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene iki defa “Ben oruçluyum” desin ve uymasın. Canımı elinde tutan Allahu Teâlâ (c.c)’ya yemin ederim ki; oruçlunun ağız (açlık) kokusu, Allah katında misk kokusundan daha temizdir. Cenab-ı Hak buyurmuştur ki: ‘Oruçlu kimse benim rızam için yemesini, içmesini ve cinsi arzularını bırakmıştır. Oruç doğrudan doğruya bana edilen (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun sayısız sevabını da doğrudan doğruya ben veririm. Halbuki başka ibadetlerin hepsi on misliyle ödenmektedir.’” [22]

HADİSTEN ÇIKARILAN DERSLER

Hadisi şerifte beş temelden bahsediliyor olması, sayılanlardan başka farzın olmadığı anlamına gelmez, nitekim yerine göre cihad ibadeti farzı ayn olurken kişinin ibadetlerini sahih bir şekilde yapabileceği kadar ilim öğrenmesi de farzdır. 

İslâm’ın şartları ve farzlarından herhangi birini inkâr etmek kişiyi İslâm dairesinden çıkarır.

Kelime-i Şehadet dışında kalan ibadetlerin farziyetine inanıp, tutunduğu birtakım bahanelerle onları terk eden kişi ise fasık olur.

İslâm ibadetlerin şekillerinden ziyade özüne bakar, hayasızlık ve kötülükten alı koymayan namaz beklenen namaz değildir, yalanı terk etmeyen kişinin orucu, bekleneni verememiş demektir, riya için yapılan hac ve zekât ise kabul edilmeyen ibadetlerdendir.  Allah azze ve celle kalbimizi iman üzere sabit eylesin bizlere nasip ettiği İslâm nimetinden bizi mahrum eylemesin… 


[1]Kaynak: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları

[2]Müslim Şerhi, I, 152

[3]. Ebû Dâvûd Salât, 26

[4]Meryem, 59-60

[5]Ahmed, IV, 238

[6]. Buhârî, Mevâkît,13

[7]Nesâî, Cumâ, 2; Tirmizî, Cuma 7; İbn Mâce, İkâme, 93

[8]İbn Abidîn, Reddül-Muhtâr, Mısır, t.y., I, 326; eş-Şürünbülâlî, Merâkıl-Felâh, Mısır 1315, s. 60

[9]İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, Mısır t.y., I, 87; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3. baskı, Kahire t.y., II, 442-447, Fıkhu’s sunne/namazı terk etmenin hükmü

[10]. Ebû Davûd, Salât,11

[11]. Tirmizî, Salât, 188; Ebû Dâvûd, Salât, 145

[12]. İslâm fıkıh ansiklopedisi

[13]Subkî, el-Menhel, Beyrut, 1394, XI,113

[14]Tevbe, 193

[15]. el-Merginânî, el-Hidaye, I, 96; Mehmet Zihni, Nimetü’l-İslâm, II, 5

[16]. Münafıkun, 9

[17]Âl-i îmrân, 96-97

[18]Buhârî, Hac 4

[19]Buhârî, Umre 1

[20]Buharî, Savm: 29

[21]İbnu’l-Münîr, kutubi sitte şerhi, oruç babı

[22]Sahihi Buhari muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI, 248, Hadis no: 897