Nebevi Damlalar – Yener Yılmaz / 2020 Eylül / 94. Sayı
Ebu Zerr Cundub bin Cünade ile Ebu Abdurrahman Muaz b. Cebel radıyallahu anhuma’dan rivayetle,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Nerede olursan ol Allah’tan kork (takvalı ol). Bir kötülük yaptığın zaman arkasından bir iyilik yap ki onu silsin. İnsanlarla da güzel bir ahlak ile geçinmeye çalış.”
Bu hadisi Tirmizi, Ebvab el-Birri Ve’s-Sıla, Bâbun Fi Muâşereti’n-Nâs’da (1988 no’lu hadis olarak) rivayet etmiştir. Sahihtir. el-Elbâni, Sahihul-Câmi, 96.
Kısaca Ebu Zerr (r.a)
İslam’ın ilk dönemlerinde Müslüman olmuş, ilk Müslümanların arasına adını yazdırmıştı. Rivayetlere göre ilk Müslüman olan dördüncü ya da beşinci kişidir. Müslüman olduktan sonra Kabe’nin yanına gelerek İslam dinini seçtiğini bağırarak ilan etmiştir ve bu olayın ardından neredeyse bayılana kadar dayak yemiştir. İslam öncesi mensup olduğu kabile bireyleriyle beraber yol kesicilik gibi birçok kötü işleri yaparken İslam sonrası Allah korkusundan dolayı toplum içerisinde yaşmakta zorlanmıştır. Tek başına bir ümmet olarak vasfedilen Ebu Zerr Medine yakınlarında Rebeze denilen bir köyde evinde vefat etmiş, ashabı kiram onun son anlarına yetişememiştir.
Dünya hayatını umursamamış, zühd hayatı yaşamıştır. Gariban olmayı zengin olmaktan daha çok sevmiş haram yeme ihtimalinden bile uzaklaşmıştır. Gördüğü kötülüklere müdahale etmeden yapamamış, bu durum birçok kişiyi rahatsız edince, halifeye şikâyet edilmiştir. Cihad etmiş, ibadete yönelmiş ve dünya hayatının hakikatini iyi kavramış biri olarak ruhunu Rabbine teslim etmiştir. Allah ondan razı olsun.
Kısaca Muaz bin Cebel (r.a)
Ensar’dan olup, helal ve haram ilmini en iyi bilenlerdendir. Miladi 605 senesinde Medine’de doğdu. 640 (H. 18) yılında Kudüs ile Remle arasındaki Amvas köyünde vefat etti. İkinci Akabe biatında, kendi canlarını ve mallarını korudukları gibi Peygamberimize yardım ederek İslamiyet’e hizmet edeceklerine söz veren ve Müslüman olan yetmiş Medineliden biriydi. On sekiz yaşında Müslüman oldu.
Peygamberimiz ve ashabı kiram, Mekke’den Medine’ye hicret ettiklerinde, bütün malları ve mülkleri Mekke’de kalmıştı. Peygamberimizin emriyle Medine’deki Müslümanlar, Mekke’den hicret eden Müslümanlarla kardeşlik kurarak evlerini, mallarını ve eşyalarını paylaştılar. Muaz bin Cebel de Abdullah bin Mesud ve Cafer-i Tayyar ile kardeşlik kurmuştu. Bedir, Uhud, Hendek, Beni Kureyza savaşlarına ve Hayber’in fethine katıldı ve Mekke’nin fethinde bulundu. Huneyn Savaşı sırasında Peygamberimiz onu Mekke’de emir olarak bıraktı. Halka, Kur’an-ı Kerim öğretmesini ve dini esasları anlatmasını emretti. Bu vazifesini yapıp Medine’ye döndükten sonra, Kur’an-ı Kerim’i ve genel olarak İslam dinini öğretmeye devam etti.
Açıklama
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hadisi şerifte, kişiyi hem Allahu Teâlâ’nın hem de Müslümanların rızasına ulaştıracak etkenleri tavsiye etmektedir. Kişi bu tavsiyeler ile amel ettiği vakit rıza-i bariyi elde edip O’nun azabından uzaklaşacaktır. Genel olarak üç konuya değinilmiştir; takva, kötülüklerin ardından iyilik yapmak ve güzel ahlak.
Bu değerli hadisi şerif ışığında şu soruların cevaplarını bulmaya çalışacağız inşallah.
Takva nedir?
Neden önemlidir?
Nasıl elde edilir?
Takvaya zarar veren etkenler nelerdir?
Kötülüğün arkasından iyilik yapmaktan kasıt nedir?
Güzel ahlak nedir?
Nasıl elde edilir?
Hadisin ilk bölümünde “Nerede olursan ol, Allah’tan kork (takvalı ol)” buyurulmaktadır. Takva ile alakalı detayları incelemeye çalışalım;
1) Takva Nedir?
Allah korkusuyla günahtan kaçınmak, Allah’ın emir ve yasaklarına uyma konusunda titizlik göstermek, Allah’ın himâyesine girmek, emrini tutup azabından sakınmak anlamında kullanılan Kur’ani bir terimdir. Bu şekilde titiz davranan insana, “muttaki” denir.[1]
Kişinin kendisiyle Allah’ın azabı arasına set çekmesi, kalkan giymesidir takva. Yürürken sakınan, durunca tedirgin olan, cennete giden yolda dikkatli davranan kişilerin yaptığı amelin adıdır takva.
Allah’ın sevgisini kazandıran, gazabından uzaklaştıran, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sabah-akşam istediği hissiyatın adıdır takva…
Türkçeye genelde “Allah’tan korkmak” olarak tercüme edilen takva, O’nun azabından korunmaya çalışmak anlamında kullanılır.
Takva basit bir amel olmadığı gibi iddia edildiği vakit ispat isteyen bir duygudur. Seleften bazıları onu “İsyan edilmeksizin Allah’a itaat etmek, unutmaksızın O’nu zikretmek, nankörlük etmeksizin O’na şükretmek” diye de tarif etmiştir.[2]
2) Neden Önemlidir?
Önemini anlamak için Kur’an-ı Kerim’e bakmak yeterli olacaktır;
1- Cennete takva sahipleri mirasçı olacaktır. “Kullarımızdan, takva sahibi kimselere verdiğimiz cennet işte budur.” (Meryem, 63)
2- Takva Allah’ın kulunu sevmesine sebeptir. “Şüphesiz Allah takva sahiplerini sever” (Âl-i İmran, 76)
3- Göklerin ve yerin bereket kapıları muttakilerin üzerine açılır. “Ülkelerin halkı iman etseler ve (günahtan) sakınsalar (takvalı olsalardı), elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık.” (Araf, 96)
4- Allah takva sahipleriyle birliktedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Allah, takvalılarla ve ihsan edenlerle beraberdir.” (Nahl, 128)
5-Dünya ve ahirette işlerin kolaylaştırılmasına sebeptir: “…Kim Allah’tan korkarsa, O da kendisine işinde bir kolaylık verir.” (Talak, [3])
3) Takvayı Elde Etme Yolları Nelerdir?
Bir hedefe doğru yol alan kişi rotayı takip etmeli. Takva, Müslümanın dünyadaki en büyük hedeflerinden biri olduğu için elde etmek adına atılması gereken birkaç adımı iyi kavrayıp ona göre davranmak gerekir. Bu adımlar şunlardır;
Birinci adım; Dua:
Şüphesiz kul bir şey talep ettiği vakit ihtiyacını ilk olarak O’nu yaratan, O’nu yaşatan ve her türlü halini bilen Rabbine arz etmesi ondan talep etmesi gerekir. Hz. Yakup “Ben derdimi ve kederimi ancak Allah’a şikâyet ederim”[4] derken, sıkıntıların ve sorunların çözümü için ilk adımı göstermiş olmaktadır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sürekli olarak “Allah’ım senden hidayeti, takvayı, iffeti ve başkalarına muhtaç olmayacağım zenginliği istiyorum”[5] duasını ederdi. Dolayısıyla takvayı isteyen Müslüman ilk olarak dua etmelidir.
İkinci adım; İlim (Allahu Teâlâ’yı tanımaya çalışmak):
O’nu tanıdıkça insan O’nu daha çok sevecek ve O’nu öfkelendirecek amellerden uzaklaşacaktır. Ayet-i kerimede “Kulları içerisinde Allah’tan en çok alim olan kulları korkar” buyurmuştur. Bu ayet-i kerimedeki “âlimler” “Allahu Teâlâ’yı bilen, O’nu tanıyan ve O’na yaraşır bir şekilde kulluk görevini yerine getirmeye çalışanlar” anlamında tefsir edilir.[6]
Üçüncü adım; İbadette gayret:
Kişi farz ibadetleri eda edip nafileler ile amellerini süslediği zaman Allahu Teâlâ’nın sevgisini kazanacağı için takva duygusunu hissetmesi kolay olacaktır. Nafile ibadetlerin başında Kur’an-ı Kerim’i çok okumak ve Allahu Teâlâ’yı zikretmek gelir. Bu ibadetleri arttıran kişinin takvayı kuşanması umulur.
Dördüncü adım; Salihlerle beraber olmak:
Huylar sirayet eder, karakterler bulaşır. Kişi Allah’tan korkan insanlarla ne kadar çok zaman geçirirse, onların huylarını ve özelliklerini o kadar içselleştirecektir. Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz kişilerle zaman geçirenler de onların karakterlerine bürünmeye başlayacaklardır. Müslüman kiminle zaman geçirip, dostluk kurduğuna dikkat etmelidir. Nice ayet ve hadisi şerifleri okuyanlar, cehennemlik kişilerin arkadaşlığından dolayı helak olup ateşlere sürüklenmiştir.
Beşinci adım; Nefis terbiyesi:
Takvayı elde edebilmek için nefis terbiyesi vazgeçilmez bir durumdur. Nefis kendine ileride zarar verecek birçok şeyi arzular fakat eğitilip terbiye edilmeye de müsait olarak yaratılmıştır. Nefsi terbiye etmek, istek ve arzulara gerektiğinde sınır koyabilmekten geçer. Oruç ibadeti ise bu anlamda en güzel terbiye vesilelerindendir. Ayet-i kerimede orucun farz olduğu ifade edildikten sonra “Belki takvalı olursunuz”[7]buyurulmuştur.
Dolayısıyla Ramazan orucunun yanı sıra yıl içerisinde aylık ya da haftalık olarak tutacağımız nafile oruçlar nefsimizi terbiye etmemize yardımcı olacak ve takvaya doğru ilerlememizi sağlayacaktır inşallah.
4) Takvayı Zayıflatan ve Zarar Veren Etkenler
Muttaki olmak hiç günah işlememek değildir. Zaten böyle bir şey kuldan beklenen bir durum da değildir. Kullar hiç günah işlemeseler Allahu Teâlâ onları yok eder. Yerlerine günah işleyen pişman olup tevbe eden bir topluluk getirirdi.[8]
O halde takvalı olan kişi, günahlardan uzak durmaya çalışan, hata edip günah işlediği zaman ise pişman olup tevbe eden, bir daha aynı hatayı yapmamak için azmeden kişidir. Her insan kendi zafiyetlerini, nelere meylettiğini nelere düşkün olduğunu bilir. Nefis düşkün olduğu şeyleri düşünür veya görürse kendini muhafaza etmesi güçleşir. O halde kişinin nefsinin arzuladığı haram işlerden uzak durması ve onları düşünmemesi gerekir.
Günaha giden yol düşünmekle başlar, ardından peşine düşülür. Zihni hayırlı ve helal işlerle meşgul etmediğimiz takdirde haram ile meşgul olur. Bu durumda kişinin takvasına zarar veren durumlar; zihni sürekli haramla meşgul etmek, haramlara rahatlıkla ulaşabileceği ortamlarda bulunmak, işlediği günahın ardından hemen tevbe etmemek, hatasını telafi etmeye çalışmamak olarak sayılabilir.
5) Takvanın Mertebeleri
Takvanın mertebeleri şu şekilde sıralanabilir;
1- Kişinin İslam dinine girerek kendisini ebedi cehennemden koruması.
Bu takvanın en düşük mertebesi olarak görülür. Müslüman olan her insan bu mertebeye ulaşmıştır.
2- Büyük günahlardan kaçınıp, küçük günahlarda ısrar etmemek suretiyle elde edilen takva.
3- Farzları eda edip, haramlardan kaçınmanın yanı sıra şüpheli olan hususları dahi terk eden Müslümanların takvası.
4- En üst mertebe olarak, tüm bu sayılanları yapmakla beraber bütün benliği ile Allah’a dönen ve insanı Allah’tan alıkoyan her şeyden uzak duran Müslümanların takvası olarak sayılabilir.
6) Kötülüğün Arkasından İyilik Yapmak
Hadisi şerifin ikinci bölümünde “Bir kötülük yaptığın zaman arkasından bir iyilik yap ki onu silsin” buyurulmaktadır.
Her günahın maddi ve manevi bir etkisi vardır. İşlenen günahların; faydalı ilimden mahrum kalma, rızıktaki bereketin gitmesi, ruhsal ve psikolojik sıkıntılar, hayırlı insanlardan uzaklaşma isteği, yapılabilecek hayırlı işlerden mahrum kalma gibi etkileri görülür. Bu etkileri tamamen ortadan kaldırmak ya da azaltmak için tevbe ve istiğfardan sonra hayırlı bir amel için kişinin kendisini zorlaması gerekir. Günahın ardından yapılacak bir salih ibadet etkisini azaltacak belki o günahları “hayırlı işlere” çevirecektir. “Muhakkak ki iyilikler kötülükleri giderir”, “Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir” ayet-i kerimeleri bu hakikati bize açıklamaktadır.
Gıybet eden birinin hatasından sonra sadaka vermesi, göz zinası yapan birinin abdest alıp iki rekât namaz kılması, faiz alan ya da veren kişinin tevbeden sonra bolca sadaka dağıtması, dedikodu yapan birinin helallik aldıktan sonra açıp Kur’an-ı Kerim okuması… Yapılan bu iyilikler ve salih ameller günahların etkisini en asgari seviyeye düşürecek kişinin manevi olarak kendisini çabucak toparlamasına sebep olacaktır.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. İşlenen günahın telafi için atılacak adımı geciktirilmemelidir. Şayet ertelenecek ya da ötelenecek olursa günahın kalpte bıraktığı iz derinleşecek, oluşan kirin temizlenmesi daha da zorlaşacaktır, bu sebeple Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “arkasından bir iyilik yap” diyerek yapılacak iyiliğin ertelenmemesini öğütlemiştir.
“Hadisi şerifteki kötülüğün arkasından yapılması istenen ve günahları sileceği ifade edilen ‘iyilik’ten kasıt nedir?” sorusuna alimler tarafından iki farklı cevap verilmiştir.
Birinci görüşe göre buradaki iyilikten maksat “tevbe etmektir”. Kişi işlediği bir günahın ardından hakkını vererek tevbe ederse işlediği o günah Allah’ın izniyle silinecektir.
İkinci görüşe göre ise hadisi şerifteki “iyilik”, tevbeyi de içine alacak şekilde yapılacak tüm hayır ve hasenatı barındıran geniş bir kavramdır. Dolayısıyla bir Müslüman, işlediği bir günahın ardından hayırlı bir amel yapacak olursa bu amel, o günahın kefareti olacaktır inşallah.
Ancak burada dikkat etmemiz gereken bir durum vardır, o da işlenen hayırlı amellerin sadece küçük günahlara kefaret olacağı gerçeğidir. Büyük günahlar ise sadece tevbe ile silinir.
Hatırlatmamız gereken bir gerçekte şu ki Allahu Teâlâ’nın bazı kullarının küçük-büyük tüm günahlarını tevbe etmemiş olsa bile silebileceği hakikatidir. Şüphesiz ki O, Rahman ve Rahim olandır, karşılıksız nimet veren, affı ve mağfireti seven lütfu bol olandır. Birçok kul hak etmediği halde O’nun rahmetiyle affedilir, günahları görmezden gelinir. Allahu Teâlâ bize lütfu ve rahmetiyle muamele eylesin…
7) İnsanlarla Güzel Ahlakla Geçinmek
Hadisi şerifin son bölümünde ise “İnsanlarla da güzel bir ahlâk ile geçinmeye çalış” buyurularak güzel ahlak vurgusu yapılmıştır.
Güzel ahlak “insanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak olmasıdır” diye tarif edilmiştir.
Allah katında amellerimiz tartılırken en ağır basacak amel “Güzel ahlak” olacaktır.[9] Dünyada da kişi güzel ahlakı ile insanlar arasında değer bulacaktır. İnsanlar sizin ibadetlerinize, geceleri kalkıp kıldığınız namazlara, yalvararak içten yaptığınız dualara bakmaz. Onlar sizin davranışlarınıza ve onlara nasıl muamele ettiğinize bakarlar. Dolayısıyla bir Müslümanın, tabiri caizse parmakla gösterilecek derecede güzel bir ahlaka sahip olmaya çalışması gerekir. Mütevazı, kibirden uzak, hayırsever, kendisine karşı yapılan hataları affeden, başkalarının ayıp ve kusurlarını araştırmayan, kendini diğer insanlardan büyük görmeyen, harama el uzatmayan başkasının namusuna göz dikmeyen, dili ile Müslümanlara eziyet vermeyen bir durumda olmalıdır. Kötü huylarının farkında olup onları düzeltmeye çalışmalıdır. Eğer bu konuda gayret ederse Allah’ın yardımını hissedecektir.
Müslüman Müslümanın aynasıdır. İnsan kendi kötülüklerini fark edemeyebilir. Bu konuda başkalarının nasihatlerine kulak vermelidir. Nasıl ki aynaya bakınca vücudundaki eksiklik ya da kusurları görüyorsa, ayna görevinde olan kardeşi ona bir eksikliğini ya da kusurunu söylediği vakit kibirlenmeden hatalarını düzeltmeye çalışmalıdır. Her insanın eksikleri var. Allah gayretleri, çabaları boş çıkarmaz. Eksiğini gidermeye çalışan insan bu yolda Allah’ın yardımını elbette görecektir.
Allahu Teâlâ kötü huylarımızı hayırlara çevirsin. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlakından etkilenebilmeyi ve O’na benzemeye çalışabilmeyi bize nasip eylesin…
[1]. Şamil İslam Ansiklopedisi, Takva; Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât fi Caribi’l-Kur’an, Mısır, 1961, s. 530
[2]. El-Vafi 18. Hadis şerhi
[3]. Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları, s.197-198.
[4]. Yusuf-86
[5]. Müslim-Zikir 72
[6]. Fatır, 28. ayetin tefsiri
[7]. Bakara, 183
[8]. Müslim; Tevbe 9
[9]. Tirmizi, Birr 62/2002