NİFAK KAVRAMI-3

Kavramlar – Mahmut Varhan / 2025 Eylül / 154. Sayı

5) Nifak Hastalığının Kısımları:

Nifak hastalığı iki kısımdır. Bunlardan birincisi itikâdî nifaktır ki, Kur’an-ı Kerim’de sürekli olarak bu nifaktan bahsedilmektedir. İkincisi de amelî nifaktır ki, Sünnet-i Seniyye’de ve selef-i sâlihinin sözlerinde bu nifak hastalığından bahsedilmiştir.

İtikâdî nifak, korkak ve çıkarcı kafirlerin hastalığı iken; amelî nifak, şahsiyetsiz çıkarcı Müslümanların hastalığıdır. İtikâdî nifakta kalp ölmüş olup, amelî nifakta kalp hastadır. Fakat eğer bu hastalık tevbe ilacıyla tedavi edilmezse, hasta olan kalbin ölme riski kuvvetle muhtemeldir. Öldürücü zehir olan itikâdî nifak hastalığının Müslümanın kalbine giriş kapısı, amelî nifak hasletleridir. İşte itikâdî nifak kapısını araladığı için bu hasletlere de nifak denilmiştir.

Allah azze ve celle Kur’an-ı Kerim’de İslam toplumunu oluşturan sınıflardan ve bu sınıfların özelliklerinden tafsilatlı bir şekilde bahsetmektedir. Samimi ve muttaki mü’minlerden bahsettiği gibi, salih amellerle fasid amelleri birbirine karıştıran ve nefislerine zulmeden Müslümanlardan da bahsetmektedir. Bir âyeti kerime’de bu sınıfları şöyle beyan etmektedir:

“Sonra o kitâbı, kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (senin ümmetine) mîras verdik. Artık onlardan nefsine zulmeden de var, içlerinden muktesid (orta yolda giden) de var. Bir de onlardan Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçen var. İşte büyük lütuf budur!” (Fâtır, 32)

Buradaki “Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçenler” kısmında muttaki mü’minler kastedilmiş; “içlerinden muktesid (orta yolda giden) de var” ifadesiyle sadece farzları edâ eden ve kebâir günahlardan sakınan, ancak nafile ibadetleri ihmal ederek mekruh, şüpheli şeyler ve küçük günahları irtikâp eden kusurlu Müslümanlar kastedilmiş; “onlardan nefsine zulmeden de var” ifadesiyle de farz ibadetlerinde ihmalkâr olup büyük günahlardan sakınmayan günahkâr Müslümanlar kastedilmiştir. İşte amelî nifak hastalığına yakalananlar da bu zalimler sınıfının içinde yer almaktadırlar.

Diğer taraftan Allah Teâlâ İslam toplumunun içerisine sızarak zahiren bu toplumun bir sınıfı gözüken ancak hakikatte Müslüman toplumun en azılı düşmanı olan itikâdî münafıklardan bahsettiği gibi; İslam toplumunun içinde sürekli bu münafıklara yakın duran, onları dinleyen, onlardan etkilenen, onları savunan bir takım zayıf karakterli ve kalpleri hastalıklı tiplerin bulunduğunu da haber vermektedir. İşte bunlar itikâdî anlamda münafık değillerse de amelî nifak hastalığına maruz kalmışlardır. Allah azze ve celle bunlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

“O vakit münafıklarla kalplerinde hastalık bulunanlar: “Meğer Allah ve Rasûlü bize zafer adına sadece boş bir vaatte bulunmuşlar” diye söyleniyorlardı.” (Ahzab, 12)

“Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, ‘Bunları dinleri aldatmış’ diyorlardı. Hâlbuki kim Allah’a tevekkül ederse, hiç şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfâl, 49)

“Münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve yalan haberlerle şehirde ortalığı karıştıranlar, eğer bu düşmanca tavırlarından vazgeçmezlerse, biz seni elbette onların başına musallat ederiz de o zaman bu topraklarda sana komşu olarak ancak çok az bir süre kalabilirler.”(Ahzab, 60)

“Bedevîler: ‘İman ettik’ dediler. De ki: “Siz henüz iman etmediniz. Fakat ‘biz, sadece boyun eğdik’ deyin. Çünkü iman henüz tam olarak kalplerinize yerleşmemiştir. Eğer Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederseniz, Allah sizin amellerinizden hiçbir şeyi boşa çıkarmayacaktır. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (Hucurât, 14)

“Kalplerinde hastalık bulunanların ‘Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onların dostluklarını kazanmaya çalıştıklarını görürsün. Belki de Allah müminlere katından bir fetih veya başka bir başarı getirir de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar.” (Mâide, 52)

“Eğer onlar da sizin içinizde (sefere) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmayacak ve sizi fitneye düşürmek için aranızda koşuşturacaklardı. Aranızda onları dinleyecek kişiler de vardı. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.” (Tevbe, 49)

Görüldüğü gibi birinci ve ikinci ayetlerde münafıklarla birlikte ayrıca kalpleri hastalıklı bir zümreden de bahsedilmekte ve iki grubun ortak vasfı olarak, düşman toplulukları karşısında Allah ve Rasûlü’nün zafer vaadleri hakkındaki kuruntuları ortaya konulmaktadır. Üçüncü ayette de münafıklarla birlikte kalplerinde hastalık bulunan bir zümreden bahsedilerek, iki sınıfın da düşman hakkında abartılı ve ürkütücü haberler yayarak Müslümanların maneviyatlarını bozmaya çalıştıkları beyan edilmiştir. Günümüzde bu kalbi hastalıklı olan zümrenin mensupları ne kadar da çoktur!

 Dördüncü ayette iman makamını iddiâ eden bedeviler uyarılmakta ve bu makama sahip olmadıkları beyan edilmektedir. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bunlar itikâdî alamda münafık değillerdi; bununla birlikte imanın kalplerine nüfuz etmediği, sadece zâhirî amellerde teslim/Müslüman oldukları vurgulanmıştır.

Beşinci ayette mutlak olarak kalpleri hasta olanlardan bahsedilip, bunların düşmanın sahip olduğu güç ve imkanlar karşısında korkuya kapılarak düşmanla çeşitli dostluklar ve ittifaklar kurmaya çalıştıkları vurgulanmaktadır. Günümüzde İslam âleminde bunlar da pek çoktur ve bunların bir kısmı itikâdî münafık olsalar da diğer bir kısmı kalpleri hastalanmış amelî münafıklardır. Son ayette de münafıklarla birlikte Müslümanlardan olup da münafıklardan etkilenenlerden bahsedilmektedir.

Bu ve benzeri pek çok âyet-i kerime göstermektedir ki, Kur’an-ı Kerim itikâdî münafıklardan bahsettiği gibi, kalpleri hasta olan amelî münafıklardan da bahsetmektedir. Ancak Kur’an-ı Kerim’de daha tafsilatlı olarak kalpleri kafir/ölü olan itikâdî münafıklardan bahsedilir. Hasta kalpli ameli nifak daha çok Sünnet-i Seniyye’de beyan edilmiştir. Şimdi de tek tek bu iki sınıf üzerinde durmaya çalışalım:

a) Amelî Nifak:

Ebû Hureyre’nin rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, vadettiğinde vaadinden döner, kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete hıyanet eder.”[1]  

Abdullah b. Amr’ın rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şu dört özellik kimde bulunursa o, tam bir münafık olur. Kimde bu niteliklerden biri bulunursa onu terk edinceye kadar kendisinde münafıklıktan bir özellik vardır: Kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verdiğinde cayar. Husumet sırasında haktan sapar.” [2]

Ebû Hureyre’nin rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü Allah katında insanların en kötülerinin şunlara bir yüzle, bunlara diğer bir yüzle gelen ikiyüzlüler olduğunu görürsün!”[3]

Abdullah b. Ömer’e: “Biz idarecilerimizin yanında bir türlü, yanlarından çıkınca başka türlü konuşuruz” denildiğinde; Abdullah radıyallahu anhu, “Biz bunu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında münafıklık sayardık” dedi.[4]

Bu hadis-i Şeriflerde münafıkların bazı amellerine ve özelliklerine dikkat çekilerek, Müslümanlar bu hususlardan şiddetle sakındırılmıştır. Zira bu amellerin tümünün tam anlamıyla bir kişide bulunması, onun kalbini -Allah korusun- sonsuza kadar cehennemde kalmaya sebep olan büyük nifak hastalığına müsait hale getirecektir. Diğer taraftan münafık kişiliğinin en temel özelliği, iç alemi ile insanlara gösterdiği dışı/zahirî birbirine aykırı olduğundan dolayı burada sayılan özellikleri taşıyan kişiye de mecazî anlamda münafık denilmiştir. Çünkü bu özelliklere sahip olan kişinin de iki hâli arasında çelişki bulunmaktadır. Bu yönüyle o da kalbinde küfür bulunmadığı için itikâdî bakımdan değilse de amel açısından münafıktır. Bu ağır ithamdan kurtulmasının tek yolu da bu çirkin özellikleri acilen terk edip tövbe etmesidir.

Hadiste bu özellikleri taşıyanın münafık olduğunun ifade edilmesi ile birlikte, bazen bu özelliklerin bir kısmının veya tümünün bir Müslümanda da bulunabileceği problemini çözmek için İmam Nevevi bunu mecaza yormuştur. Yani bu hasletleri taşıyan kimse, münafık gibidir. İmam Kurtubî ise buradaki “nifak” ifadesini küfür anlamındaki münafıklık olarak değil de ameli nifak kabul etmiştir. İmam Hattabî de burada münafık ifadesinin kullanılmasını, bu hasletleri işlemekten sakındırmaya ve uyarmaya matuf kabul etmiştir. Yine Hattabî, bu hasletleri huy edinen ve adet haline getiren kimselerin kastedilmiş olabileceğini ve bunların münafık olacağını söylemiştir. Hafız İbn Hacer bütün bunları aktardıktan sonra İmam Kurtubî’nin görüşünü tercih etmiştir.[5] 

Hafız İbn Hacer, İmam Gazalî’nin şöyle dediğini aktarmıştır: Burada sadece bu üç hasletle yetinilmesi, bunların dışındaki hasletlere de dikkat çekmek içindir; zira dindarlığın temeli söz, fiil ve niyet olmak üzere üç husustur: “Yalan” hasletiyle sözün bozukluğuna, “Hainlik” hasletiyle fiillerin/davranış ve eylemlerin fesadına, “Va’dine/ahdine muhalefet” hasletiyle de niyetin bozukluğuna dikkat çekmiştir. Çünkü “Va’dine/ahdine muhalefet” hasletinin haram olup nifak alameti olması için, vaatte bulunma esnasında hainlik etme niyetini/azmini taşımalıdır.[6]

Teessüfle belirtmek gerekir ki, bu hasletlerin tümü Müslümanlar arasında bulaşıcı hastalıklar gibi yayılmıştır. Toplumun bütün sınıfları bu hastalıklara müptela olmuştur. Bu hastalıklar pek çok kalbi de öldürmüş ve itikâdî anlamda nifakın da Müslüman toplumlar arasında yaygınlık kazanmasına zemin hazırlamıştır.

İmanla asla bağdaşmayan yalan revaç bulmuş, özellikle ticarette ve siyasette geçer akçe olmuştur. Sözde durmamak, sözleşmelere aykırı hareket etmek, ahitleri bozmak baştan aşağıya bütün toplumu sarmıştır. Emanete ihanet en makbul ahlak haline gelmiş, -Allah’ın rahmet ettikleri müstesna- neredeyse herkes kendisine emanet edilene ihanet etmiştir. Yöneticiler yönetim emanetine, âlimler ilim emanetine, müteşeyyih âbidler zühd ve ibadet emanetine, aile reisleri aile emanetine, patron ve işçiler iş emanetine… ihanet etmeyi âdeta uyanıklık kabul edecek kadar hainlik bataklığına gömülmüşlerdir. Husumet/davalaşma esnasında hakkı kabul etmemek ve haddi aşmak artık toplumun genel ahlakı haline gelmiş, bunun için çeşitli meslekler ve kurumlar oluşmuştur. Hakkı iptal ve bâtılı ihkâk için hakimler, savcılar ve avukatlar âdeta birbirleriyle rekabet eder hale gelmişlerdir.

Bütün bunlar da toplumu genel olarak güvensiz ve iki yüzlü bireylerden oluşan yozlaşmış bir toplum haline getirmiştir. Öyle ki toplum bireylerinin kâhir ekseriyeti, şahsi çıkar elde etmeyi hayatının ve bütün ilişkilerinin merkezine koymuştur. Bundan dolayı da mazlumları görmezden gelerek zalimlerin safında yer almayı çıkarları açısından gerekli görebiliyorlar. İşte genel olarak İslam âleminde özellikle de Gazze’de işlenen onca mezalime ve katliamlara rağmen Müslüman toplumların harekete geçmemelerinin ve gaflet uykusunda sıranın kendilerine gelmesini beklemelerinin asıl nedeni de bu dünyevileşme ve çıkarcılık/vehn hastalığıdır. Tabii ki bu hastalığın öldürücü hâle gelmesi için hastalara profesyonelce zehir aşılayan büyük münafıklar da şeytani rollerini çok iyi bir şekilde yerine getiriyorlar. Müslümanların, bu münafıkların aleni düşmanla ittifak ederek kurmuş oldukları bu şeytanî ağdan acilen kurtulmaları ve tevbe ederek Rablerine dönmeleri gerekir! Aksi takdirde dünyada da ahirette de hüsrana maruz kalacağız!

b) İtikadî Nifâk:

Kur’an-ı Kerim’de nifak kavramı asıl olarak itikâdî nifak anlamında kullanılmıştır. Allah Teâlâ çeşitli/farklı üsluplarla münafıkların kişiliklerini, özelliklerini, alâmetlerini ve yaptıkları işlerini en detaylı bir şekilde biz Müslümanlara anlatmıştır ki; içimize sızmış bulunan bu en azılı düşmandan sakınabilelim. Fakat içler acısı bir durumdur ki, bütün bu açık uyarılara rağmen Müslümanların en fazla aldandıkları düşmanları da işte bu münafıklardır. Öyle ki Abbasî hilafeti bunların eliyle yıkıldı ve koca Osmanlı hilafeti yine bu sinsi münafıkların eliyle yıkıldı.

Daha önceki yazılarımızda itikadî nifakın mahiyet ve hakikati üzerinde durduğumuz ve daha sonra da münafıkların özellikleri, alâmetleri ve yaptıkları işleri üzerinde duracağımız için burada itikadî nifak bahseden iki ayet-i Kerime kaydederek makalemize noktayı koyalım:

“İnsanlardan öyleleri de vardır ki, kendileri inanan kimseler olmadıkları hâlde: “Allah’a ve âhiret gününe îmân ettik” derler. Bunlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır.” (Bakara, 8-10)

“(Ey Rasûlüm!) Münâfikun (o münâfıklar) sana geldikleri zaman: “Şâhidlik ederiz ki, muhakkak sen, gerçekten Allah’ın Rasûlüsün!” dediler. Allah da biliyor ki, şüphesiz sen, elbette (Allah’ın) peygamberisin! Bununla beraber Allah şâhidlik eder ki, doğrusu münâfıklar gerçekten yalancıdırlar. Onlar, yeminlerini kalkan edinerek Allah’ın yolundan alıkoyarlar. İşledikleri işler gerçekten ne kötüdür! Şöyle ki, onlar sözde inandılar ama gerçekte inkâr ettiler; bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir, artık anlayıp kavrayamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar!”(Münâfikûn, 1-4)


[1].  Buhârî, İman, 24; Vesâyâ, 8; Müslim, Îmân, 107; Tirmîzî, Îman, 14.

[2].  Buhârî, Îmân, 24.

[3].  Buhârî, Edeb, 52.

[4].  Buhari, Ahkam, 27.

[5].  Fethu’l-Bârî: 1/168.

[6].  Fethu’l-Bârî:1/167.