Kavramlar – Mahmut Varhan / 2025 Nisan / 149. Sayı
Küfrün Dünyevi ve Uhrevi Sonuçları
Küfür/İlhâd, fert ve toplum üzerinde büyük felaketler meydana getiren en tehlikeli hastalıktır. Fertlerin ve toplumların dünyevi maslahatlarını tahrip edip fesadı her tarafa yaygınlaştırdığı gibi, bu hastalığa maruz kalmış bireylerin uhrevi saadetlerini de yok ederek ebedi bir şekavete uğramalarına sebep olmaktadır. Küfrün fertler ve toplumlar üzerindeki tehlikeli sonuçları pek çoktur. Biz burada bunlardan sadece bir kısmını ele almaya çalışacağız.
Avrupa’nın doğusuna ve batısına egemen olan ve oradan da yeryüzünün diğer bölgelerine yayılan inkâr kasırgası, daha önce bir benzeri olmayan tuğyanın yayılmasına sebep oldu. Tehlike ve etkileri yönünden ortaya çıkartmış olduğu fesadın daha önce insanlık tarihinde bir benzeri bulunmamaktadır. Bu hususta Allah azze ve celle şöyle buyuruyor: “İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat baş gösterdi; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırmaktadır.” (Rum, 4)
Küfrün/İlhad’ın fert ve toplum üzerindeki sonuçlarını şu şekilde sıralayabiliriz:[1]
1. Manevi Değerlerin Yok Edilmesi
Allah’ın varlığına inanmayan bir insanın bütün değer ölçüleri, eşyaya bakışı mutlaka bozuktur. Çünkü insanda ruhu destekleyen ve onu manevi değerlere bağlayan, insan kalbi ile Allah arasında köprü olan imandır. Ancak mü’min, yeryüzündeki hayatın gerçek sebebini bilebilir. Allah buyuruyor ki: “İnsanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56)
O böylece, yalnız Allah’a kulluk etmesi gerektiğini bilir ve O’ndan başkasına kulluğa hiçbir zaman yanaşmaz. İnsan, mutlaka birisine ibadet edecektir. Allah onu böyle yaratmıştır. İbadet, yaratılışın asil bir parçasıdır. Ya Allah’a ibadet edecek ya da bir başkasına.
Eğer Allah’a ibadet eder, O’na itaat eder ve emirlerini uygularsa, dünyada hayatı düzgün olur. Ahirette de O’nun cennetine ve rızasına ulaşır. Böyle bir insanın düşünceleri de tavırları da üstün nitelikler taşır. Çünkü Allah Kitabı’nda ve Rasûlünün sünnetinde onu, huyların en güzeline yönlendiriyor. Onu, iyi şeyler yapmaya, kötülükten sakınmaya özendiriyor. Ona kendisi için sevdiğini, kardeşi için de sevmeyi öğütlüyor. Emin ve doğru olmayı, adil ve adaleti destekleyen biri olmayı, gizli ve açık işinde temiz olmayı, temiz elbiseli, temiz bedenli, temiz düşünce ve davranış sahibi olmayı emrediyor.
Ama Allah’a kulluk etmezse, gerçekte kıymeti olmayan başka bir şeye kulluk eder. Örneğin, kendisi gibi bir insana! Onun belirlediği helal ve haramlara uyar. Ya da şehvetlerine kulluk eder. Mal şehveti, cinsiyet şehveti… Egemenlik şehveti vs. …
Veya Kur’an’ı Kerim’in ifadesiyle şeytana ibadet eder. Çünkü şeytan gerçekte, Allah’tan başkasına ibadet eden herkesin kıblesidir: “Ey insanoğulları! Ben size ‘Şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır; Bana kulluk edin, bu doğru yoldur’ diye bildirmedim mi?” (Yasin, 60-61)
Yeryüzünün doğu ve batısındaki inkarcılara bakalım, neye kulluk ediyorlar, ibadetlerinde neye yöneliyorlar?
Komünist, bağlı olduğu devlet ve yönetimin, egemen partinin ve komünist liderin kuludur. Bunların karşısında istediği gibi söz söyleyemez. Bunları olduğu gibi kabul eder. Yoksa sonu ölümdür.
Batılı da mal ve şehvetlerinin kuludur. Onu hareket ettiren maldır. Maddi bir kazançtan başkası onu, yerinden kaldıramaz. İnsan için değer ölçüsü de maldır. Toplumdaki varlığı ve değeri, kazandığı mala bağlıdır. Halbuki Allah buyuruyor ki: ‘‘Allah katında sizin en değerliniz en takva sahibi olanınızdır.” (Hucurat, 13) Onlar da diyorlar ki; “Bizim nezdimizde en kıymetliniz, en zengin olanınızdır.” Bu zenginlik, sömürgelerde yaşayan milyonlarca insanın rızkından çalınıp çırpılmış, aldatılıp sömürülen milyonlarca işçinin kanı emilerek elde edişmiş olsa da böyledir; bu kapitalist, dünya egemenliği için insanların ırzlarını ve varlıklarını sömürmüş olsa da en üstün odur.
Ve sonra bu şekilde bir araya yığdıkları ve sonuçta kul oldukları bu malları nasıl ve nerelere harcıyorlar? Ya insanı hayvan mertebesine düşüren cinsel şehvetler uğruna ya da yeryüzünün yıkılıp yakılması için sürdürdükleri vahşi savaşlar yolunda harcıyorlar bunu.
2. İnsan Hayatındaki Dengenin Bozulması
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Biz insanı en güzel şekilde yarattık, sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık. Yalnız, iman edip salih ameller işleyenler bunun dışındadır. Onlara kesintisiz bir ecir vardır.” (Tin, 4-6)
İnsan Allah’ın yolundan uzaklaştı mı, O’nun “en güzel şekilde” yarattığı fıtratını koruyamaz. Aksine dengesini kaybedip “aşağıların en aşağısına” düşer.
İnsanın fıtratını oluşturan iki zıt unsuru dengede tutan imandır. Allah Teâlâ insanın fıtratı hususunda şöyle buyurmaktadır: “Rabbin meleklere şöyle demişti: ‘Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp, ruhumdan üflediğim zaman ona secdeye kapanın.’” (Sâd, 71-72)
Allah’ın bize bildirdiğinden anlıyoruz ki insan, bir avuç toprak ve O’ndan üflenmiş bir ruhtan ibarettir. Allah nezdindeki ruhtan gelen bu yüce üfleyiş insana, ruhundaki inceliği, anlayış ve idraki, gayba iman kudretini vererek ondaki topraktan kaynaklanan kabalığı gideriyor. Bu yüce üfleyişle yaratılışı dengede kalıp, “en güzel şekilde” oluyor. Cesedin istek ve arzuları yanında ruhun da istek ve arzuları oluyor.
İnsan küfredip inkara düşünce kendisine nurun aktığı aydınlık pencereyi kapatmış olur. Ona toprağın sertliğinden ve kabalığından başka bir şey kalmaz. Kalan tek şey maddiyat alemi olur. Ona koşar, gayretini onu elde etmede sarfeder ve nihayet ona döner. Ve dünyanın ağırlığı onu çeker, bir türlü dengede duramaz. Çünkü onu dengede tutan, kalbini Allah’a bağlı kılması, ahiret gününe iman edip, bütün söz ve davranışlarının hesabını yapması ve alçalıp düşmemesini sağlayan ruhundaki yükselişti.
Onu kaybedince, Allah’ın haber verdiği “aşağıların aşağısı”na düşüverdi. Bugün çağdaş cahiliyede gördüğümüz şey, bu sözün doğrulayıcısıdır. İnsanlar neye koşuyorlar ve ne için savaşıp duruyorlar? Cesetlerin istekleri ve dünya şehvetleri uğruna değil mi? Ve sonuçta insan, insanlığını kaybedip hayvaniyet derecesine düşer. Belki ondan da aşağı: “İşte bunlar hayvanlar gibi; hatta daha da sapıktırlar.” (A’râf, 171)
3. Vicdanların Yok Edilmesi
Vicdan; Allah’ın yüce kitabında kendisine yemin ettiği “nefs-i levvame”dir (Kendisini kınayan, nedamet duyan, yaptığı yanlışlarının üzüntüsünü duyan nefis). “Kıyamet gününe yemin ederim ve pişmanlık çeken nefse yemin ederim.” (Kıyamet, 1-2)
Allah’ın bu yemininde mühim bir işaret var. O, ancak önemli bir şeye yemin eder. Allah, insanı kötü iş yapmada kınayan, hayırlı işe teşvik eden “nefs-i levvame”ye yemin ettiğine göre, bunun O’nun yanında önemli bir yeri olması gerekir ki, zaten böyledir.
Vicdan, insanlığın belirli bir istikamet üzere yürüyebilmesi için gerçek bir rehber olduğu gibi, insanın yücelmesi ve üstün değerlere sahip olması için de iyi bir delildir.
İnsan “nefs-i levvame”yi kaybedince ne olur?
Evet, o zaman “nefs-i emmare” olur, yani kötülüğü emreden nefis. Ondan kötülük fışkırır. Dünyaya şer ondan yayılır. Nefs-i emmareyi Allah’a imandan başka hiçbir şey terbiye edip yüceltemez ve nefs-i levvame seviyesine çıkaramaz. Öyle bir iman ki, insana Allah’ın rahmetine layık, pisliklerden arınmış temiz bir kişilik kazandırır. ‘’Nefis Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder.” (Yusuf, 53)
İnkâr ve küfür ise nefs-i levvameyi giderip, kötülüğü emreden nefs-i emmareden başkasını bırakmaz. İlk anda bize, inkârcı Avrupalının vicdan sahibi olduğu kanaati hâkim olabilir. Orada tüccar hile yapıp aldatmıyor, işçi yalan konuşup sözünden dönmüyor, fertlerin karşılıklı ilişkileri doğruluk ve emanet üzere işliyor vs…
Dış görünüşüyle bu doğrudur. Ama gerçek anlamıyla bu bir ahlak değildir. Belki bu, müşterisinin sonsuz güvenini elde etmek için ona doğrulukla muamele edip güven veren ve işini sağlam bir şekilde yapan zeki/uyanık tüccarın ahlakıdır.
Amerika’da zencileri cadde ortasında öldürmeye kadar varan vahşi davranışlarda vicdan nerede?
Halkların sömürülüp, varlıklarının özü alındıktan sonra onları, fakirlik, cehalet, hastalıklar ve korkuyla baş başa bırakanlarda vicdan nerede?
Filistin’de bir halk katliama maruz kalırken ve göçe zorlanırken BM’nin ve batılı devletlerin vicdanı nerede?
Dünyanın bazı bölgelerinde insanlar bir tek buğday tanesine muhtaçken; fiyatlar düşmesin diye tonlarca buğdayı denizlere, nehirlere dökenlerin vicdanı nerede?
Sadece birkaç bin kişinin milyarlarca dolar kazanması için, süs ve parfüm araç-gereçleri, sinema filmleri, çıplak fotoğraflar, içki ve uyuşturucularla insanları fesada boğanların vicdanı nerede?
4. Toplumda ve Dünyada Huzur ve Güvenin Zedelenmesi
Herhalde bugün dünyanın yaşadığı manzara, tarihinin en çirkin manzarasıdır. Hiçbir tarihte bu son asır kadar barış kaybolup, güven sarsılmamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda on milyon, ikincisinde de kırk milyon insan öldürüldü. Ne iki savaş sırasında ne sonrasında ne de öncesinde bir güven ve huzur sağlanamadı. Bu savaş ateşi henüz sönmediği gibi yeni yeni yerlerde devam ediyor. Bu savaşların temelinde ne vardır?
Acaba bu, hakkın yerini bulması, insanlar arasında adaletin temini için yapılan bir savaş mı? Yoksa zayıfa hakkını verip, güçlünün ona saldırısını önlemek çabası mı?
Bugün devletler arası savaşların hiçbiri, zayıfın hakkını verme, mazluma yardım etmek için değil; tersine, egemenliklerini ve düşmanlığı pekiştirme kavgasıdır.
“Büyük devletler” diye adlandırılanlar niçin savaşıyorlar? Biraz daha fazla sömürge elde edip, güçlerini ispat etmek için değil mi? Tıpkı avın etrafında dövüşen kurtlar gibi… Birbirleri ile dövüşmeleri avı müdafaa için değil, avdan diğer kurtlardan daha çok nasiplenmek içindir. Sonuç ne olursa olsun av parçalanacaktır.
Allah’ın hükmü ortadan kalktıktan sonra, yeryüzünde insanlar üzerinde orman kanunları hüküm sürüyor. Orman kanunu der ki: ‘Üstünlük, kuvvetlinindir, haklının değil; Güçlü zayıfı yer.’ Allah ise kitabında diyor ki: “Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı emreder.”(Nahl, 90)
Yine diyor ki: “Ey insanlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun, bu takvaya daha yakındır. Allah ‘tan sakının. Doğrusu, Allah işlediklerinizden haberdardır.” (Maide, 8)
Ama kafirler ve inkarcılar Allah’ın hükümlerini nasıl uygulasınlar ki? Onlara yaraşan, aralarındaki ilişkilerinde vahşi hayvanların orman kanununu uygulamaktır. Zira onlar, Allah ile olan bağlarını koparmakla insanlıklarını da kaybetmiş, vahşi hayvanlar gibi olmuşlardır. İnsanların, kâinatın Rabbi Allah ile bağlarını kesmeleriyle kaybolan sadece uluslararası güven değildir. Toplumlar da güvenlerini kaybetmişlerdir. Çeşitli istatistikler, öldürme, gasp, ırza geçme gibi olayların sürekli tırmandığını gösteriyor.
Yeryüzünün çeşitli yerlerinde hukukçular, sosyologlar, psikologlar, güvenlik uzmanlarının katıldığı toplantılar yapılıyor. Ve bir sonraki istatistik neticesi de şu: Suçlarda artış var.
Evet kaybolan sadece, uluslararası güvenlik ve toplum güvenliği değildir. Şahısların da emniyeti bozulmuştur. Her şahıs kendi içinde huzursuzdur. Araştırmalardan çıkan sonuç budur. Araştırmalar bir yandan işlenen suçları gösterirken, bir yandan da şuna dikkat çekiyor: Bunalımlarda, çıldırmalarda, intiharlarda, psikolojik ve ruhsal bozukluklarda sürekli artış görülüyor.
İç huzurun ancak Allah’ı anmak ve O’na bağlanmakla sağlanabileceğini haber veren Kur’an-ı Kerim ne güzel söylüyor: “Onlar iman etmişler ve kalpleri Allah ‘ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin, kalpler ancak Allah ‘ı anmakla huzura kavuşur.”(Ra’d, 28)
O halde Allah’tan uzaklaşan, hatta, O’nun zikrinden nefret eden insanlık nerede huzur bulabilir?
“Allah tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalpleri nefretle çarpar, ama Allah’tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.“ (Zümer, 45)
5. İnsan Fıtratının Bozulması ve Hayvanlık Derecesine Düşmesi
Bugün Allah’tan uzaklaşan insanlığı çepeçevre kuşatmış bulunan girdabın içerisinde “insan” nerede?
Şu, saçı sarkmış, yüksek ayakkabılı, vücuduna yapışmış elbisesi ile sokaklarda kadınvari hareketlerle yürüyen delikanlı mı erdemli insan? Sigara ve alkol tiryakisi, delikanlı elbiseleri giyinmiş, hippi toplantılarında dolaşan şu genç kızlar mı erdemli insan?
Yollarda, ormanlarda, eğlence yerlerinde, kulüp ve meyhanelerde veya herhangi bir yerde ahlak ve örf tanımayan şu kalabalıklar mı şerefli ve saygın insanoğulları?
Bütün süsleri ile vücutlarını, kudurmuş aç gözlere arz eden şu çıplak kadınlar mı insan vasıflarını haiz ademoğulları?
Ne kadınlarının, kızlarının ne kardeşlerinin ne de başkalarının ırzını önemsemeyen, ırz kavramını akıllarından geçirmeyen şu erkeklerde “insan” fıtratından ne kalmıştır acaba?
Ve değişik tipler, hayvanlaşmış, belki de daha da aşağı olmuş tipler, “insan” sayılırlar mı?
Fesat, ahlak sınırını çoktan aştı. Hatta, yaratılış bile değişti. Artık o bir insan fıtratı değil. “Yüzükoyun sürünen mi, yoksa doğru yolda düpedüz yürüyen mi daha doğru yoldadır?” (Mülk, 22)
Buraya kadar saydıklarımız küfrün, dünyevi sonuçlarını ve acı meyvelerini ortaya koymaktadır. Küfrün en zehirli ve en acı meyvesi ise, elbette ki ahirette olacaktır. Zira insan kalbine ekilen küfür tohumundan ahirette zakkum ağacı bitecek ve kafiri ebedi cehennem ateşine mahkûm edecektir.
Said Nursi rahimehullah, ‘Bir kâfirin küfür masiyeti sınırlıdır, kısa bir zamanı işgal ediyor. Ebedî ve sonsuz bir ceza ile cezalandırılması, adalet-i İlahiyeye uygun olmadığı gibi, hikmet-i ezeliyeye de muvafık değildir. Merhamet-i İlahiye müsaade etmez?’ şeklindeki soruya vermiş olduğu cevapta, küfrün sonsuz bir cinayet olduğunu ve insan fıtratını mahvedip affedilme liyakatini ortadan kaldırdığını beyan ederek şöyle demektedir:
“O kâfirin cezasının sonsuzluğu kabul edildiği takdirde, kısa bir zamanda işlenen küfür masiyetinin de sonsuz bir cinayet olduğu altı cihetle sabittir:
Birincisi: Küfür üzerinde ölen bir kâfir, ebedî bir ömür yaşayacak olsaydı, o sonsuz ömrünü behemehal küfür ile geçireceği şüphesizdir. Çünkü kâfirin ruh cevheri/özü bozulmuştur. Bu itibarla o bozulmuş olan kalbin sonsuz bir cinayete istidadı vardır. Binaenaleyh ebedî cezası, adalete muhalif değildir.
İkincisi: O kâfirin masiyeti; sınırlı bir zamanda ise de sınırsız olan umum kâinatın vahdaniyete olan şehadetlerine karşı sonsuz bir cinayettir.
Üçüncüsü: Küfür, sonsuz nimetlere karşı küfran/nankörlük olduğundan, sonsuz bir cinayettir.
Dördüncüsü: Küfür, sonsuz olan zât ve sıfât-ı İlahiyeye karşı işlenen sonsuz bir cinayettir.
Beşincisi: İnsanın vicdanı, zahiren sınırlı ise de bâtınen ebede bakıyor ve ebedi istiyor. Bu itibarla, sınırsız hükmünde olan o vicdan, küfür ile kirlenerek mahvolup gider.
Altıncısı: Zıd zıddına aykırı ise de çok hususlarda mümasil/dengi olur. Binaenaleyh iman ebedi lezzetleri/saadeti meyve verdiği gibi, küfrün de sonsuz acıları âhirette netice vermesi onun şanındandır.
Bu altı cihetten çıkan netice; sonsuz olan bir ceza, sonsuz bir cinayete karşı adaletin ta kendisidir.”[2]
[1]. Bu beş madde, Muhammed Kutub’un ‘İslam İnancı’ kitabından özetlenmiştir.
[2]. İşaratü-l İ’caz, 80.