Kısa Kısa Kısa

Olaylar Ve Yorumlar – Nedim Bal / 2017 Mart / 52. Sayı

Fetö; Buzdağının Görünen Kısmı

40 yıllık Gülen yapılanması aslında kökü derinlerde olan buzdağının bugün görünen kısmıdır. Haçlı ruhunu hiçbir zaman kaybetmeyen Batı dünyasının özellikle de İngilizlerin Osmanlı Devleti içine sızarak devlet içinde devlet yani paralel devlet oluşturma çabalarının 250 yıllık bir geçmişi var.

Öyle ki bu yapılanma gün gelmiş vezirleri (bakanları) değiştirmiş, gün gelmiş halifeyi görevden azledip yerine V.Murat gibi mason bir padişahı geçirmiştir.

Zaman ve isimler değişse de Haçlıların İslam dünyası üzerindeki plan ve hedefleri hiçbir zaman değişmedi.

Bugün Yahudiler ve Hristiyan emperyalist devletler tarafından FETÖ, PKK, IŞİD nasıl kullanılıyorsa, dün de Jön Türkler, Derviş Vahdet’i Hareketi, Kürdistan Teali Cemiyeti ve benzerleri kullanılıyordu. Değişen sadece zaman ve isimler.

Batı’nın bir şekilde kendi hedefleri doğrultusunda kullandıkları bu tür örgütlerin tabanında her ne kadar kendi davasına gönülden inanmış samimi insanlar olsada üst tabakanın ihanet ve akılsızlıkları “Batı tarafından kullanılma” gerçeğini değiştirmiyor.

Şayet bir hareket; dünya küfrünün ekmeğine yağ sürüyor, Müslümanların aleyhine davranışlar sergiliyor ve ümmetin kanını kendilerine helal görüyorsa o hareket bilinçli ya da bilinçsiz ‘kullanılıyordur.’ Bu tür hareketler asla İslam’a ve Müslümanlara fayda veremez. Asla İslam’ı ve Müslümanları temsil edemez.

Hiçbir isim ve hiçbir hareket sorgulanamaz değildir. Hiçbir isim ve hiçbir hareket İslami nasların üzerinde değildir. Hiçbir ismin ve hiçbir hareketin her dediği veya yaptığı ‘mutlak doğrudur’ denemez. Müslümanların mutlak sevgi ve itaati; isimlere ve hareketlere değil, hakka ve hakikatedir. Özellikle Müslüman gençlerin bu konulara hamasetle değil, Nebevi hikmetle yaklaşması gerekir.

At İzi, İt İzine Karışmak Üzere

Bilindiği üzere 15 Temmuz’da ABD, Avrupa,  İsrail, Fetö işbirliği ile gerçekleştirilen başarısız darbe girişiminden sonra hükümet,  devlet mekanizmasını korumak kaygısıyla olağanüstü hal kararı çıkarttı. Bu kararın en büyük nedeni; Fetö ile hızlı ve etkin bir şekilde mücadele etmekti. Kendi mantığı içerisinde gayet anlaşılabilir olan bu kararla birlikte o günlerde dile getirilen birtakım endişelerin bugün yer yer haklılığı ortaya çıkmaya başladı. Neydi bu endişeler?

Gülencilerin Müthiş Takiyyeciliği

40 yıldır; yargı, askeriye, emniyet ve bürokrasi içine sızmış kripto Gülenci’ler, bu temizlik operasyonlarını amacından saptırma, sulandırma ve uzun vadede kamuoyunu kendi lehlerine çevirme çabaları içine girebilirler.  

Bu şu anlama geliyor;  hala yargı, askeriye ve emniyetteki kripto Gülenciler,  Fetöcüleri ayıklamak bahanesiyle; Fetö’cü olmayan mütedeyyin, milliyetçi, liberal veya sol görüşlü insanlar üzerine bir takım şaibeler atarak görevden uzaklaştırılmaları yada tutuklanmalarını sağlayacak girişimlerde bulunabilirler.

Böylece bir taşla iki kuş vuracaklar! Birinci kuş; Fetö ile ciddi şekilde mücadele edildiği algısı oluşturarak, süreç içerisinde bu işin yavaş yavaş soğumasını sağlamak.

İkinci kuş ise; Fetöcü diye aslında Fetöcü olmayanların tutuklanması veya görevden alınması neticesinde boşalan yerlere yine Kripto Fetö’cülerin yerleştirilmesini sağlamak.

Son günlerde Fetö zanlısı(!) diye tutuklanan veya görevden uzaklaştırılan insanların inançlarına, savundukları dünya görüşlerine bakıldığında maalesef bu hususta ciddi yanlışlıklar yapıldığı ortaya çıkıyor. Fetö mensubu kişilerin bu tür soruşturmaları manipüle etmesinin tek bir sebebi olabilir… O da;  toplumun farklı inanç ve görüş sahiplerini de bu davanın mağdurları arasına sokup Fetö ile mücadelede geniş halk desteğini azaltarak karşı bir tepki oluşturmak.

Pusuda Bekleyen Ulusalcı/Solcu Kemalistler

Kemalist rejim kurulduğu günden beri,  egemen güç olmanın verdiği zorbalıkla ülkemizin tüm imkânlarını kendi lehlerine kullanan, çalan, çırpan, zorla el koyarak sömüren ve kene gibi şişen ucube bir zümre var bu ülkede. Adına beyaz Türklerde denilebilir. Bu kesim, belli tarihlere kadar ülkenin yargısında, eğitim kurumlarında, askeriyesinde, bürokrasisinde, siyasetinde tek belirleyici güç ve otorite idi.

Otorite olmanın kendilerine verdiği şımarıklıkla; zaman içerisinde sadece kendini beğenen, kibirli, millete üstten bakan ve kendi dünya görüşlerini/ ideolojilerini kabul etmeyen herkesi, aşağılamaktan, hakaret etmekten, zulmetmekten zevk olan hormonlu bir kesim oluştu.

Kendilerine Atatürkçü, solcu, ulusalcı, aydın, liberal, çağdaş diyen bu kesimin en büyük özelliği; bu milletin İslam inancına, değerlerine, kültürüne, yaşam tarzına nefretle ve tiksinti ile bakmalarıdır.

Mesela bu kendilerine Atatürkçü, çağdaş, modern diyen beyaz Türklerden bir tanesinin şu ifadeleri ne demek istediğimizi anlatmaya yeter; “Don paça soyunmuş adamlar geviş getirerek yatarken, siyah çarşaflı ya da türbanlı, istisnasız hepsi tesettürlü kadınlar mangal yellemekte, çay demlemekte ve ayaklarında ve salıncakta bebe sallamaktadırlar. Her 10 metrekarede, bu manzara tekrarlanmakta, kara halkımız kı?ını döndüğü deniz kenarında mutlaka et pişirip yemektedir. Aralarında, mangalında balık pişiren tek bir aileye rastlayamazsınız. Belki balık sevseler, pişirmeyi bilseler, kirli beyaz atletleri ve paçalı donlarıyla yatmazlar, hart hart kaşınmazlar, geviş getirip geğirmezler, zaten bu kadar kalın, bu kadar kısa bacaklı, bu kadar uzun kollu ve kıllarla kaplı da olmazlardı!” (Mine Kırıkkanat/ Radikal gazetesi, 27.07.2005)

Yani hanım efendiye(!) göre hafta sonu piknik yapan halk; balık sevseydi, pişirmeyi bilseydi, yanına da rakı içseydi o zaman Atatürkçü, çağdaş, modern olacaklardı(!) Ha bu arada ablamızın tıp uzmanlığı da böylece ortaya çıktı(!) Ablamıza göre; ‘kalın ve kısa bacaklı, uzun kollu ve kıl yumağı erkekler balık yiyerek bu sorunlarından kurtulabilirlermiş…

Şu fanatik, iflah olmaz aydın, çağdaş, Kemalist beyaz Türklerin düştüğü çukur duruma bakın! Güler misiniz ağlar mısınız? İslam’a, Müslümanlara, halkın yaşam tarzına ve kendilerinden olmayan herkese duydukları nefret ve küçümseme onları nasıl da böyle şizofreni sözler söylemeye itiyor.

Allah’ım sen içimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak etme!

İşte, onlarca yıldır egemen güç olmanın verdiği imkân ve zorbalıkla; emniyet, askeriye, bürokrasi, yargı, eğitim ve diğer kurumların içinde kadrolaşmış ulusalcı/solcu Kemalist kesimin; 15 Temmuz darbe girişimini fırsat bilerek muhafazakâr, dindar ve milliyetçi kesimleri Fetö’cü şüphesiyle töhmet altında bırakarak saf dışı etme ve boşalan yerlere tekrar geçme çabaları da gözden kaçmamaktadır.

15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra -istisnalar hariç- televizyon ekranlarına çıkan tüm ulusalcı/solcu Atatürkçü kesimlerin lafı eveleyip geveletip getirdikleri son nokta; “BU DARBE; DİNCİ BİR DARBEDİR(!)” “ÜLKE NE ÇEKTİYSE DİNCİLERDEN ÇEKTİ” zırvalarıdır.

Bu yalan ve tahrifat dolu söylemler bizleri şaşırttı mı? Tabi ki hayır… Buldukları her fırsatta İslam’a ve Müslümanlara hakaret etmeyi, tehdit etmeyi, aşağılamayı maharet zanneden bu put sevici köhne zihniyet mensupları sadece içindekileri kusmuştur o kadar!

Fakat bu kesimin sinsi ve hain planları Müslümanlar açısından tehdit olma varlığını sürdürmektedir. Ülkeyi yöneten iktidarın sorunlu vekilleri, FETÖ olayında olduğu gibi gaflet içinde uyumaması, uyanık kalması hatta nöbet halinde olması gerekmektedir. Zira bu husustaki gaflet; Ak partinin kendi eliyle Müslümanların başına daha büyük sıkıntılar açması olur ki; bu Ak partinin kendi varlık iddiasını tamamen yok etmesi anlamına gelir. Ne Allah’a hesap verebilirler ne de bu Müslüman milletin yüzüne bir daha bakabilirler.

Şu anda maalesef iki endişeyi de haklı çıkaracak tutuklama ve görevlerden uzaklaştırmalara şahit olmaktayız. Şüphesiz bu hususta vebalin büyük kısmı ülkenin başında bulunan mevcut hükümete fatura edilecektir ve ediliyor da.

Fötö’cü Diye Mağdur Edilen Müslümanlar

Olağanüstü hal uygulamasının hemen akabinde Fetö’ye yönelik operasyonlara hız verildi. Fakat bu yapıya mensup insanların tespit edilmesi aşamasında biraz önce bahsettiğimiz endişeleri haklı çıkaracak gözaltılar, tutuklamalar ve görevden uzaklaştırmalar oldu. Öyle ki Fetöcü diye ihbar edilen bir kimse apar topar derdest ediliyor,  iki üç ay sonra hakkında ihbar yapılan kişilerin Fetö ile uzaktan yakından alakası olmadığı anlaşılıyor. Tabii bu arada gözaltına alınan insanların ve ailelerinin uğradığı psikolojik travma ve işkence işin cabası.

Bir insanı gözaltına alma veya tutuklama sebebi sadece ihbar olmamalı. Hakkında sadece ihbar veya şüphe olan insanları iki üç ay hapsetmek ne adaletle ne de vicdanla açıklanabilir. Şuan ihbar veya şüphe ile mahkemeye sevk edilip üç, dört aydır duruşma gününü bekleyen yüzlerce mağdur insan oluştu.

 Mesela bunlardan bir tanesi var ki trajikomik bir olay. Bir öğretim görevlisi hakkında Fetöcü diye ihbar yapılıyor. Malum kişi apar topar gözaltına alınıyor. Soruşturma, soruşturma, soruşturma…

Netice; meğerse ihbarı yapan kişi; aynı üniversite’de daha önce rektörlük yarışında mağlup olan öğretim görevlisi. Güler misin ağlar mısın?

Daha trajikomik olanı ise; Gülen hareketini 20 yıldır eleştiren, hatta bu hususta Ak parti yetkililerini onlarca kez uyaran camialara mensup bazı kişilerin Fetöcü suçlamasıyla gözaltına alınması durumu. Bu durum biraz önce saydığımız sebeplerden dolayı akla şu soruyu getiriyor;  ‘bu ihbar ve yönlendirmeler bilinçli ve maksatlı bir şekilde mi yapılıyor?

Her ne kadar yapılan operasyonların çapına bakıldığında bu mağduriyetler sayısal olarak az gözükse de, bu hususta yetkililerin ve özellikle milletten maaş alan vekillerin son derece uyanık olması gerekiyor. Çünkü ‘alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste’ sözü; öncelikle milletin vekilliğini yaptığını iddia edenleri tehdit ediyor.

Fakat bu süreç içinde görüyoruz ki; vekiller dahi Fetöcülükle suçlanabiliriz korkusuyla çok iyi bildikleri, tanıdıkları insanların haklarını dahi savunamıyor. Sormazlar mı adama; o halde siz kimin ve neyin vekillerisiniz?

Şayet meseleye; aynı görüşten olup olmama, teşkilattan olup olmama, oy verip vermeme gözüyle bakılıyorsa zaten söylenecek hiçbir söz kalmamış demektir. Tuz’un bile koktuğu yerde ne konuşulabilir ki?

Işid’ci Diye Mağdur Edilen Müslümanlar

Ülkemizde ‘her sakallıyı dedesi zanneden’ malum bir zümre var. Bunlar sakallı, cübbeli, sarıklı, takkeli, çarşaflı, peçeli gördükleri an; kırmızı görmüş boğalar gibi kudurmaya, tepinmeye başlıyorlar. Hemen akabinde yakıştırmalar başlıyor; Humeynici, Kaddafi’ci, Vahhabi, Nurcu, Selefici, Süleymancı, Takunyacı, Işidci, şucu, bucu… 

Hangi akla hizmet ettiği malum Reina saldırısı sonrasında Işid örgütüne yönelik yurt genelinde yapılan operasyonlar sıklaştırıldı. ‘Her gördüğü sakallıya dede diyenler gibi’ galiba şimdi de devletin resmi birimleri her uzun sakallı genci veya her peçeli hanımı Işid’ci zannetmeye başladı.

Işid ile fikren ve amelen uzaktan yakından hiçbir alakası olmayan bazı dernek, medya kuruluşları ve kişilere yönelik gece baskınları, gözaltı ve tutuklamalar ciddi anlamda rahatsızlık oluşturuyor. Adresi, işi gücü, ne yaptığı, nereye gittiği belli olan Müslümanların evlerine makinalı tüfeklerle gece baskınları yapmak, namaz kılınan evlerde ayakkabılarla saatlerce dolaşmak,  mahrem odalara girmek, tüm mahallenin gözü önünde derdest edilmek bir Müslümana yapılabilecek en büyük hakaret ve zulümdür.

Bu ve benzeri şirazesinden çıkmış eski usul operasyon yöntemleri iddia edildiği gibi ülkeye huzur, barış, adalet getirmiyor. Tam tersine mazlum, mağdur ve öfkeli bir kitlenin doğmasına sebep oluyor.  Müslüman camialara ve kişilere yönelik bu tür yanlış ve maksatlı uygulamalar; emperyalist batının, onun Truva atı Fetö ’nün, Işid ve benzeri örgütlerin ekmeğine yağ sürüyor.

Dolayısıyla biraz araştırmayla kimin ne olduğu kolayca anlaşılabilecek kişi ve kurumlara yönelik onur kırıcı operasyonlar;  akıllara emniyet birimleri içerisinde hala Fetö ve benzeri yapıların tesirinin devam ettiği fikrini getiriyor.

 Işid Mağduru Muhacirler

Yaşadıkları ülkelerin zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan milyonlarca insan var. Reina saldırısını gerçekleştiren kişinin Özbek asıllı bir yabancı olması başta Özbek Muhacirler olmak üzere bu ülkede yaşayan tüm mazlum muhacirleri tedirgin etti.

Özellikle Özbek aileler başta olmak üzere, Uygur ve Kafkasyalı ailelere yönelik baskılar, Işid bahanesiyle gözaltına almalar, sınır dışı etme gibi girişimler bu ülkeyi yönetenlerin söylemlerine hiçte yakışmıyor. Oysa Özbek, Uygur ve Kafkas ailelerin birçoğu  -vefa borcu olarak-  15 Temmuz darbe gecesi sokaklara dökülenler arasındaydı.

Kâfir, zalim, kalleş Rusya ve Çin’in, Çeçenistan’ın Rus kuklası ve münafık lideri Kadirov’un, İslam düşmanlığı tescillenmiş Kerimov ve halefinin yönettiği Özbekistan’ın;  Türkiye’ye sığınan tüm muhacirleri “Işid’ci diyerek” kendilerine iade edilmelerini talep etmeleri tam bir kurnazlıktır.

Bu mazlum muhacirlerin aileleriyle beraber geldikleri ülkelere iade edilmesi demek; işkence, tecavüz ve idam demektir. Bu mazlum muhacirlerin iade edilmesi onların başlarına gelecek zulme ortak olmaktır. Böyle bir tavır iktidarın kendi söylemleriyle çelişmesidir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2012 yılında AK Parti milletvekilleri ve kurucular kurulu üyeleri genişletilmiş grup toplantısında Başbakan sıfatıyla şu konuşmayı yapmıştı: “1945 yılında 145 Azeri aydın Stalin zulmünden kaçıyor ve Türkiye’ye sığınıyor. Azeriler öz gardaşlarının yurduna gelip öz gardaşlarıyla kucaklaşıyor. Stalin bu mültecileri geri istiyor. CHP hükümeti, sınır karakoluna telgraf çekiyor ve bu Azeriler‘in iade edilmesi emrini veriyor. Sınır karakolu komutanı gözlerine inanamıyor. Azeriler, Türk askerlerinin ayaklarına kapanıyor. ‘Ne olur bizi siz öldürün ama onlara teslim etmeyin’ diyor.  Azeriler’ i teslim ediyorlar. Sınırda, Türk askerlerinin gözü önünde Azeriler’i (makinalı tüfeklerle) infaz ediyorlar. Komutanın da olaydan sonra intihar ettiği söyleniyor. İşte CHP kendi kardeşine bile sırtını dönen, ölüme terk eden bir partidir. Bugün CHP Azerbaycan’a göğsünü gere gere gidemez.”

Evet, konuşma kelimesi kelimesine tam da bu. Şimdi Allah için ve mazlum muhacirlerin hakkı için şu soruyu sormak zorundayız; ‘ülkemize sığınan mazlum muhacir kardeşlerimizi İslam ve Müslüman düşmanı bu ülkelere geri göndermek, 1945 yılında CHP’nin yaptığı zulmün aynısı olmayacak mıdır’?

Gerçekten Allah’tan korkan, Allah’ın huzurunda hesap vereceğine inanan yöneticiler böyle bir şey yapabilirler mi?  Açık ve net olarak şunu ifade etmek isteriz ki; ‘bu mazlum Müslümanların teslim edilmesi halinde başlarına gelecek işkence,  tecavüz ve katliamların baş sorumluları bu kararlara imza atan ve sesini çıkarmayan tüm yetkililerdir.’

Şu da çok iyi bilinmelidir ki; bu zulme ses çıkarmayan ve dolayısıyla böyle bir zulme ortak olan yöneticilerin; bu dünyada da ahirette de Allah, iki yakasını bir araya getirmez. Çünkü mazlumun duası zalimin nefesini keser.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi vessellem şöyle buyuruyor: “Ey Muaz! Mazlumun bedduasını almaktan sakın. Çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında perde yoktur” (Buhari – Müslim)

Yine cumhurbaşkanı her defasında “kaderin üstünde bir kader var. Bilinsin ki bu ülke mazlumların duası ile ayakta kalıyor” demiyor mu?  O halde bu duaları bedduaya çevirmek ahmaklık olmaz mı?

Yabancı muhacirlere yönelik son zamanlarda artan baskı, tutuklama ve yurt dışı edilme girişimleri hususunda yetkilileri daha dikkatli olmaya, başka ülkelerin dolmuşuna gelmemeye, mazlum ahı almamaya davet ediyoruz.

Mazlum muhacirlere karşı bırakın Ensar olmayı, NECAŞİ dahi olunamayacaksa ‘büyük Türkiye’ ‘Ümmetin umudu’  ‘Mazlumların sığınağı’ cümleleri, içi boş sloganlar olmaktan öteye gidebilir mi?

Bizim İslami camianın yazar, çizer takımı ne ile meşgul? Niye bu hususlarda sesleri çıkmaz? Niye bu konuları gündem yaparak hükümeti yaptığı yanlışlıklar hususunda düzeltme görevlerini yerine getirmeye çalışmazlar? Bu yazar, çizer takımına göre; susmak, hataları görmezden gelmek dostluk mudur? Terazinin bir kefesinde İman, diğer kefesinde ulaşılan imkânlar(!) olunca; artık o kahrolası ‘imkânlar’ mı tercih olunur oldu? Sizler üstad  Abdurrahim Karakoç’un;      

 Alnımız ak, yüzümüz ak,

İslam olan olmaz korkak,

Batıla batıl, Hakka Hak,

Diyeceğiz suç olsa da” mısraları ile büyümediniz mi?

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in  şu ikazını hiç işitmediniz mi?: “Din kardeşin zalim de olsa mazlum da olsa ona yardım et.” Bir adam: “Ey Allah’ın Rasûlü! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zalimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz? dedi. Peygamberimiz: “Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir” buyurdu.  (Buhârî, Tirmizî)

Dostluk; deve kuşu gibi başını kuma gömmek değildir. Dostluk acıda olsa gerçekleri söylemektir.

İftira Ve Tahrifat Günahları Cübbesinin Boyunu Aşmış Bir Zat

Allah’a, peygamberine ve Müslümanlara attığı iftiralar, cübbesinin boyunu çoktan aşan ve iftira günahına gırtlağına kadar gömülen, tahrifatçı malum şahıs geçenlerde yine ortalığı karıştıracak seviyesiz bir konuşmaya imza attı.

İslami tesettürle ilgili saçmalıklarını ve Müslümanlara yönelik iftiralarını burada tekrar etmeye lüzum görmeden sadece cevaben diyelim ki; sakalı şerif’in uzun bırakılması da, saçların belli bir ölçüde uzatılması da Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem efendimizin sünnetlerindendir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem şöyle buyurdu: “Bıyıkları kısaltın, sakalları uzatın. Mecusilere muhalefet edin” (Müslim) 

“Berâ Radiyallahu anh anlatıyor; “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kadar güzel kimse görmedim. Kırmızı hırkasını giymiş, saçları omuzlarına yaklaşmıştı.”   (İbn-i Mâce/  Neseî )

“(Ebû Talib’in kızı) Ümmü Hâni şöyle rivayet etti: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye dört gadiresi (örgüsü) olduğu halde girdi.” (İbn-i Mâce / Tirmizî )

“Ebû Katâde (Radiyallahu anh)  anlatıyor: “ Ey Allah’ın Rasûlü! dedim. Benim omuzlarıma kadar dökülen (gür) saçlarım var, tarayıp tanzim edeyim mi? Allah Rasûlü;  ‘Evet, Ona ikramda bulun’ dedi.  Ravi der ki: “Ebû Katâde  ‘Evet ona ikramda bulun’  sözü sebebiyle günde iki sefer saçlarını yağlardı.” (Nesai; zinet)

İkinci olarak; müslüman hanımların peçe yapması da tesettür emri geldikten sonra başta Hz. Aişe radiyallahu anha  annemiz olmak üzere bir çok sahabe hanımlarının yaptığı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem efendimizin de mutlu olduğu bir tesettür şeklidir.

Aişe radiyallahu anha rivayet ediyor: “Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber ihramlıyken kervanlar bizim yanımızdan geçerdi. Kervan bizim hizamıza geldiğinde cilbabımızı yüzümüze sarkıtır, yanımızdan geçtiklerinde yüzümüzü açardık” (Ebu Davud,  İbn Mace)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İhramlı olan kadın peçe takmasın ve eldiven giymesin” (Buhari)

Bu hadisten de anlaşıldığı üzere, ihramlı olmayan yani Hac veya Umre haricinde, bazı hanımların normal hayatlarında peçe takmış olduğu ve ellerini de eldivenle örtmüş olduğu gerçeğidir.

İslam akidesi üzerinde yaptığı tahrifat ile Müslümanlar aleyhine yaptığı iftira günahlarının toplamı Cübbesinin boyunu çoktan geçmiş olan bu seviyesiz şahsın dediği gibi Müslüman hanımların peçe yapması; ne Işid’ci olduklarının ne de şucu, bucu olduklarının alâmetidir.

Olsa olsa takva ehli Hz. Aişe annemizin, Hz. Fatıma annemizin, Hz. Sevde annemizin, Hz. Esma annemizin, Hz. Safiye annemizin, Hz. Zehra annemizin ve sahabe hanımlarının yoluna uymaktır.   Bilmem ne(!) korkusuyla, Müslüman gençlerin uzun sakal ve saçlarına veya İslami tesettüre şucu, bucu kıyafeti diyecek kadar alçalarak iftira atmak ancak Allah’ın dinini tahrif ederek değiştirme cesaretini(!) kendinde bulan ve giydiği cübbeden, taktığı sarıktan utanmayanlara yakışır. Herkes kendi şanına yakışanı yapar, yapıyor da. 

Bid’at ehlinin şerrinden Allah’a sığınırız.

Selam ve dua ile

Allah’a emanet olunuz.

Es Selamu Aleykum.