Cennetten Gelen Ses Muhammed Sıddık Minşevi (1920-1969)

Serbest Köşe – Mürsel Gölbaşı / 2019 Haziran / 79. Sayı

Mukaddime

Hamd, Kur’an-ı Kerim’i bize indiren Allah’a, salat ve selam dini mübini bize hakkı ile eksiksiz tebliğ eden kutlu nebi Hz. Muhammed’e, Davud’i sesi ile bizleri mest eden Muhammed Sıddık Minşevi’nin anısına…

Değerli okuyucularımız bu ayki dergi yazımızda Andeb-i Kur’an (Kur’an Bülbülü) Muhammed Sıddık Minşevi olacaktır.

İslâm tarihi öyle büyük hâfız ve kâriler kaydeder ki, birçok büyük hâfız ve kâriler onlara nisbetle küçük kalır.

Muhammed Sıddık Minşevi kıraatteki büyüklüğü ile bilinen ender şahsiyetlerden biridir. Şeyh Fethi El-Melici’nin dediği gibi kâri ibni kâridir; yani meşhur büyük kârinin oğludur. Nurdan doğmuş bir nurdur ve öyle bir yıldızdır ki kendisinden daha büyük bir yıldızdan gelmiştir.

Kur’an okurken kalbinde huşu ve ihlas, yüzünde nur, lisanında tatlılık olan yekta bir kâridir. Dünyaya böyle bir kâri gelmemiştir. (Asrı saadet hariç)

Peygamber efendimizin övgüsüne en çok mazhar olan kişidir. “Bu Kur’an hüzünle inmiştir, her kim Kur’an okursa hüzünlensin” hadis-i şerif ile belki de en çok amel eden kişi Muhammed Sıddık Minşevi’dir. Sıddık Minşevi, Kur’an okumaya başlarken binlerce kişi hüzünlenir ve gözleri yaşarmaya başlar ve ağlardı. Adeta asrı saadetten önümüze bir kesit, bir tablo sunmuştur ve sunmaktadır. Sıddık Minşevi’nin en çok okuduğu sure Yusuf sûresi idi. O, Yusuf aleyhisselâm hüznünü sinesinde saklayan hüzün memleketinin ‘SIDDIK’ sultanıdır. İttifakla Sıddık Minşevi’den daha güzel Kur’an okuyan yoktur. Eğer her kim bu kanaatte şüphe ederse biz deriz ki şeyhin okuduğu herhangi bir sûreyi safvet-i kalb ve huşu içinde dinlesin inşallah bu şüphesi zayi olacak, bu Kur’an Bülbülüne hayran kalacaktır.

Beyt’ül Kur’an (Kur’an Evi)

Mısır’da Sıddık Minşevi’nin ailesi Beyt’ül Kur’an diye tarif edilen bir ailedir. Dedesi, babası ve amcası büyük kâridir. Kendisi de küçük yaşta çocuklarını hâfız etmiştir. Amma asrımızın medar-i iftiharı olan Bediulkurra Muhammed Sıddık Minşevi bu mübarek ailenin en tatlı meyvesidir. Muasır İslâm medeniyetinin en büyük kârisidir.

Doğumu ve Gençliği

Vefatının 50. yıl dönümünde rahmet ile andığımız Muhammed Sıddık Minşevi, Mısır’ın başkenti olan Kahire’ye 500 km uzaklıkta Suhac merkezine bağlı El-Munşee Kasabası’nda 20 Ocak 1920 yılında mübarek cuma gecesinde dünyaya teşrif etmiştir.

Başta dedeleri ve babaları olmak üzere, bu mübarek ailenin tüm efradı kırâat-ı Kur’ân ve güzel sesle meşhur olarak etrafa ün salmışlardır. Lâkin içlerinden Muhammed Sıddik, gerek tatlı ve güzel sesi ve gerekse muhteşem ve hüzün dolu okuyuşu ile hepsinden daha ziyade yükselerek hiçbir kâri’nin yetişemediği bir dereceye erişmekle, müstesna bir kıraat metodu takip ederek hakkıyla “BEDİÜLKURR” (Asrın emsalsiz okuyucusu) ünvanına bahş kılınmıştır.

Şeyh Muhammed Sıddik, Kur’an ta’limine 4 yaşında iken babasının yanında başlar. Ve hıfzının önemli bir bölümünü babası Sıddik Seyyid’in yanında yapar. Lakin babasının işleri çok yoğun olması sebebiyle, diğer kalan kısmını Şeyh’i, Ebu Müslim’in (Muhammed Nemkî) yanında ikmal eder.

Ebu Müslim küçük Muhammed’in Kur’an hıfzındaki çabukluk ve ateşpâre-i zekâsı ve sesindeki tatlılığı karşısında taaccüb ile hayran kalmış ve ileride haiz olacağı pek yüksek dereceyi daha o zamandan sezerek, ehemmiyetle üzerinde durmuş, daima onu cesaretlendirmiş ve gittiği her meclis ve topluluğa götürerek tilavetini tüm Mısır’a göstererek yavaş yavaş onu parlak istikbale doğru hazırlamaya başlamıştır.

Küçük Muhammed, 8 yaşında Kur’ân hıfzını tamamlar. Ve daha çok küçük yaşta büyük alimlere verilen “şeyh” lakabını alarak kıraatta Nâbiğa-i zaman olduğunu fiilen ispat eder. Sıddık Minşevi amcasının kızı ile evlenir. İki kız ve iki erkek çocuğu olmak üzere 4 çocuk sahibi olur.

Dünyaya Yayılan Şöhreti

1940’lı yıllara gelindiğinde Şeyh’in tilaveti, Mısır’ın her tarafında adeta halkın dilinde dolaşır olmuştur. Artık herkes bu emsalsiz kâriden bahsetmekte ve onu merasimlerde Kur’an okumaya çağırmak için yarış içerisine girmektedir. Şeyhin hayatında en ziyade okuduğu sûrelerden biri Yusuf Sûresidir. Zira bu sûre onun için apayrı bir mana içeriyordu. Onun bu sûresini her kim dinlese diyecek ki: “Bu zât Yusuf aleyhisselâm’ın hüznünü sinesinde saklıyor.” Barekallah..

Oğlu Muhammed Saudi ile yapılan bir röportajı aynen naklediyoruz:

– Sayın Muhammad Saudi; 1953 yılında tüm radyo, televizyon ve basın organları Muhammed Sıddik Minşevi hakkında; “Radyonun ilk defa sesini çekmek için ikamet ettiği beldeye gidip sesini kaydettiği, dünyada tek kâri’dir.” haberini yayınlamışlardı.

– Peki bu hâdise nasıl cereyan etti? Ve Şeyh bu durum karşısında nasıl bir tavır sergiledi?

– Şeyhimiz Muhammed Sıddik, 1950’li yılların başında tatlı sesi, hüsn-ü kıraat ve tilaveti ile adeta Mısır’ın her tarafında, tüm insanların dilinde şöhret olmuştu. Adeta Muhammed Sıddik, Mısır halkının mâ’şuku ve sevgilisi haline gelmişti.

İşte ne zaman ki, radyo yetkilileri bu İlahi mevhibe’yi duydular; derhal elemanlarından birini, Şeyh’in okuduğu köye gönderdiler. Elçi, Şeyh Muhammed’e; radyoya gelip imtihana tabi olduktan ve sesi ve okuyuşu da beğenildikten sonra radyoda okumasına karar verileceğini söyler. Lakin Şeyh Muhammed Sıddik, bu talebi reddeder. Ve şöyle der: “Radyoda okumak gibi bir arzu ve isteğim yoktur. Hem, benim onun şöhretine dahi ihtiyacım yoktur ve olamaz.”

Şeyh’in bu cevabı tabiî ki, radyo yetkililerini pek memnun etmez. Bunun üzerine radyo müdürü Emin Hammad Bey, tüm radyo mürettebat ve elemanlarını Muhammed Sıddik Minşevi’nin okuduğu beldeye göndererek sesini kaydetmelerini ister. Şeyh ise, Ramazan Ayı münasebetiyle pek çok yerde ihtifallere (büyük merasim) iştirak ederek Kur’an okumaktadır.

Keza radyo ekibinin bir kısmı da babası Sıddik Seyyid’in okuduğu “Useyrât” beldesine giderek sesini kaydederler. Babası da Ebu Ahmed Rihab’ın evinde Kur’an okumaktadır o esnada. Böylece her ikisinin de sesi radyo tarafından ikamet ettikleri beldede band kaydına alınarak radyo merkezine götürülür.

İşte bu hadise, yani radyonun tüm mürettebat ve mühendisleriyle bir kâri’nin evine gidip sesini kaydettiği hadisesi, dünya radyo tarihinde cereyan eden ilk ve tek hadisedir. Daha sonra radyo yetkilileri, kaydettikleri bu iki kaseti iyice dinledikten sonra, hayran kalarak babası ile ikisini radyoya davet ederler. Fakat ikisi de şöhreti sevmediklerinden bu teklifi reddederler. Bunun üzerine radyo müdürü, Muhammed Sıddik Minşevi’nin yakın dostlarından Abdülfettah Paşa’yı devreye sokarak, kabul etmesi için ricada bulunur. Sonunda Şeyh Muhammed, Paşa’yı kıramaz ve teklifi kabul eder. Babası ise, kesin bir red cevabı ile şöyle der: Mısır radyosuna Minşevi ailesinden oğlum Muhammed yeter. Daha bize ihtiyaç yoktur. Bunun üzerine Suriye ve Londra radyoları babasının sesini kaydetmek girişiminde bulunurlar. Şeyh Sıddik yine reddeder. Fakat aşırı ısrarlar üzerine sadece 5 sûresinin kaydına izin verir ve der ki: “Eğer aşırı ısrarlar olmasa idi kat’iyyen müsaade etmeyecektim.”

İşte bu ilginç ve ender hadiseden sonra Muhammed Sıddîk Seyyid El-Minşevî, 1953 yılının Ramazan ayında 33 yaşında, resmen Mısır Kur’an Radyosu’nda tilavetine başlar ve artık sadece Mısırda değil tüm İslâm âleminde tanınmaya başlar.

Resmi olarak tilavete başladığı yıllarda iki hafta “Zemalik” mescidinde okur, daha sonraki iki haftada da Suriye’de tilavet ederek bir ayı böyle itmam ederdi.

Tabii o yıllarda Mısır ve Suriye Birleşik Arap Cumhuriyetini kurmuşlardı. Suriye halkı her akşam saat 8 sıralarında şeyh’i iştiyakla bekleyerek, tilavetini sabırsızlıkla intizar ederlerdi. Keza Mısır halkı dahi böyleydi.

Sesindeki halavet ve tatlılıktan dolayı çevresinde nam salarak büyük kurrâ’ların safına sıçramış ve böylelikle kısa sürede on binlerin beğeni ve takdirlerini alan Minşevi’nin nam ve şöhreti; artık dünyanın her tarafına yayılmaya başlamıştır.

Kıraatı:

Mısır’ın ve dünyanın en önemli ve eşsiz hâfızlarından olan Muhammed Sıddîk Minşevî, son derece dolgun ve güçlü bir sese sâhipti. Okurken perdelere hâkimiyeti, sesin de güçlülüğü ile daha da etkili bir hâle geliyordu. Mustafa İsmâil’de olduğu gibi Minşevî’nin de icrâ ettiği nağmeler âyetteki mânâya uygun oluyordu. “el-Fecr” sûresi’nin 23-24’üncü âyetlerinde, “O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var! (İşte o zaman insan) ‘Keşke hayatım için bir şeyler yapıp gönderebilseydim!’ der.” âyetinde “keşke” kelimesindeki pişmanlık ve çaresizlik ifâdesini öyle bir terennüm ediyordu ki, o sahneyi yaşıyor ve yaşatıyordu. Hem Yusuf suresini ondan dinleyip manayı da anlıyorsa, kendisini adeta Yusuf Aleyhisselam’ın yaşadığı devirde hisseder. Bununla beraber Muhammed Sıddik Minşevi’yi diğer kârilerden ayıran özelliklerinden biri de Şeyh’in tilavet esnasında hata yaptığının görülmemiş olmasıdır. Diğer kâriler hakkında böyle bir hususiyetin görülmüş olması maalesef mevzu bahis değildir. İşte onun bu hususiyeti yâni hatasız okuması, kendisinin mahzâ bir mevhibe-i İlâhi olduğunun en zâhir bir delili olsa gerektir.

Şeyh, hayatında gayet mütevazi ve sade görünümlü bir insandı.Gösteriş,şöhret ve riyadan hayatı boyunca şiddetle ictinab etmiş, “Ben ecir ve mükafatımı yalnızca Allah’tan bekliyorum” olan Peygamber düsturunu kendine rehber edinmiş ve halktan kat’iyyen bir karşılık beklememiştir. Lakin kendisi her ne kadar tevazu toprağı altında kendisini gizlemeye çalıştıysa da şöhret olmaktan kendini kurtaramamıştır. Adeta tevazu toprağı altında bir Muhammed Sıddîk iken, Allâh’ın lütfu ile milyonlar Muhammed Sıddîk inbat etmiş ve dünyanın her yerinde mübarek ismi ve baldan daha tatlı olan sesi ve hüzün dolu okuyuşuyla meşhur olmuştur. Bârekallah… Şeyh Muhammed Sıddîk Seyyid El-Minşevî, kendisine has ve emsalsiz olan kıraat şekliyle kendisinden sonra gelecek olan hâfız ve kâri’lere bir model teşkil ederek, milyonlarca kişiyi Kur’an-ı Hakîm’e hayran bırakmıştır. Mısır’da Kur’an okumada tertil ekolünü başlatan ilk öncülerdendir. Şeyh Muhammed Sıddîk Seyyid el-Minşevî’yi diğer meşhur hâfız ve kârilerden temyiz ve ayırteden en büyük özelliği; hiç şüphesiz ki, okurken makamı hüzne çevirmesi değil, kendisine bir lütf-u ilâhi olarak verilen sesinin fıtraten hazin ve müessir olmasıdır. Bu yüzdendendir ki, çok ehl-i kalb bu zatı dinlemiştir ve dinlemeye devam etmektedir biiznillâh…

Coşkulu hallerinde bile hüzün vardır Şeyh’in. Ama hüzün de coşku da en bariz bir şekilde âdeta onda cisimleşmiş ve ona en büyük bir simge ve nişan olmuştur. Ondandır ki, hüzünlü tilaveti çok kişinin kalbini adeta fetheylemiş ve daha onu görmeden aşık olmuşlardır. Bu vesileyle Kur’an-ı Azim’i dinlemeye iştiyak göstererek hayatları boyunca bu İlâhi hüzne kulak vermişler ve inşaallah kıyamete kadar vereceklerdir. Coşkulu kıratlarda elbette ki mahirler çoktur. Ama Muhammed Sıddik ise, huşû ve hüzünde bütün kârilerden evveldir ve üstâdıdır diye tüm dünyada müşterek bir kanaat haline gelmiştir.

İlahî Mevhibe:

Şeyh, hayatı müddetince mûsikî okuluna ve mûsikî hocalarından ders almaya gitmemiştir. Bu lahn (Ölçülü ve düzgün okuyuş) Allah’ın (c.c) verdiği Kur’âna has bir mevhibedir (vergidir) diyerek, bu ilâhi lütfa kanaatte bulunmuştur. 1960’lı yılların başında bir gün mûsikî dersi veren büyük zâtlardan biri, Şeyh’e gelerek ona, Kur’an’ı daha iyi okuması hususunda kendisine ders verme teklifinde bulunur. Ve şöyle der: “Ya Şeyh! Mûsikînin Kur’an okumada kabul ettiği en güzel ve yekta ses sensin.. Mûsikî dersi almak suretiyle Kur’an’ı daha iyi okumak istemez misin?” Şeyh ise şöyle cevapta bulunur: “Ya seyyidi! Mûsikînin hepsi Kur’an’dan çıkmıştır.Nasıl olur ki sen, Kur’an’ı mûsikî eğitimi ile düzgün okutmaya çalışırsın?!” Bu cevap karşısında adam mahcup olarak geri döner. Şeyh Muhammed Sıddik, Mısır Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Zemâlik Mescidine Kehf Sûresi okuması için tayin edilmiş ve âhir ömrüne kadar bu camide Kur’an okumaya devam etmiştir.

Sû-i Kast Girişimi:

Kendisinin anlattığına göre 1963’te bir akşam Kur’an okumaya davet edilir. Okuduktan sonra ev sahibi evde yemek ve meyve ziyafetine çağırır. Her ne kadar reddettiyse de ısrarlar neticesinde kabul etmek zorunda kalır.

Bir kıskanç kâri, ev sahibinin haberi olmadan aşçıya mühim para mukabilinde Şeyhin tabağına zehir attırmış ve özel olarak Şeyh’e ikram etmek için emretmiş. Aşçı da vicdanında duyduğu eleme dayanamayarak hadiseyi gelip gizlice şeyh’in kulağına fısıldayarak haber vermiş ve böylece Şeyh Muhammed Sıddik, mutlak bir ölümden kurtulmuştur.

Şeyh ise, hadiseyi gayet soğukkanlılık ile karşılamış ve “Cenâb-ı Hakk, Halîm ve affedicidir” diyerek kendisine sû-i kast düzenleyenleri affeder. Lakin Şeyh bu kıskanç kâri’nin ismini ölünceye kadar tüm ısrarlara rağmen açıklamamıştır.

İzzeti:

Bir gün devlet başkanı Cemal Abdünnasır’ın da iştirak ettiği bir toplulukta Kur’an okumaya davet edilir. Abdünnasır bir vezirini Şeyh Muhammed’e okuması için gönderir. Veziri gelir ve der: “Yâ Şeyh! Devlet Reisi Abdünnasır’ın da katıldığı bir ihtifalde (merasim) Kur’an okuyup şan, şöhret ve şerefini arttırmak istemez misin?” Şeyh Muhammed ise veziri şaşırtacak şu sözleri sarfederek bu gibi şöhretperestlerin karşısında izzetini muhafaza eder: “Bu şeref niçin Abdünnasır’ın olmasın ki; Muhammed Sıddik Minşevi’nin sesinden Kur’an’ı dinleyecek…” diyerek daveti reddeder ve şöyle der: “Abdülnasır hata etmiş ki, bana en kötü vezirini göndermiş.”

Tevazuu:

Onca şöhretinin genişliğine rağmen Şeyh çok mütevazidir. Beyaz bir entari ve beyaz bir takke giyip evinin önüne oturur. Lâkin çok kimse onu tanımazdı.Yoldan gelip geçenler, onu evin kapıcısı sanarlarmış. Hatta çok kimse Muhammed Sıddik Minşevi kimdir diye ondan sorarlardı.

Yine bir gün uzaklardan seyahat edip de Şeyh Muhammed Sıddik’ı görmeye gelen bir zat; Şeyh’i, kapısının önünde otururken görür ve yanına gelir. Lâkin tanımamıştır. Der ki: “Ey amca! Sen Muhammed Sıddik Minşevi’yi tanıyor musun?” Şeyh: “Evet” der. “Sen biraz bekle, ben içeri girip durumu arzedeyim.” Gerçekten de Şeyh içeri girer, elbisesini değiştirir, sarığını ve gözlüğünü takar, sonra da adamı kapıda öylece karşılar. Şeyh’in böyle yapmasının sebebi ise, onca şöhreti her tarafa yayılan Muhammed Sıddik Minşevi’yi tanıyamayan adamı mahcup etmemek içindir. Zira sorduğu anda o kişi benim dese, belki de adam utanıp mahcup olacaktı. Böylece adam mahcubiyetten kurtulmuş oldu.

Hazin Vefâtı:

Yıl 1969… Şeyh çok hastadır. Lakin içinde yanardağlar gibi fışkıran Kur’an okuma aşkı, bu hastalığını nisbeten hafifletmekte ve Şeyh’i teselli etmektedir. Doktorun menetmesine rağmen hâlâ yüksek sesle okumakta ve bu aşkından vazgeçememektedir.

Artık şöhretinin zirvelerde olduğu yıldı 1969… Tüm İslâm âleminde hüzün dolu tilâvetiyle dinleyenleri gözyaşı seline boğan şeyh Minşevi, güya bu hüzünle mânen bir şeyler demek istemektedir. Yani, sizden ayrılık vakti yakındır diye manevi işaretlerde bulunuyordu.

Lakin onu çok seven dinleyenleri bunu anlayamıyorlardı. Nasıl anlasınlar ki? İnsan çok sevdiği birisinin vefatını nasıl düşünebilir? Hatta aklının ucundan bile geçirmek istemez. İşte âdeta ona hayran ve âşık olanlar dahî böyleydi.

Ama Şeyhi,bu ayrılığın farkındaydı. Ona aşık olanlar için Muhammed Sıddik yanlarında idi.Ve onunla beraberlerdi. Lakin onun âşık olduğu Kur’an’ın sahibine henüz kavuşamamış, hasret çekiyordu. Belki de 49 yıldır manen bu hasretin ızdırabı içindeydi. Her okuyuşu onun için bir hazandı. Ondandır ki, sesi ve okuyuşu fıtraten hazindi. İçindeki hakiki sevgiliye vasıl olma hasreti, sesi ve tilavetine yansımış, çok zamanlar bu derin hasretini gözyaşlarıyla ifade ediyordu.

1969 yılı ise, onun için bambaşka bir yıldı. Sevinç ve kavuşma yılıydı sanki onun için. O öyle hissediyordu.1968’e kadar hep hazin duran Şeyh Minşevi, bu yıl çok mutlu ve mesrur idi. Etrafına daima mutluluk tebessümleri saçıyor, bu tarifi kabil olmayan mutluluğunu Kur’an okurken yüksek sesle bağırarak ifade ediyordu. Doktor okumasını yasak etmesine rağmen, aksine yüksek ses tonuyla okuyuşuna hiç kimse akıl erdiremiyordu. Fakat birisi vardı ki bunu anlamıştı. O da babası Sıddik Seyyid. Onun için bu konuda kendisine bir şey demiyordu. O dahi mutluydu… Zira ma’lumdur ki; “Ölümün hakikatini gören kâmil insanlar ölümü sevmişler. Ve daha ölüm gelmeden evvel ölümü istemişlerdir.”

1969 yılının ortalarına doğru ecelinin iyice yaklaştığını Cenâb-ı Hakk’ın bildirmesi ile hisseden Şeyh, bir gün; devamlı bir surette ayakkabısını boyattığı ve çok para verdiği için her zaman yanına gelen dilenciyi çağırır ve ona bu son verdiğim der. Ve nitekim hâdise aynen cereyan eder. Hastalığı şiddetli bir şekilde artınca hastaneye kaldırırlar. Cenâb-ı Mevlâ onu, hakiki şifa ve saadet yurdu olan âhirete gönderir. Böylece 20 Haziran 1969 yılı, o hazin ses susmuş ve Şeyh Muhammed Sıddik Minşevi ruhunu yine doğduğu Cuma gecesinde henüz 49 yaşında iken teslim etmiştir. Naaşı yine doğduğu kasaba olan Munşee Kasabası’nda defnedilmiştir.

Meşhur Lakabları:

1-) Hüzün Memleketinin Sultanı

2-) Emîr’el Kurrâ (Okuyucuların seyyidi, efendisi)

3-) Asrın Okuyucusu

4-) Bedi’ül Kurrâ (Asrın emsalsiz, harika okuyucusu)

5-) Hançerey-i Bâkiye (Ağlayan gırtlak)

6-) Muasır İslâm medeniyetinin en büyük kârisi

7-) Huşû piramidinin en uç noktası

😎 Tilaveti şimşek gibi kalbe tesir eden kâri

9-) Kâri-i Müfessir

10-) Şeyh’ül Kurrâ

11-) Emin’el-Kurrâ

12-) Habib’el-Kulub 

13-) Emîr’el-Kulub (Kalblerin efendisi) 

14-)Andelib-i Kur’ân 

——————-

Kaynak

İhsan Okyay, Muhammed Sıddık Minşevi’nin Tahriçe-i Hayatı, www.tecelliyat.com