Kalbe Dokunan Hikayeler – Ümit Şit / 2024 Şubat / 135. Sayı
Ramazan Bayramı’nın birinci günüydü. Hastanenin yakınındaki bir parkta 13 çocuk öldürülmüştü. Şifa Hastanesi’ne ambulanslarla çocuk cesetleri geliyordu. Bazıları parçalanmış, bazıları ise tek parça halindeydi. Şifa Hastanesi önündeki bir anne çocuğunu arıyordu. O anne, gelen her çocuğa kendi oğlu diye defalarca koştu. Üzerindeki örtüyü her açtığı çocuğun kanlar içindeki yüzünü gözünü öptü, sarıldı. Bir kenarda durmuş izliyordum. Çarpıldım. En son oğlunun cesedini getirdiler. Kadın sarıldı. Ağladı. Ağladı. Ağladı. Biz darmadağın olduk.
Mikrofon uzattım. “Neden?” dedi. “Neden? Neden bizim çocuklarımız bunu yaşamak zorunda?” Sonra yine “Hasbinallahu ve ni’mel vekil” cümlesi…
Kendi çocuklarımı düşündüm. Bu histen ne kadar uzak olduğumuzu fark ettim. Televizyonda bunları izlerken Suriye’nin, Afganistan’ın, Libya’nın, Pakistan’ın, Yemen’in, Irak’ın çocuklarının hepimiz için birer istatistiğe dönüştüğünü hatırladım. Çok çaresiz hissettim. Ortadoğu meseleleriyle ilgili sahiden kötümserdim.
Umutsuz olmamın sebebi o çocuklardı. Enes’ti. Enes, çocuğunu arayan o annenin kendi çocuğu diye koşturup cansız bedenine sarıldığı çocuklardan biriydi. Oysa henüz bir gün önce arkadaşlarıyla birlikte Ramazan Bayramı arifesinde dünyaya seslenip “Bizi öldürmeyin” demişti.
Gazze’de Ramazan ayı boyunca operasyon devam etmişti. Bayram arifesinde Gazzeli çocuklar bir basın toplantısı düzenlediler. Maksadı hasıl olmayan bu basın toplantısı aslında çok anlamlıydı.
“Bir Ortadoğu Masalı” isimli bir hikâye yazmıştım. O masalda “Tek bir Filistinli çocuğun hikâyesini dünyaya anlatamadık” diye bir cümle kurmuştum. O cümlenin kahramanıydı bu çocuklar…
Şifa Hastanesi’ne gittim. Düzenledikleri basın toplantısıyla dünyaya seslerini duyurmaya çalışan Enes’i ve Gazzeli arkadaşlarını izledim. Önlerinde sadece Gazze İslam Üniversitesi’nin kurduğu fakat bağımsız yayın yapan Kitab kanalı, Hamas’ın Aksa televizyonu, Lübnan merkezli İslâmi Cihad’a ait Filistin El-Yevm televizyonu ve Kudüs TV mikrofonu vardı. Ne bir tane uluslararası televizyon kanalı ya da haber ajansı mikrofonu vardı ne de bir gazetenin ses kayıt cihazı. Biz de yoktuk. Kameramanım yoktu. Elimdeki cep telefonuyla toplantıyı kayda alıyordum. Çocuklar, dünyaya seslendiklerine inanarak manası gözlerinde menkul bir konuşma yaptılar.
“Yarın bayram. Bizler tank, top, bomba ve uçak sesleriyle kurşunlar altında bayrama gireceğiz. Dün yanımızda olan arkadaşlarımızın bir kısmı bugün yoklar. Şu an bizimle birlikte olduğunu gördüğünüz arkadaşlarımızdan bazıları belki yarın yanımızda olmayacaklar. Dünyanın tüm coğrafyalarındaki diğer çocuklar bayram yaparken niçin Filistin çocukları bu bayrama bombalar altında girmek zorunda? Bizim dünya çocuklarından ne farkımız var? Özgürlüğümüzü istediğimiz için mi bu bombalara muhatap oluyoruz? Neden dünya halkları bizim katledilişimize ses çıkarmıyor?”
O basın toplantısında pankart tutan Enes, ertesi gün parkta katledilen 13 çocuktan biriydi. Enes de arkadaşları da belli ki seslerini hiç kimseye duyuramamışlardı. Haklı çıkmışlardı. Önceki gün yanlarında olan bazı arkadaşları dün yoktu. Bugün onlar da yok.
Biz de ne yıllar önce babasının kucağında fotoğrafını çektiğim Abdurrahman’ın, ne o günkü saldırılarda hayatını kaybeden Enes’in ne kardeşlerinin ne de annesinin hikâyesini dünyaya anlatabildik. Kumsallarda, ambulanslarda, parklarda, okullarda öldürüldüler. Onlar öldürüldüler ama biz bunu anlatamadık.
Kaynak: TÜNEL: Gazze’de Yaşamak – Mehmet Akif Ersoy