Kalbe Dokunan Hikayeler – Ümit Şit / 2024 Ocak / 134. Sayı
Yılların verdiği ticari tecrübe ile insanları anladığımı hep düşünürdüm. İnsanların takındığı hal ve hareketleri, jest ve mimikleri ile neyi kast edeceklerini, meseleye girdikleri başlangıç cümlelerinin nereye varacağını öngörmek alışıldık bir durum haline gelmişti benim için. İnsanların sevindiklerine, üzüldüklerine, güldüklerine, ağladıklarına, kızdıklarına, sabrettiklerine, şükrettiklerine şahit oluyordum hep. Artık kendimi tabiri caizse insan sarrafı görüyordum… Ya da gördüğümü sanıyormuşum… Meğerse yanıldığımı anlamak için Yahya abi ile tanışmam gerekiyormuş.
Yahya abi, beş yıl önce taşındığım mahallenin en eski ailelerindendi. Anne babası trafik kazasında vefat edince kardeşlerine kendisi hem annelik hem de babalık yapmıştı. Mahallelinin söylediklerine göre anne babası sağken Yahya abi, mahallenin eski hızlı abilerindenmiş. Geçmişine dönüp bakmaz, geleceğini umursamazmış. Atacağı adımı düşünmez, attığı adımı geri almazmış. Gelin görün ki Allah’ın yazmış olduğu bir kader işte. Ailesinin vefatı ile Yahya abi bayağı durulmuş. Hayatını sorgulamaya başlamış ve varoluşsal sancılar içerisindeyken yine aynı mahalleden olan Hasan amca elinden tutmuş. Hasan amca, mahallenin imamı değil ama imamdan daha dertli olduğuna inandığımız ve İslam’ı bir dava olarak gören ve yaşamaya çalışan ender insanlardandı.
Mahalle sakinleri, aralarındaki husumeti Hasan amcaya götürür. Hasan amcada, adalet neyi gerektiriyorsa onu uygulamaya gayret ederdi. Bu yüzden mahalle halkı Hasan amcayı hoca olarak görürdü. Hasan amca ise kendisine hoca denmesini istemez ve sadece sizden biraz daha bilgi sahibiyim o kadar derdi. Son derece mütevazi olan Hasan amca okur ve okuduklarını hayatına geçirmek için gayret ederdi. Bu örnekliği ile Hasan amca, mahalleli arasında sözü özü bir olarak tanınırdı. İşte bu Hasan amcamız, Yahya abimizin elinden tutmuş, ona kol kanat germiş. Onunla beraber camiye gider, kitaplar üzerine konuşurlar ve bildiklerini Yahya abimize anlatırmış. Kısa zamanda Yahya abide büyük değişikler yaşanmış, mahallelinin hayta olarak gördüğü Yahya abi, yürürken vakarlı, konuşurken mütevazi, hak hukuk konusunda kararlı duruşuyla başka bir insana dönüşmüş. Tabi ki ben bu dönüşümüne şahit olmadım ancak mahallelinin takdirlerine, her zaman şahit oluyordum.
Söylediklerine göre Hasan amcanın vefatından sonra Yahya abi bazı komik olaylar karşısında tebessüm eder; ağzı açık gülmezmiş. Buraya kadar her şeyi anlıyorum ancak anlayamadığım ve mahalle halkının da anlayamadığı tek şey Yahya abinin hiç ağlamadığıydı. Tabi ki toplumumuzda kaç erkeğin ağladığına şahit olduk ki diyeceksiniz. Ancak Yahya abinin durumu çok farklıydı. Beş sene boyunca tanıdığım Yahya abi ağlanması gereken bir yerde, gerçekten ağlamıyordu. Mesela bir sohbete gitmiştik. Allah Rasûlünün Mekkeli müşrikler karşısında ambargoya uğradığı dönemler anlatılıyordu. Ashabı ile beraber aç kaldığı zamanlardaki takındığı tavır ve duruşu betimlenerek anlatılırken çoğu insanın ya gözleri yaşarır ya da ağlarlardı. Ama Yahya abiye bakıldığında sohbeti pür dikkat dinler ancak ağlamazdı. Hatta sohbetin sonlarına doğru herkesten önce çıkar giderdi. Mahallelinin bir kısmı özürlü doğan oğlunu beş yaşındayken kaybettiği için bu ruh haline büründüğünü söyleyerek bu durumu mazur görüyordu. Ancak mahallelinin bir kısmı ise diğer kısmın görüşüne katılmıyordu. Çünkü oğlunun vefatında da ağlamadığını, oğlunu toprağa verdikten hemen sonra mezarlıktan koştura koştura ayrıldığını gerekçe gösteriyorlardı. Hatta Hasan amcanın vefatında da ağlamadığını yine Hasan amcayı toprağa verdikten sonra saatine bakarak oradan uzaklaştığı söyleniyordu. Gerçekten insan bu gibi durumlarda ağlamazsa, nasıl bir kalbe sahip olduğu tartışmaya açılabilir miydi? Mümin bir kalbin bir yufkadan daha ince olduğu mahalleli tarafından bilindiğinden Yahya abinin bu durumu pek hoş karşılanmazdı. Ama ağlamaması ve aniden alışılmışın aksine ortamı terk edip gitmesi dışında, bütün mahalle onun takva sahibi bir mümin olduğunda ittifak içindeydiler. İnsan sarrafı özelliğine sahip olduğumu düşünen biri olarak, bu durumu anlayamamıştım. Acaba Yahya abi yaşadığı bu acılar içinde ağlama yetisini mi kaybetmişti? Yoksa genetik bir şey mi vardı? Çünkü bazı eski mahalle amcaları arasında konuşurken duyduğum şey beni gerçekten çok şaşırtmıştı. Yirmi üç yaşındayken anne ve babasının trafik kazasında öldüğü haberi kendisine söylendiğinde, şok hali almış yüzü ile mahalleliye bakmış, sonra ağlamadan üzgün bir şekilde arka sokaklara doğru koşmuş. Daha sonra mahalleli kaldırım taşı üstünde, düşünceli bir şekilde ileriye doğru bakar halde bulmuşlar. İşte Yahya abinin bu durumu hem canımı sıkıyor hem de merak ettiriyordu.
Yine haftalık sohbet için bir kardeşin evinde toplanmıştık. Yahya abide gelmiş, insanlar ile bazı konular üzerinde konuşuyordu. Sohbet başlamıştı. Bu sefer yine konu duyguları alt üst eden bir konuydu. Hadid sûresinin 16. ayetinin tefsiri yapılıyordu. Birçok mümin ya içine doğru ağlıyor ya da gözü yaşlı olarak dinliyordu. Bende dayanılmaz durumdaydım. Derimin ürperdiğini hissederek sessizce ağlıyordum. Gerçekten bu ayet müminler için kalpleri parçalayan, kimsenin kınamasına gerek duymadan insanın kendi kendisini kınadığı ve utandığı bir ayetti. Gözlerim yaşlı bir şekilde iken bir kapı sesi duydum. Kafamı kaldırdığımda, Yahya abinin olduğu yer bomboştu. Yine Yahya abi gitmişti. Bu duruma artık son vermeliydim. Nasihat etmek için ardından çıktım. İleride, karanlığın içine doğru koşar adımlarla yürüdüğünü gördüm. Evinin yoluydu bu yol. Arkasından bende yürüyordum. Artık merakımı giderecektim. Bu adam neden ağlamıyor ve neden orta yerde çıkıp gidiyordu. Evine kadar takip ettim. Tek katlı müstakil eve alelacele girdi. Arkasından eve girmek yerine evin ışığının yandığı odanın penceresine doğru yaklaştım. Pencerenin camı, odayı havalandırmak için yarım açıktı. Pencereye gizlice yaklaşıp bakmak, edep açısından kusurlu olsa da merakıma yenildiğimi kabul etmekle birlikte bu durumun mahalleli açısından da sağda solda konuşulması hoşuma gitmiyordu. İşin aslını öğrenmek zorunda olduğumun kanaatine varmıştım. Kendimi bu konuda ikna ettikten sonra pencereden içeriye doğru baktım. Ve öylece donakaldım… Gözlerim ve kulaklarım gördüğüm ve işittiğim durum karşısında hayretler içindeyken, zihnim bulanıklaşıyordu. Yahya abi, seccadenin üstünde secde halinde yüksek sesli bir şekilde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ağlarken bir yandan da yüksek sesle yakınıyordu: “Allah’ım! Arkamdan konuşacak olan kardeşlerime günah yazma. Onlar bilmiyorlar. Nerden bilsinler ki faniler içinde ağlamaktan çekindiğimi? Allah’ım sen kardeşlerimi af et! Nerden bilsinler ki sadece senin huzurunda tek başıma ağlayabildiği mi? Nerden bilsinler ki Allah’ım! Senden haya ettiğimi?”
Yahya abi ağladı… konuştu…tekrar ağladı. Onunla beraber bende ağladım. Ama o ağladığı için değil, nefsim için kendime ağladım.