Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2024 Nisan / 137. Sayı
İslami değerlerin yoğun bir saldırıya maruz kaldığı ve hayatımızdan çıkmaya yüz tuttuğu zor bir dönemden geçmekteyiz. Gerek ferdi gerek toplumsal hayatımızda İslam’ın hâkim oluşu, yön vericiliği gün be gün azalmakta; değişim ve dönüşüm aleyhimize olacak şekilde hızla ilerleme kaydetmektedir. Sanki Efendimizin haber verdiği üzere İslam’ın halkalarının teker teker çözülmeye başlandığı bir döneme şahitlik etmekteyiz. Yine İslam ahkamının ilahi yönünün görmezden gelindiği ve hadlerin aşılarak kıyasıya sorgulandığı bir sürecin de tam içinde bulunmaktayız. Bu gerçekten ürkütücü, vahim bir durumdur. Çünkü bahsi geçen değişim ve dönüşüm haşmetli orduların bile büyük savaşlar vererek kolay kolay elde edemeyecekleri bir neticenin ifadesi olmuştur. Zira düşman bu sefer kaleyi içten fethetmenin kıyısına kadar gelmiştir. Fesat artık sadece dış dünyanın bir parçası değil kalplerin de nasibini aldığı bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
İslam ahkamının hiçe sayıldığı her ortam fitne fesadın nemalanmasına müsait olan mümbit arazilerdir. Şeytan böylesi bir zeminde şer tohumlarını ekmek ve kalpleri saptırmak hususunda hiç de zorlanmayacaktır. Zira hakkın susturulduğu bir yerde batılın sevinç çığlıklarını duymak çok uzun sürmez. İşte bizler hakkın yetim bir çocuk gibi örselendiği, kenara köşeye itildiği bir dönemin arkasından şeytan ve avanesinin zafer naralarını duymak istemeyen ve bunun gerekleri için çalışıp didinen Müslümanlar olmak zorundayız. Bu, dinimizin bize yüklemiş olduğu ilahi bir vazifedir. Her Müslüman gücü nispetinde bu yükü sırtlanmak ile mükelleftir.
Günümüzde İslam ahkamının hiçe sayıldığı şeytan ve dostlarının cirit attığı hususlardan birisi de mahremiyet meselesidir. Dinimiz İslam, kadın ve erkeği bu hayatın öznesi olarak kabul ederken onlar arasındaki münasebete dair temel kaideler belirlemiştir. İnsanoğlu bu kaidelere riayet ettiği sürece selamette; onlardan ayrı düştüğü müddetçe de tehlikededir. Çünkü bizleri yaratan, en güzel şekilde suret veren Rabbimiz siretlerimizin de suretlerimiz gibi güzel kalabilmesi için bu esasları selametin anahtarı kılmıştır. Nasıl ki Âdem babamız ve Havva annemiz ilahi buyruğu gaflet ile çiğneyip mahcup bir duruma düştülerse onların evlatları da şeytanın adımlarını takip ederlerse aynı mahcubiyeti yaşayacaklardır. Bu bakımdan insanoğlu Allah ve peygamberinin hayat veren ölçülerine her daim uymak zorunda, kulağını ve kalbini bu buyruğa vermek durumundadır.
Hal böyleyken insanoğlu neden her defasında mahremiyet[1] sınırlarını kaldırmak istemektedir?
Kadın ve erkek arasındaki ilişkinin ilahi kurallardan tecrit edilmesi insana ne kazandıracaktır ki o bu hususta din ile çetin bir mücadeleye girmektedir?
Bu hususlar üzerine uzunca düşünmemiz gerekecektir. Zira bunlara dair tatmin edici cevaplar bulamadığımız ve kesin tespitler yapamadığımız her an aleyhimize işlemektedir. Yeni gelen nesillerin bu fasit düzen üzere yetişmeleri, hepsinin hep aynı yerden zehirlenmesi bu hususun insanlık için nasıl bir bataklığa dönüştüğünü göstermeye yeterli olacaktır.
İnsanın sahip olduğu şehevi arzulardan ötürü mahremiyetin sınırlarına riayet etmediği bir hakikattir. İçinde onu tetikleyen bir dürtünün sürekli olarak devam etmesi ve kendisinin de her daim ona karşı koymaya çalışması gerçekten zor bir durumdur. Üstüne bir de şeytanın müdahalesi eklenince bu zorluk daha da artmakta ve yangın daha da alevlenmektedir. Şehvetin insanı esir almaya çalışmasının gerçekten tehlikeli ve zor bir durum olduğunu kabul ediyoruz. Ancak bununla birlikte mahremiyet meselesinde bundan daha büyük etkenlerin olduğuna da inanıyoruz. Şöyle ki; günümüzde fertler nefsani arzularından ötürü bu sınırları aşıyor gibi gözükseler de durum aslında bunun da ötesine geçerek insanoğlunun Rab tanımaz, kendi başına buyruk bir hale gelmesinin farklı bir tezahürüdür diyebiliriz. Burada, hata edip nefse uymaktan daha ziyade nefsi ilah edinip ısrarla onun istekleri doğrultusunda gelişen bir sürecin olduğunu ve bu sürecin de Rab ile girilen bir çatışmaya evrildiğini söylemek istiyoruz. İddia büyük olsa da maalesef vaziyet bundan ibarettir. Çünkü kadın erkek arasındaki gayri meşru ilişkilerin (ihtilat, flört, sevgili, zina) büyük bir kısmında öze indiğimiz vakit karşımıza çıkacak olan tablo fertlerin bunu bir hata olarak görmesi değil zaten sahip oldukları bir hak gibi telakki etmeleri olacaktır. Yani fertler bu durumu gafletin neticesi olarak değil uhdelerinde bulundurdukları bir hakkın semeresi olarak görmekteler. Hal böyle olunca bu hakkı ellerinden almak isteyen varlık din de olsa Rab da olsa ona karşı durmaktan, kendi haklarını(!) müdafaa etmekten geri durmamaktalar. Bu sebepten ötürüdür ki; yaptıklarının dinen hatalı olduğu kendilerine hatırlatılınca ağızlarından dökülen cümleler İslam ahkamını ne kadar hafife aldıklarını ne denli hiçe saydıklarını apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır.
F-L-Ö-R-T
İslam’ın çizdiği mahremiyet sınırlarını aşmanın farklı şekil ve dereceleri vardır. Haram bakışlar bu işin başlangıcı olurken lakayt ortamlardaki birliktelikler, zamanla gelişen muhabbet ve arkadaşlıklar, sevgili olma durumları ve nihayetinde zina ile son bulan bir akıbet…
Dinimiz zinaya giden bu süreci daha işin en başından itibaren engellemek için sınırları çok net tutmuştur. Bu hususta Rabbimizin şu buyruğu dikkate şayandır:
“Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur.” (İsra, 32)
Emir gayet açık ve hikmetlidir. Zina yapmayın değil zinaya yaklaşmayın! Çünkü zina kendisine yaklaşanı yutacak kadar tehlikeli bir şeydir. Bu sebeple bu girdabın içine düşmek istemeyen herkes ona çıkan tüm yollardan beri olmak zorundadır.
Zinaya götüren sebeplerin başında flört denilen illet zikredilebilir. Sevgili olma durumu ya da sevgili olmaya giden süreci ifade eden, cinslerin karşılıklı olarak birbirini etkilemeye çalıştığı bu fasit durum mübah görülecek seviyede insanların ahlaklarına sirayet etmiştir. Geldiğimiz noktada toplumun kahir ekseriyeti bu çirkin fiilden ötürü bir sıkıntı duymamakta onu bir problem olarak görmemektedir. Nihayetinde ise kızlarını kıskanmayan babalar, oğullarını tamamen serbest bırakan ebeveynler, evlenmeden önce birçok kimseyle sahte gönül bağları kurarak bedenlerini ve ruhlarını kirleten bireyler…
Flört; edep sınırlarını aşan insanı Rabbinden uzaklaştırdığı gibi onu insani değerlerden de uzaklaştırır. İnsan yaratılış itibariyle kıymetli bir değeri haizken bu çirkin fiil sebebiyle bunları kaybetmektedir. Birçok karşı cinsle beraber olan, kendisini koruma altına almayan, gönlünde onlarca kişiye hak etmediği yerleri tahsis eden bir kimse nasıl bir değere sahip olabilir ki! Bu, insanın kendisini kullanılıp atılabilen bir paçavraya dönüştürmesinden başka bir şey olabilir mi! Bu sebeple, flört insanın sadece Rabbine karşı işlemiş olduğu bir cürüm değil aynı zaman da kendisine de yapmış olduğu bir zulümdür.
Flörtün zararları bu kadarla da sınırlı değildir. Flört eden kimseler gönül dünyalarını da zehirlemekte evlilik hayatını daha başlamadan önce katletmektedirler. Evlilik öncesi birçok kişiyle duygusal ilişki yaşayan bir kişi bunların hepsinden hoşa giden bir özellik görmekte ve bunların tamamını evlendiği kişiden beklemektedir. Oysa ki tamamen suni ve yalansal olan bu süreçte gördüğünü zannettiği güzellikler de aslında güzellik olmadığı gibi bunların hepsini bir kişiden beklemek de gerçekçi değildir. Böyle kirli bir geçmişle evlilik hayatına adım atan bireyler karşılarına dikilen bu hakikatten sonra evlilikten nasıl lezzet alabilirler ki! Evlilik onlar için peygamberin pak bir sünneti nasıl olabilir ki! Olmadığı ve olamayacağı için de evliliğini flörtle kirleten çiftler aynı zamanda evliliklerini flörte kurban vermek zorunda kalanların da ta kendileri olacaklardır.
Evlilik sabır ve sebat işidir. İki günlük gönül eğlendirme değildir. Evlenen bireyler mutluluğu yakalamak için gayret etmek ve birtakım şeylerden feragat etmek zorundadırlar. Tüm bu zorunluluklara dayanma ve sabretme özelliği ise flörtü ahlak edinmiş bir kimsede asla bulunamaz. Bu kişi zora düştüğünde yarı yolda bırakmaya alıştığı için evlilik onun tamamlayabileceği bir yolculuk olmayacaktır. Bu bakımdan flörtün aileleri yıkan, saadeti ortadan kaldıran yönünü vurgulamak gerekecektir.
NİŞANLILIK
Flörtü insanların zihninde meşru kılan en büyük aldatmaca evlenmek istenilen kişiyi tanıma çabasıdır. İnsanlar evlilikte risk almamak için flörtü bir tedbir olarak görmektedirler. Aslında gördüklerini zannetmektedirler. Çünkü vakıalarla sabittir ki; flört hayatı yaşayanların çok büyük çoğunluğu o flörtü evlilik ile neticelendirmemektedir. Bu ise flörtün evlilik öncesi süreçten beklenileni karşılayamadığının açık bir göstergesidir.
Dinimiz evliliği hayati bir mesele olarak görmüş ve onu riske atacak tedbirleri de almıştır. Evlilik öncesi fertlerin tanışıklığını güçlendiren ve İslami kurallarla mahdut haline getirilmiş olan nişanlılık dönemi burada zikredilebilir. Nişan, evlenmek isteyen çiftler için hem bir nişane, alamet hem de evliliğe hazırlık sürecidir. Çiftler İslam’ın müsaade ettiği şekliyle nikah öncesi halvet sayılmayacak bir surette bir arada bulunabilecek ve birbirlerini kısmen de olsa tanıma imkanına sahip olabileceklerdir. Bu tanıma kısmen olacaktır; çünkü tam anlamıyla tanışıklık ancak nikah ile mümkündür. Zaten flört sürecinde de onca birlikteliğe ve yakınlığa rağmen fertlerin birbirini tanıyabildikleri iddia edilemez.
Netice olarak İslam flörtü yasaklarken meseleyi çözümsüz bırakmış değildir. Temiz bir başlangıç yapmak isteyenler için evliliğe dair tüm ahkam dinimizde ziyadesiyle mevcuttur. Burada bireylere düşen sabretmek, haramlara bulaşmamak ve böylece temiz bir evlilik hayatına mesud bir şekilde yeni adımlar atmak olacaktır.
[1]. Mahremiyetten kastımız kadın-erkek ilişkisindeki ayrılığa dair dinimizin çizmiş olduğu sınırların tamamıdır.