Kapak Dosya – Mustafa Tatlı / 2014 Ağustos / 21. Sayı
Allah azze ve celle’nin Hz. Muhammed’i peygamber olarak görevlendirmesiyle İslam daveti tekrar filizlenmeye başladı. Hz. Peygamber’in İslam’ı insanlara ulaştırmasıyla Mekke topraklarına atılan davet tohumları gönüllerde yeşerdi ve büyüdü. Mekke’de her kesimden insan Müslüman olmaya başlamıştı. Fakat davetin meyve verip tüm topluma yayılması için Mekke uygun bir zemin değildi. Mekke’de inen ayetler imanı, ahireti, cennet ve cehennemi işleyerek gönülleri Allah’a bağlamış, sıkıntılara ve zorluklara hazırlamıştı. Burada oluşan Müslüman topluluk, yeryüzünde İslam’ın yayılmasında büyük bir önemi olan hicretle verimli topraklara yayılmaya başlamıştı. İşte bu mukaddes topraklar Ensar diyarı Medine’ydi.
Muhacirler, imanlarını hayata aktarmak için mallarını, yakınlarını, yurtlarını bırakıp hicret etmişlerdi. Bu fedakârlıkları yapan Muhaciri Ensar tüm samimiyetiyle kucaklamış, onlara yurtlarını açmışlardı. Allah azze ve celle bu durumdan şöyle bahseder: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”(1)
Ensar, Muhacir kardeşlerine büyük fedakârlıklar gösterip aşırı derecede ikramda bulunuyordu. Hatta Muhacirleri paylaşamıyorlardı da aralarında kura çekiyorlar, kura kime çıkarsa Muhacir ona gidiyordu. Ensar bu kadarla da kalmadılar: “Ya Rasulallah, hurmalıklarımızı da Muhacir kardeşlerimizle aramızda paylaştır.” dediler. Hz. Peygamber: “Hayır, öyle olmaz!” bunun üzerine Ensar Muhacirlere : “Öyle ise, tımar ve sulama zahmetini siz üzerinize alınız da sizi hurma mahsulüne ortak yapalım.” dediler. Orada bulunan herkes: “İşittik ve itaat ettik.” dediler.(2) Muhacirler de bu samimi çabaları takdir edip suistimal etmemişler ve bu tür yardımları ihtiyaçları kadar kabul etmişlerdir. İşte bu ortamda Rasulullah, yaklaşık hicretten beş ay sonra Muhacirle Ensarı yeminleşme akdi ile ikişer ikişer kardeş yapmıştır. Enes b. Malik’in evinde birkaç kez gerçekleşen bu kardeşlik akdiyle alakalı kaynaklarda nakledilen çeşitli sayılar vardır. İbn Sa’d Tabakat’ında 62 iki Ensar-Muhacir çiftinin isimlerini nakletmektedir. Bu isimleri nakleden bir diğer kaynakta İbn İshak’tır.
İnsanlık tarihi, hicri birinci yüzyılda, Muhacirlerle Ensar arasında gerçekleştirilen kardeşlik ahdine benzer bir olaya şahit olmamıştır. Bu kardeşliğin kurulması, zorla veya devleti ele geçirmekle yahut mallara el koymakla değil, aksine, Hz. Peygamber’in gözetimi altında ve kardeş olmak isteyenlerin bütün varlıklarıyla, candan ve gönülden bu işi istemeleriyle olmuştur. Bu olay, bugün yeryüzündeki İslam davetçileri için uygulanabilecek canlı bir örnektir.
Enes b. Malik (r.a)’ın ifadesine göre; Efendimiz, Abdurrahman b. Avf ile Sa’d b. Rebi’ arasında kardeşlik tesis etmiştir. Sa’d, Abdurrahman b. Avf’a: “Ben Ensarın en çok mala sahip olanıyım. Malımı ikiye bölüyorum. İki tane de eşim var. Bak hangisini beğenirsen onu boşayayım, iddeti bitince onunla evlen.” dedi. Abdurrahman da:
“Allah senin ehline ve malına bereket ihsan etsin. Sen bana çarşının yolunu göster.” dedi. O da onu çarşıya götürdü. Abdurrahman kaymak ve yağ gibi süt ürünleri satarak epeyce para kazandı. Bir müddet sonra Rasullullah onu değişik gördü. Üzerinde damatların sürdüğü cinsten bir koku vardı. Efendimiz: “Ey Abdurrahman! İşler nasıl gidiyor?” diye sordu. O da: “ Ya Rasulallah! Ensardan bir kadınla evlendim.” diye cevap verdi. Efendimiz: “Ne kadar masrafın oldu?” buyurdu. O da: “Beş dirhem altın harcadım.” dedi. Peygamberimiz de: “Bir koyunla bile olsa ziyafet ver.” buyurdu.(3) Abdurrahman b. Avf: “Kendimi öyle bereket içinde buldum ki, elimi neye atsam altın-gümüş olacak sanıyordum.”dedi. Bizlere örnek olması gereken bu hadisede, servetleri paylaşma teklifi mal sahibi olan Ensardan gelmiştir.(4)
Musa b. Damra b. Said radıyallahu anh babasından şöyle nakletmiştir: Hz. Peygamber Medine’ye gelince bazı Muhacirlerle Muhacir arasında ve yine Muhacirlerle Ensar arasında kardeşlik tesis etti. Bunlar arasındaki kardeşlik, hak ve yardımlaşma esasına göreydi. İçlerinden biri vefat ettiği zaman diğeri ona akraba olmadığı halde mirasçı olurdu.(5) Bu kardeşlik akdi Bedir savaşından önceydi. Daha sonra bu durumla ilgi şu ayet inerek daha önceki uygulama kaldırılarak kardeşlik ahdiyle mirasçı olma uygulamasına son verildi: “…Allah’ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmağa) daha uygundur. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir.”(6)
Peygamberimiz bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden tek bir dost edinseydim, Ebubekir’i edinirdim. Fakat İslam kardeşliği daha üstündür.”(7) Hz. Peygamber bu inanmış toplumun en büyük ferdiydi. Ama özel bir isim ve lakapla onlardan ayrı bir insan değildi. Onların içinden, onların evlerinden biriydi.
Hakkaniyet üzerine tesis edilmiş kardeşlik, madde temeline dayalı toplumlarda hayat bulamaz. Çünkü oralarda cehalet, korkaklık, cimrilik, hırs ve menfaat yaygındır. Böyle yerlerde kardeşlik olamayacağı gibi sevgi de tutunamaz. Sevgi, tek başına şiddetle akıp giden bir su kaynağı gibidir. Kardeşlik de kanun ve merasimlerle elde edilmez. Bunlar insanların kibir, cimrilik ve zillet duygularından kurtulmasının eseridir.
İlk Müslümanlar arasında karşılıklı kardeşlik mübadelesi vuku bulmuştur. Çünkü onlar İslam’ı hayatlarının bütün evrelerine uygulayacak kadar yüceltmişlerdir. Onlar Allah’ın kardeş olmuş kullarıydılar. Eğer nefislerinin kulları olsaydılar, birbirlerini yer bitirirlerdi.(8)
Fıkhu’s-Sire müellefi Münir Gadban kitabının Ensar-Muhacir kardeşliğinden bahsettiği bölümdeki konuyla ilgili değerlendirmelerinde biri şudur: Bir araştırmacı, kardeşlik ahdi esnasında Medine’deki sosyal hayatın esaslarını ortaya çıkarıp bu büyük ufku ve ona eşlik eden sevgi, karşılıksız verme, fedakârlık, tercih gibi duyguları gözler önüne serse ve bugün yeryüzü toplumlarında görülen pislikleri ve kokuşmuşluğu da karşılaştırma için gözler önüne serse, bu dinin (temeldeki) büyüklüğünü herkes anlar. Dünyadaki kominizim, sosyalizm ve kapitalizm sistemlerinin günden güne çöktüğünü idrak eder. Ve Allah azze ve cellenin bu din sebebiyle bu topluma verdiği nimetleri kemale erdirdiğini görür. O sistemlerin temel prensiplerini dillerinden düşürmeyen, onları insanları hak ve ümit kaynağı gibi sunanlar, insanın içindeki hayır duygunu öldürmeye çalışmaktadır.
Onlara göre idari güç, kuvvet, kahretme ve alçaltma gibi imkanlar ona sahip olanların elindedir. Her sahip olan ise patrondur, hırs sahibidir ve iktidar gücünü elinde bulundurmak ister. Ancak kanlı bir ihtilal ile idari mekanizma onun elinden alınabilir. Sınıf mücadelesiyle de mülkiyeti elinden alınır. Hatta zorunlu ihtiyacı olan gıda bile ona verilmez. Bunların hepsinin hiçbir şeye sahip olmayan köle haline getirilmeleri gerekir. Devlete hakim olan tabaka hayır ve hakkı temsil eder. Sahip olduğu her şey üzerinde fiili tasarrufu vardır. Proletarya diktatoryası işte budur. Bu tabiri onlar kendileri söyleyip hoşlanıyorlar.
Bu sistemler bir birlerinden az veya çok farklıdırlar. Bu fark, fakirlerin kanlarını emmedeki güçlerine göre çeşitli şekiller alır. Yine bu farklılık hükmettikleri kimselerin yiyeceklerini, canlarını ve gayretlerini kullanma derecesine göre değişir. Bu tutumların gayesi, bütün servetin kendi ellerine geçmesidir. Kanun yapmalarının amacı ise; bu zulüm, azgınlık ve suça teşvikin kendi yaptıkları kanunlara uygun olduğunu göstermek içindir. Çünkü onlar kanun yaparken istedikleri gibi yapma ayrıcalığına sahiptirler!(9)
Konumuzu Muhacir ve Ensarın hendek kazarken dile getirdikleri sözlere Hz. Peygamber’in verdiği karşılıkla bitirelim:
«اللَّهُمَّ لاَ عَيْشَ إِلَّا عَيْشُ الآخِرَهْ … فَأَكْرِمِ الأَنْصَارَ وَالمُهَاجِرَهْ»
“Allah’ım! Hayat ancak ahiret hayatıdır. Ensara ve Muhacire ikram eyle.”(10)
—————————————–
1. Haşr, 10.
2. Buhari, Kitabu Menakibu’l-Ensar, 3782.
3. Buhari, Kitabu Menakibu’l-Ensar, 3780.
4. Münir Gadban, Fıkhu’s-Sire, c. 2, s. 13, Risale yay. 2010.
5. İbn Sa’d, Tabakât, 1/2/1.
6. Enfal, 75.
7. Buhari,
8. Muhammed Gazali, Fıkhu’s-Sire, s. 180.
9. Münir Gadban, a.g.e, c. 2, s. 18.
10. Buhari, Kitabu Menakibu’l-Ensar, 3794.