Yüreğimizin Gündemi

Gündem – Nedim Bal / 2014 Aralık / 25. Sayı

Osmanlı Devleti 1500’lü yıllardan itibaren, iyisiyle kötüsüyle, sevabıyla günahıyla Hristiyan dünyasında İslam âleminin askeri ve siyasi otoritesini temsil ediyordu.

Hristiyan Batı (haçlılar) ne zaman İslam’ın değerlerine Müslümanların can, mal ve ırzlarına karşı bir hücumda bulunmak isteseler karşılarında muhatap olarak İslam dünyasının otoritesini temsil eden Osmanlı Devletini buluyorlardı.

Bu askeri ve siyasi otoritenin nasıl bir şey olduğunu önemini ve gücünü anlamak için şu örnek yeterli olacaktır:

Bildiğiniz gibi başta Danimarka olmak üzere birçok Hristiyan ülkelerde “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e hakaret içeren Karikatürler yayınlandı… Bu alçakça davranışlar karşısında Pakistan’dan, Endonezya’ya; Afganistan’dan, Suudi Arabistan’a; Türkiye’den, Hindistan’a halkı Müslüman olan birçok ülkede gösteriler yapıldı. Bazı ülkelerde Hristiyanların elçilikleri basıldı. Birçok devlet başkanı bu hakaret içeren Karikatürlerin derhal yasaklanmasını istedi. Sayıları milyonu bulan protestocularla defalarca büyük yürüyüşler yapıldı. Sloganlar atıldı. Peki ne oldu? Sıfır. Batı dünyası açıklama yaptı: “Bu durum ifade özgürlüğüdür. Yasaklayamayız.” Yani Hristiyan batı dünyası “Peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e sövmeyi, hakaret etmeyi “ifade özgürlüğü” kabul ettiğini resmen açıkladı.

Ne yapabildik? Gök kubbeyi başlarına yıkabildik mi? Hayır. Sadece bağırabildik “Kahrolsun Amerika, Kahrolsun İsrail, Kahrolsun Emperyalizm.” O kadar…

İslam’a, Peygamberimize, Müslümanlara hakaret ve düşmanlık bu günün meselesi değil… Bu durum Müşrik Hristiyan ve Yahudilerin geçmişten beri genlerinde var olan bir pislik…

Osmanlı Devleti Padişahı Abdülhamid Han döneminde Fransa’da  “Muhammed ve Cenneti” isimli bir tiyatro oyunu sergilenmek istenir. Abdülhamid Han bu haberi alınca derhal Fransa Krallığına bir mektup yazarak “Bu küstahça oyun sergilendiği takdirde Cihad ilan edeceğini ve ordularıyla Fransa’ya girip kendisinin bu oyunu kaldıracağı” tehdidinde bulunur. Sonuç?.. Fransa’da oyun derhal yasaklanır.  Daha sonra İtalya’da bu oyun sergilenmek istenir. Abdülhamid bir mektup daha yazar ve orada da oyun yasaklanır. Sonra İngiltere bu oyunu sergilemek isteyen bu tiyatro ekibini ülkesine davet eder. Fakat daha sert bir mektup gönderilir ve İngiltere’de de bu alçak tiyatro oynanamaz. Avrupa’da açıktan açığa bu oyun oynanamayınca bu sefer oyunun yazarı ve tiyatro ekibi Amerika’ya gider. Fakat Abdülhamid Han bir mektupta Amerika’ya yollar ve Amerika’da da oyun resmi olarak yasaklanır.

İşte İslam coğrafyasının birliği ve gücünü temsil eden “siyasi otorite” böyle bir şey…

Onlarca devlet adamının milyonlarca Müslümanın yapamadığını bir mektup yapabiliyordu: Niçin?

Çünkü o basit bir kâğıt parçası değildi. O mektup, İslam âleminin birliğini, gücünü ve öfkesini temsil ediyordu.

Osmanlı devletinin hâkim olduğu geniş coğrafya ve bu coğrafya üzerindeki Müslüman halkların İslami hassasiyetleri, bir anda yapılacak Cihad çağrısının karşılık bulması demektir. Böylece onlarca farklı milletten 100 binlerce insanın bir araya gelip, İslam’ın sancağı altında savaşması ihtimali Hristiyan batı dünyasını korkutuyordu. Hristiyan batı âlemi yani Emperyalizm, bunu göze aldığı ve Haçlı seferleri düzenleyerek İslam dünyasının siyasi ve askeri otoritesini temsil eden Osmanlı Devletiyle savaştığı her dönemde zararlı çıktı.

Hristiyan batı dünyasıyla, İslam coğrafyası arasında bir kale gibi duran ve Emperyalist işgallere izin vermeyen bu otoritenin (Hilafet Makamının) yıkılması gerekiyordu.

1914 – 1918 yılları arasında yapılan birinci dünya savaşında, başta İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya, Avustralya, Yunanlar olmak üzere birçok haçlı Hristiyan devleti birleşerek Osmanlı Devletine saldırması sonucu Hilafetin merkezi Osmanlı Devleti savaşı kaybetmiş ve ağır bir mağlubiyet almıştı…

Savaşın galibi olan işgalci Emperyalist devletlerin plan ve kontrolü ile Osmanlı Devletlerinden koparılarak 23 irili ufaklı devletçik kuruldu…

Emperyalist Hristiyanların iradesiyle kurulan bu uydu devletçiklerin başına, kendilerine bağlı olan, batının çıkarlarına hizmet eden soysuz idareciler ve adamlar getirildi.

Emperyalist Hristiyan batının kendi elleriyle çizdikleri ve bizzat kendi elleriyle iktidara getirdikleri kukla rejimler ve diktatörler 90 yıldır Müslüman halkları yönetmektedirler.

Müslüman halkların başına getirilen kukla rejimler ve diktatörler, ilk iş olarak İslam dininin inanç esaslarını bozmaya, bid’at ve hurafeleri yaymaya, İslam’i yaşam tarzından toplumları uzaklaştırmaya çalışmışlardır.

Çünkü İslam’ın inanç esasları ve yaşam tarzı Siyonist ve Emperyalist sömürüyü, topraklarının işgal edilmesini, kâfirlerin otoritesine boyun bükmeyi, Hristiyan ve Yahudilerin dost edinmeyi, İslam şeriatı (kanunları) dışında başka kanunlarla yönetilmeyi asla kabul etmez…

Hâl böyle olunca ya milyonlarca Müslümanı tek tek bulup öldüreceksiniz, yâda Müslümanların inançlarını ve yaşam tarzını değiştireceksiniz.

Emperyalist Hristiyan âlemi ve Siyonistler ikincisini tercih ettiler. Çünkü birincisi mümkün gözükmemekteydi. Bu amaç doğrultusunda hemen işe koyuldular. Hedefleri; sömürüyü, işgali kabul eden, Yahudileri, Hristiyanları dost ve kardeş gören, Siyonistlerin ve emperyalistlerin hâkimiyetine karşı çıkmayan, Allah’ın şeriatı (kanunları) yerine demokrasinin veya sosyalizmin en ideal yönetim biçimi olduğuna inanan Müslüman halklar yetiştirmekti. Bunu da büyük ölçüde başardılar.

Dikkat edilirse istisna olaylar dışında emperyalist ve Siyonist güçlerin gösterdiği amaçlara sadıkane(!) hizmet eden hain rejimler ve bu rejimlerin idaresini kabul ederek, memnun gözüken halkların yaşadığı ülkelerde rahat, sorunsuz ve sakin bir hayat ön plana çıkmaktadır. Yani sesini çıkarmadığın, onlar gibi inandığın, onlar gibi yaşadığın müddetçe sorun yok.

İşte bu hâl emperyalist ve Siyonistlerin en büyük başarısıdır. Bir düşünsenize, geçmişte ilahi Kelimetullah (Allah’ın şeriatının hâkim olması) uğrunda Hristiyan âlemine karşı savaşan bir milletin torunları, şimdi Hristiyan ve Yahudileri dost kabul etmiş ve Allah’ın şeriatına karşı savaşıyor. Allah’ın hükmünün hâkim olmaması için mücadele ediyor. Fakat aynı zamanda kendini Müslüman olarak tanımlıyor, kendini Müslüman olarak görüyor. Bu ne tezat Ya Rabbi!

İSLAM DÜNYASININ ÇÖKÜŞ SEBEPLERİ

Genel olarak İslam âleminin perişanlığına ve Osmanlı Devletinin yıkılmasına sebep olan husus; son 300 yıldır İslam coğrafyasında yaşayan idareciler, âlimler, hâkimler, aydınlar, eğitimciler ve halk nezdinde yukarıdan aşağıya doğru bir bozulmanın, bir kokuşmanın başlamasıdır.

Bu dönemde; Tevhid inancı zayıflamış, şirk hurafe ve batıl inançlar yaygınlaşmış, Kur’an ve Sünnet’in rehberliğinden uzaklaşılmış, İslam’ın dost ve düşman tanımlaması dikkate alınmamış, cehalet artmış, tembellik ve dünyevileşme hızla yayılmış, çıkarcılık ve ahlâki çöküntü zirve yapmıştır.

Hâl böyle olunca yüce Allah’ın Sünnetullah’ı (toplumsal kanunlar) gereği izzetli ve şerefli günler mazide kalmıştır.

“İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur. “ (Rad: 11)

Artık devir ehli küfrün devridir. Bu hâl İslam toplumları kendi halini değiştirene kadar da böyle devam edecektir. Ehli küfür; bir ahtapot gibi bütün kollarıyla İslam coğrafyasını sarmıştır. Bu koca ahtapotun hayatta kalabilmek için beslenmesi gerekir. Onun hayatta kalabilmesi için ihtiyaç duyduğu besinde Müslüman halkların yaşadığı coğrafyalardaki yeraltı ve yeryüzü kaynaklarıdır.

Emperyalist ve Siyonistlerin avı olan biz Müslümanların; kanımızı yavaş yavaş emerek beslenen bu kâfir ahtapotun kollarından kurtulmak gibi bir niyetimiz, bir düşüncemiz, bir eylemimiz olmadığı müddetçe, yavaş yavaş, sakin ve rahatça ÖLME HAKKIMIZ(!) var.

Fakat biz Müslümanlar; İslam topraklarının kanını, canını, ırzını emerek beslenen bu kâfir ahtapotun ve onun emrindeki rejimlerin, diktatörlerin bize zulmeden kollarından kurtulmak, özgürlüğümüze kavuşmak için çareler aramaya ve çırpınmaya başladığımız an; işte o an; bize rahat ölüm, kolay ölüm, sakince bir ölüm hakkı yoktur.

Çünkü sen bu emperyalist, bu Siyonist, bu kafir ahtapotun ve onların uşakları münafık rejimlerin kuzu kuzu avı olmayı, kölesi olmayı, hizmetkârı olmayı kabul etmemekle suçların en büyüğünü işliyorsun!!

Biz Müslümanlar, Emperyalist Hristiyan kâfirleri, Siyonist Yahudi kâfirleri dost ve kardeş edindiğimiz, onların emrine boyun büktüğümüz, onların çıkarlarına hizmet ettiğimiz, onların yüceliğini kabul edip köleliğe razı olduğumuz müddetçe sakin bir YAŞAM HAKKIMIZ vardır.

Ne demek? Ne demek “ben köle değilim, ben tutsak değilim, ben onursuz, şerefsiz, haysiyetsiz değilim” demek. Ne demek “ben hür oğlu hürüm ve sadece Allah’ın kölesiyim” demek. Ey Müslüman senin böyle bir şey söyleyemeye hakkın yok ki!!!

Ey Müslüman! Ne zaman ki sen; asli kimliğine dönüp İslam’ın şahsiyetine bürünürsen, ne zaman ki sen; bu kâfir ahtapotun sömürüsüne ve onlara uşaklık yapan rejimlerin iktidarına karşı çıkarak onları tehdit edersen, ne zaman ki sen; “yeter artık ben kendi topraklarımın üstünde Hristiyanların ve Yahudilerin uşaklığını yapan satılmış yönetimler, rejimler diktatörler istemiyorum” dersen, ne zaman ki, sen; “benim topraklarımın üzerinde kâfir Amerika ve Avrupa’nın, lanetli Yahudi’nin söz sahibi olmasını istemiyorum” dersen, ne zaman ki, sen; “benim ülkemi Allah’tan başka hiç kimseden korkmayan hiç kimsenin uşaklığını yapmayan, dinine ve Müslümanlara ihanet etmeyen ve ülkemi Allah’ın kitabı, Rasûlu’nün Sünnetiyle yöneten idareciler istiyorum” dersen…

Ey bu ümmetin yiğit ve zulme isyankâr vicdanı! Şayet sen böyle dersen, tepene Amerikan, Rus, İngiliz, Yahudi bombaları iner… Sen böyle dersen, evin, yurdun, namusun çiğnenir. Sen böyle dersen, anan ağlar, baban ağlar, eşin ağlar, çocuğun ağlar… Sen böyle dersen; Gazze, Mısır, Çeçenistan, Afganistan, Suriye, My ambar, Somali, Irak kan ağlar.

Sen; sömürü düzenlerine karşı çıktığın ve “lanet olası bu düzenlerin istemiyorum” dediğin için adın TERÖRİST olur. Sen böyle der ve ümmetin özgürlüğünü savunursan senin adın BÖLÜCÜ’YE, FUNDAMENTALİST’E, RADİKAL’E, SELEFİ’YE çıkar.

Fravun’un Musa (a.s)’a dediği gibi… Firavun dedi ki: “Bırakın beni Musa’yı öldüreyim. Çünkü o sizin dininizi (düzenimizi) bozacak ve bölücülük yapacak.” (Mü’min: 26)

Ey Müslüman! Bütün bunları göze alamıyorsan, bu sömürü düzenlerine kölelik yapmayı istiyorsan o zaman kanını emen ahtapotun kollarına kendini teslim et! Çırpınma ve kurtulmaya çalışma! O zaman belki sakin ve rahatça bir ölüm hakkın doğabilir(!) Bu hakkını sonuna kadar kullan(!)..

Bu Ülkenin Hocaefendilerine, Liderlerine, Yazarlarına

Dünyada yaşanan olaylara ve bu olayların altında yatan sebeplere, kâfirlerin gözlüğünü takarak bakan, onların gözüyle olayları yorumlayan, hocaefendilere, liderlere, yazarlara seslenmek isteriz.

Bu ümmet üç beş kişinin mağarada toplanarak aldığı kararların acısını çekmiyor!.. Bu ümmet, üç beş maceracının giriştiği işlerin faturasını ödemiyor.

Bu ümmetin çektiği acıların sebebi, Düşmana düşman, dosta dost diyemeyen, İslam’ın düşmanlarına karşı canlarını ortaya koyan gençlerin önüne geçerek onlara doğru rehberlik yapmayan, sanal âlemdeki tebliğ faaliyetlerini gerçek hayattaki davet ile bir tutan, etliye sütlüye karışmayan, mevcut siyasal iktidarın gücünden nemalanan, mevcut iktidarın gölgesine sığınan siz değerli hocaefendilerimiz, liderlerimiz ve yazarlarımızdır. Sizsiniz bu ümmetin çektiği sıkıntıların sebebi.

Bu ümmetin çektiği acıların sebebi; davaları uğruna dünya zevklerini ellerinin tersiyle bir kenara itip hayatlarını feda edenler değil, hayatta kalabilmek ve sakince bir yaşam için hakka hak, batıla batıl diyemeyen sizlersiniz. Müslümanların çektiği sıkıntıların sebebi; bu aziz ümmeti, ahtapotun zehirli kollarından kurtarmak için kendi tatlı canlarını feda eden genç yiğitler değildir.

Bu ümmetin çektiği acıların vebali; İslam dünyasını kollarının arasına alarak sömüren bu dev ahtapotun kollarını kesmeye çalışan ihlaslı ve yiğit Müslümanlara; gâvur gözlüğü takarak yaptıkları yüzlerce hakaret, eleştiri ve kınamanın onda birini bu zalim ahtapota yap(a)mayan siz değerli hocaefendilerin, liderlerin, yazarların boynundadır.

Evet dünya küfrünün zulmünü ortadan kaldırmak için, şerefli, onurlu ve özgürce bir hayat yaşamak için, ilahi Kelimetullah’ın yeryüzüne hâkim olması için, zulmedilen insanlar, katledilen çocuklar, tecavüz edilen Müslüman hanımlar için yaşadıkları ülkelerde ayağa kalkan yada Hz. İbrahim’i yakmak için tutuşturulan ateşi söndürebilmek uğruna bir kova su taşıyan karınca misali, mazlumların yardımına koşan ve fiilen çarpışan Müslümanların metodunda, usulünde, pratiğinde hatalar, kusurlar olabilir. Bunlar eleştirilebilir de.

Fakat sizler bunun sebeplerini konuşmadığınız müddetçe, kıyam eden Müslümanları eleştirdiğinizden daha fazla zalim ahtapotu eleştirmediğiniz müddetçe, dünya küfrüne, onun metot ve usullerine açıkça tavır almadığınız müddetçe bu ümmetin evlatları sizin samimiyetinize nasıl inansın?? Sizlere nasıl sizlere güvensin? Bu ümmetin genç ve fedakâr nesli sizin arkanızdan nasıl gelsin?

Yuh olsun zalim hırsıza laf etmekten korktuğu için mazlum ev sahibine hakaret etmeyi, onu kınamayı ve iftira atmayı yiğitlik(!) hocalık(!) yazarlık(!) abilik(!) zanneden zavallılara.

Sizlerde nasıl olsa bu zalim ahtapotun kolları arasında bir gün öleceksiniz. Ama sakince, teslimiyet ve aşağılanmışlık içinde…

Birilerine ise rahat ölüm yok. Onların bedenleri hak yolunda acı çekecek belki de parçalanacak. Ama özgürce ama şereflice ama Müslümanca….

Sizin haliniz şu hikâyedeki insanların haline ne kadar benziyor;

Kurtuluş savaşı yıllarında ermeni çeteler Müslümanların yaşadığı bir köyü basarlar. Köylüleri sıraya geçirirler ve tek tek vurmaya başlarlar. Halk kuzu gibi ölüm sırasının kendisine gelmesini bekler. Bu esnada sırada bekleyen bir çocuk dayanamaz ve bağırır “Zalimler, Kâfirler! Bu yaptıklarınızın hesabını Allah’a vereceksiniz.” Herkes bu sese dikkat kesilir. Sırasında ölümün kendisine gelmesini bekleyen dede, bu şekilde bağıran torununun elinden tutup çeker ve susturmaya çalışır “Evladım sus, konuşma sakın. Başımızı belaya sokacaksın!!!”

Selam ve Dua ile Allah’a Emanet Olunuz.