Salgın Hastalıklar Ve İmtihan

Gündem Analiz – Nedim Bal / 2020 Eylül / 94. Sayı

Koronavirüs (Covid-19) dünyanın ve Türkiye’nin birinci gündemi olmaya devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü bu virüsü “küresel salgın” olarak nitelendirdi, yani pandemi. Şu an 120’den fazla ülkeye yayılmış olan bu virüs ile birlikte dünyanın bugünü ve yarını üzerine farklı tartışmalar da başlamış durumda. 

Covid-19 Virüsünün nasıl ortaya çıktığına dair komplo teorileri, hastalığın yayılmasından sonra hangi ülkenin nasıl önlemler aldığı ya da alamadığı, ülkelerin sağlık sistemleri, alınan önlemlerin ülke ekonomilerine etkileri, özel ilaç şirketlerinin hastalığa karşı aşı geliştirme çalışmaları, bu aşıların işe yarayıp yaramayacağı, ülkelerin gelecekte daha korkunç salgın hastalıklar karşısında nasıl bir yol izlemesi gerektiği gibi birçok konu medya önünde herkesçe tartışılır oldu. 

Ekranlarda gece gündüz yapılan bu tartışma ve yayınlar artık bir noktadan sonra toplumun bir kesimini paranoyak yapmış durumda. Her an koronaya yakalanabilirim korkusu ve aşırı korunma iç güdüsü gerek ailevi gerekse sosyal sorunları da beraberinde getirmiş durumda.

Öte yandan diğer bir kesim ise gayet duyarsız ve tabi ki gayet tedbirsiz! Özellikle bu kesimlerin duyarsız ve tedbirsiz davranmalarının en büyük sebebi; Covid-19 Virüsü diye bir şey olmadığına bunun küresel sermayenin bir uydurması olduğuna inanmaları. 

Komplo Teorileri Gerçek mi? 

Bu salgın hastalıkla beraber koronavirüs hakkında birçok iddia ortaya atıldı. Bu komplo teorilerini şu şekilde özetleyebiliriz:

Birinci İddia: Biyolojik Silah

Bu iddianın iki muhatabı var. Birincisi Amerika ikincisi ise Çin… 

Gerek Amerika gerekse Çin’in epey uzun zamandır çok gizli biyolojik silah programlarının olduğu biliniyor. Dolayısıyla bu virüsün iki süper gücün biyolojik silah programlarının bir ürünü olduğu söyleniyor. Tabi burada Amerikalı yetkililer Çin’i suçlarken Çinli yetkililer de Amerika’yı suçlamakta.

Daily Mail gazetesinin ortaya çıkardığı en son belgelere göre, Vuhan Viroloji Enstitüsü’nün Vuhan’ın 1600 kilometre uzağında bulunan mağaralarda yakalanan memeliler üzerinde deneyler yaptığı görülmekte. Esas şaşırtıcı olan ise bu deneylerin ABD hükümetinden 3,7 milyon dolarlık hibe ile finanse ediliyor olması. Yani kim kimin içine kaçmış tam bir muamma(!)

İkinci İddia: Kanadalı Casus

Virüs, Kanada’nın Ulusal Mikrobiyoloji Laboratuvarı’nda çalışan bir araştırmacının açığa alınmasıyla ilişkilendiriliyor. İddiaya göre “casus” olan bu araştırmacı virüsü ürettiği ya da sızdırdığı için açığa alınmış.

Üçüncü İddia: İngiltere’nin İşi

Avrupa merkezli komplo teorilerinin odağında ise İngiltere var. Bu konudaki tweetleri sosyal medyada “yürüyen” Jordan Sather’a göre 2015’te İngiltere’deki Pirbright Enstitüsü tarafından yapılan bir patent başvurusunda, koronavirüsün zayıflatılmış bir versiyonunun solunum hastalıklarına karşı aşı olarak potansiyel kullanımından bahsediliyordu. Bu iddia özellikle aşı karşıtı gruplardan büyük destek gördü.

Dördüncü İddia: Nüfus Ayıklaması

Çin’i hedef alan iddialardan biri de “demografik mühendislik” iddiasında. Bu iddiaya göre Çin, virüsü 2018’de üretti ve yaymaya başladı. Haziran 2019’dan itibaren de nüfusun içindeki yaşlı insanlardan kurtulmak için onlara bulaştırıldı. Ancak virüs, kontrolden çıkarak herkese bulaşmaya başladı…

Beşinci İddia: Küresel Sermayenin Şeytani Planları 

Birçok bilim insanı koronavirüse yalnızca bir sağlık sorunu olarak bakarken yine birçok siyasetçi ve araştırmacı ise bu virüsün yalnızca bir sağlık sorunu olmadığını, daha büyük bir siyasi operasyonun parçası olduğunu savunuyor.

Bu iddia sahiplerine göre Covid-19 salgınını şeytani bir akıl organize ediyor. Bu akıl, dünyanın yüzde 85 parasına sahip olan bir üst akıl. Yani bu iş devletlerin iradesinden ziyade küresel sermayenin iradesi… Bu küresel sermaye Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) arkasında da yer alıyor ve yönlendiriyor.

Peki bu aklın amacı ne?

Yeni Bir Sanayi Devrimine Geçiş Provaları

Şu an uluslar üstü bir sosyal deney yapılıyor. 21. yüzyılda dijital topluma geçmek için herkesi evine kapatıp, Sanayi Devrimi’ni test ediyorlar. Dijital paraya geçilecek. Böylece dünya para akışı kontrol edilecek. Bu yüzden de kâğıt paralarda virüs var algısı bilinçli olarak oluşturuluyor.

Biyometrik Çip

İnsanların vücuduna biyometrik çip takarak nerede ne zaman ne yaptığını bilecekleri ve sinir sistemine etki ederek kişilerin davranışlarını yönlendirebilecekleri bir sistem üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. Bu hayalin gerçekleşmesi ise deri altına yerleştirilecek minik çiplerle mümkün olabilecek. 

Bunun insanlar tarafından kolay kolay kabul edilmeyeceğini düşünenler yanılıyorlar. Hastaneler dolup taştığında, sokak ortasında can çekişen, ölen, cesedi dahi sahiplenilmeyen, terk edilen insanların hüzünlü görüntüleri haber kanallarına ve televizyon ekranlarına yansıdıkça ve topluma ölüm korkusu her gün bilinçli olarak pompalandıkça insanların o çipi takmak için kuyruğa gireceği kesindir. Dolayısıyla insanları çip taktırmaya razı edebilmek için böyle bir ortam ve şartların oluşturulması gerekir. İtalya ve İspanya’daki görüntüler hala hafızalarda…

Özellikle küresel sermayenin fonladığı büyük sağlık kuruluşları ve örgütler; koronavirüs kaynaklı ölümlerden korunabilmenin tek yolunun ancak deri altına yerleştirilen ve vücuda yaklaşan virüsü anında algılayıp haber veren küçük çiplerle mümkün olabileceği tezini yoğun olarak işleyecekler. 

Rockefeller Vakfı Raporunda Dikkat Çeken Detay

Dünyayı siyasi ve ekonomik olarak kontrol ettiği öne sürülen ailelerden olan Rockefeller ailesinin sahibi olduğu vakfın, Mayıs 2010’da yayınladıkları raporda virüs hakkındaki şüpheleri artıracak önemli ayrıntılar var. Raporda dört önemli senaryodan bahsediliyor: Clever Together, Hack Attack, Smart Scramble, Lock Step…

Bu dört senaryodan biri olan “Lock Step” senaryosuna göre dünyaya salgın bir hastalık bulaşıyor ve 7 ayda 8 milyon insan ölüyor. Senaryoya göre virüs Güneydoğu Asya’da yayılıyor, uçuşlar durduruluyor, uluslararası ticaret duruyor, turizm zayıflıyor, dükkanlar ve ofisler boş kalıyor.  Rapordaki senaryonun bugün adeta birebir yaşanıyor olması, bu işin küresel sermayenin bir oyunu olduğu tezini savunanların komplo teorilerini güçlendirir nitelikte.

Ayrıca bu hususta geçmişte kaleme alınan birçok yazılı eser de bu komplo teorilerinin gerçek olduğuna dair kanaati güçlendirmekte. ABD’li yazar Sylvia Browne’un 2005 yılında yani bundan tam 15 sene önce kaleme aldığı “Kehanetler” adlı kitabında yer alan bölümler gibi. 2005 yılında çıkan bu kitapta yer alan bilgiler insanların kafasını karıştıracak kadar ilginç. Kitabın söz konusu bölümünde şunlar yazmaktadır: “2020’lerde, akciğerleri ve bronşları ciddi oranda etkileyen, tedaviye ise zalimce direnen zatürre benzeri bir hastalığın patlaması nedeniyle ortalıkta ameliyat maskeleri ve plastik eldivenlerle dolaşan çok daha fazla insan göreceğiz. Hastalık hakkında kafa karıştırıcı olan şey ise bir kış boyunca müthiş bir paniğe yol açtıktan sonra, on yıl içerisinde hem sebeplerini hem de tedavisini gizemli bırakarak tamamen ortadan kaybolması olacak.”[1]

Komplo Teorilerine İnanalım mı? 

Adı üstünde ispatlanamamış fikir ve düşünceler. Dolayısıyla bu tür fikirler ispatlanıncaya kadar komplo teorisi olarak kalmaya mahkûm… 

Fakat Müslümanlar olarak hak ve hakikatin ne olduğunu öğrenebileceğimiz mutlak bilgi kaynaklarımıza baktığımızda insanoğlunun tüm yeryüzünü ifsat edecek, doğal dengeyi bozacak ve insanlığı felakete götürecek davranışlar içine girmesi mümkün mü? Evet…

Allah’ın tevhid dinine inanmayan kafirlerin kendilerinden başka tüm insanlığı helake sürükleyecek kadar gözü dönmüş olabilir mi? Evet… 

Şairin dediği gibi “Bu kafirler yumurtalarını pişirmek için tüm dünyayı ateşe verebilecek kadar lanetli midir?” Evet… 

Yine bu kafirler için servet ve güç edinmek milyarlarca insan canından daha değerli midir? Evet…

Dolayısıyla Allah’a iman etmeyen, onun tevhid dinini kabul etmeyen, güç ve iktidar edinme peşinde koşan kafirlerin, münafıkların yaptıkları veya yapabilecekleri alçaklıkların bizi asla şaşırtmaması lazım. 

Çünkü yeryüzünü ve içindekilerini yoktan var eden Rabbimiz kafirlerin, müşriklerin karakterleri ve yapabilecekleri kötülükler hakkında bizi bilgilendirmektedir.

“O, iş başına geçtiği zaman yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri ve nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez”. (Bakara, 205)

“İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır”. (Rum, 41)

Dolayısıyla komplo teorileri ispat edilinceye kadar bir iddia olmaya devam edecektir. Zaman bu iddiaların doğruluğunu veya yanlışlığını ortaya çıkaracaktır. Fakat inkarcıların karakteri yeryüzünde bu tür bozgunculuk ve fesat yapmaya meyillidir. Güç ve iktidarı ele geçirdikleri an insanlığın hayrına değil şerrine çalışacakları muhakkaktır. 

Müslümanların güç ve iktidarı yani hakimiyeti kafirlerin eline teslim etmesi demek insanlığın aleyhine işlenecek zulüm ve felaketlere yol açmak demektir.

İşte tam da bu yüzden yeryüzündeki güç ve iktidar kafirlerin değil Müslümanların elinde olmak zorundadır. 

Tüm insanlığın hatta tüm canlıların aleyhine işlenecek fesat ve bozgunculuk ancak Allah’ın dininin yeryüzüne hâkim olmasıyla son bulacaktır.

Bu Salgının Düşündürdükleri 

Özellikle Türkiyeli Müslümanlar olarak son yıllarda ne kadar rahat imkanlar içinde yaşadığımızı, dostlarımızı, ortamlarımızı ve imkanlarımızı nasıl da hoyratça israf ettiğimizi bu salgın döneminde daha iyi anladık. Birçok insan, hep şikayetçi olduğu o günleri mumla arıyor şimdilerde. Özellikle ihmal ettiğimiz davet çalışmalarımızı. 

Geçmişte bir bahane ile gitmediğimiz, küs durduğumuz, tavır yaptığımız veya ihmal ettiğimiz insanlarla buluşmak, barışmak, kucaklaşmak istesek de artık kucaklaşamaz olduk, gidemez olduk. Belki de Rabbimizin bize verdiği en küçük ceza idi bu.

Yine bu salgın döneminde öyle anlar yaşadık ki anne ve babamızdan, evlatlarımızdan, yakın akrabalarımızdan uzak kaldık. O zaman anladık yakın olmanın, içten olmanın, paylaşmanın, öpmenin, kucaklaşmanın, ilgilenmenin ne kadar kıymetli bir şey olduğunu…

Yine bu dönemde bazılarımız aylarca evlere hapsoldu. Bazılarımız ise hafta sonları. Bazılarımız ise karantinada gün-şafak saymak zorunda kaldı. Bunaldık, sıkıldık, kaçamaklar yaptık, yapmak istedik. 

İşte o an aklımıza geldi belki ilk defa 25 yıldır mazlum bir şekilde zindanlarda yatan Sivas mağdurlarının hali… Ve İsrail, Mısır, İran, Suud, Ürdün, Abd, Almanya, Rusya, Çin, Özbekistan zindanlarında yatan diğer mazlumların halleri. 

Ne kadar da zormuş küçücük bir yerde hayat geçirmek öyle değil mi? 

Yoksa mazlumların ahı mıdır bizi vuran diye düşünmedik değil hani… Müslüman kardeşlerinin dertleriyle dertlenemeyen biz Müslümanlara ilahi bir uyarı mıdır acaba şu yaşananlar?

Kişi annesinden, babasından, eşinden, evladından, akrabasından, dostlarından kaçar mı hiç? Kaçar olduk bu dönemde… Sanki kıyamet gününün provasını yaşadık… İnsanın en sevdiklerinden nasıl kaçacağını anladık böylece. 

Salgın Sürecinde Dikkat Etmemiz Gerekenler

İnsanlık tarihi bu tür imtihanları birçok kez yaşadı. Toplumları bu zorlu süreçlerde ayakta tutan tek şey inançlarıdır. Allahu Teâlâ, Müslümanlara bu tür imtihanlarla karşılaşacaklarını haber verip ancak sabredenlerin kurtuluşa ulaşacağını beyan etmiştir.[2] O yüzden bu süreçlerde büyük bir sabır ve umutla hayata tutunmaya çalışacağız. 

Koronavirüs salgını Türkiye’de yayılma hızı kesilmiş olsa da dünya üzerinde ciddi şekilde yayılım göstermeye devam ediyor ve üstelik henüz net bir tedavisi de bulunamadı. Bu sebeple tedbiri elden bırakmamalıyız.

İnsanlar haftalardır kendilerini sosyal yaşamdan tecrit ederek evlere hapsettiler. Devletler ve buna bağlı olarak işverenler, esnaflar ekonomik krizin içinde. Haliyle bu durumdan en fazla etkilenen kesim, hiçbir birikimi olmayıp ancak çalıştığı ayın ücretini alarak hayata tutunmaya çalışan işçi kardeşlerimiz. Önümüzdeki günler hem sosyal hem de ekonomik buhranların yaşanabileceği bir dönem. Birçok insan işsiz ve aşsız kalabilir. Özellikle hiçbir birikimi olmayan garip gurabanın gözetilmesi hususunda Müslüman cemaatlerin, STK’ların çok hassas olması gerekir. Mümkünse her topluluk ihtiyaç sahibi kimseleri tespit etmeli ve gücü nispetinde bu ihtiyaçları gidermeye çalışmalıdır. 

Bu zorlu günler sadece garip gurabanın değil, aynı zamanda imkânı olan Müslümanların da büyük bir imtihanıdır. Şeytan insanı fakirlikle korkutur. Allahu Teâlâ’nın verdiği imkanları Allah yolunda harcamak her babayiğidin işi değildir. Kardeşlik çetin günlerde belli olur. Allah’tan musibet istenmez fakat musibet anlarında gösterdikleri tavır ile Allah katında “sabıkun” olma yani hayırda “öne geçenlerden” olma fırsatı da vardır. Her zorluk aynı zamanda kendi içinde bir fırsat taşır. 

Eğitim ve öğrenim işi asla ihmal edilmemelidir. Şayet salgın tekrar yukarı doğru bir tırmanışa geçerse birçok eğitim kurumları, vakıflar, dernekler yapmaları gereken asli işlerini yapamaz olabilir. Yine bu kurumların hizmetleri tekrardan geçici olarak durdurulabilir. Müslümanlar olarak bu duruma hazırlıklı olmalıyız. Artık uzaktan eğitim hayatımızın doğal bir parçası haline gelebilir. İnsanlarımızın İslami eğitim süreçleri bu salgın döneminde ciddi olarak etkilenebilir. Dolayısıyla Müslümanlar olarak uzaktan eğitim alt yapılarına önem vermeli ve bu hususta yeni bir motivasyon oluşturmalıyız. 

Müslümanlar olarak bu zor süreçte bize düşen büyük görevler mevcuttur. Bunların başında kendi nefsimize karşı olan görevlerimiz gelmektedir. Yani salgın hastalığın bize bulaşmaması için sebepler dairesinde kişisel temizlik kurallarına önem vermeliyiz. Bu hususta ihmalkâr davranmamalıyız.

İkinci görevimiz ise çevremizdeki diğer insanlara karşı. Bu dönemde insanlarla fiziksel temasta bulunma hususunda ısrarcı olmamalıyız. Şayet yoğun risk taşıyan ortamlardan çıkıp başka bir yere gitmek zorunda kalırsak gideceğimiz yerlerdeki insanları da risk altına sokmamak için gerekli kişisel tedbirleri almalı ve onların da tedbir alması için uyarmalıyız. Bulaşıcı hastalıklar hususunda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin şu uyarısını unutmayalım: “Bir yerde veba (bulaşıcı hastalık) ortaya çıktığını duyduğunuz zaman oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba (bulaşıcı hastalık) ortaya çıkarsa oradan da çıkmayınız.”[3]

Kul hakkına girmemek için bu zorlu süreçte gerek kendimize gerekse topluma karşı olan görevlerimizi yerine getirmemiz pek mühimdir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu güzel duası bize rehber olmalıdır: “Nefsime karşı bir kötülük işlemekten ve o kötülüğü bir Müslümana bulaştırmaktan sana sığınırım”[4]

Şanı yüce Rabbimiz bizi, ana babamızı, neslimizi ve Ümmeti Muhammed’i her türlü maddi-manevi bela ve musibetlerden muhafaza eylesin, âmin.       


[1]. Sylvia Browne, Kehanetler, 2005, s.210

[2]Bakara, 155

[3]Buhârî

[4]Tirmizî