Hikmetli Kıssalar – Orhan Sağlam / 2023 Eylül / 130. Sayı
Bedir savaşında, Ebu Cehil, 70 yaşında, gözü pek, korkunç yüzlü, inatçı ve kibirli bir İslâm düşmanıydı. “Anam beni bugün için doğurmuş!” diyerek cesaretini izhar ediyor ve askerini harbe götürüyordu.
Mahzun Oğulları, müşriklerden birçok kimsenin öldürüldüğünü görünce, Ebu Cehil’in etrafını deve sürüsü gibi sarmışlardı. Ne pahasına olursa olsun onu koruyacaklardı.
Savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu.
Hz. Abdurrahman b. Avf, harp safında sağına soluna bakınca, Ensar gençlerinden iki delikanlıyı gördü.
Onlardan biri kendisine yaklaşarak, “Ey amca! Sen Ebu Cehil’i tanır mısın?” diye sordu.
Abdurrahman b. Avf, “Evet, tanırım. Ne yapacaksın onu?” deyince, genç şu cevabı verdi:
“Allah’a söz verdim: Ebu Cehil’i gördüğüm gibi üzerine yürüyüp ya onu öldüreceğim yahut bu uğurda şehit olacağım!”
Abdurrahmân b. Avf Hazretleri, gencin bu azim ve kahramanlığını hayretle takdir ederken, diğer genç de yanına yaklaşıp aynı şeyleri söyledi.
Abdurrahman b. Avf, önceleri kendi kendine, “Harp safında iki çocuk arasında kaldım!” derken, onların bu cesurca sözlerine hayret etti.
Bu iki genç, Afra Hatun’un harbe iştirak etmiş yedi oğlundan ikisi olan Muaz ve Muavviz idiler.
O sırada Abdurrahman b. Avf radıyallahu anh’ın gözü, müşrikler arasında dolaşıp duran ve Mahzun Oğulları yiğitleri tarafından korunan Ebu Cehil’e ilişti. Soran gençlere göstererek, “İşte, aradığınız Ebu Cehil!..” dedi.
İki kahraman fedaî, derhal kılıçlarını sıyırıp, Ebu Cehil’in bulunduğu tarafa doğru yürüdüler.
Bu iki genç gibi birçok mücahit de Ebu Cehil’i öldürmek için fırsat kolluyordu. Gençlerin Ebu Cehil’e yetişmesinden önce, onu başından beri gözetleyip duran, Ensar’dan Muaz b. Amr b. Cemuh, o esnada bir fırsatını bulup Ebu Cehil’in ayağına bir kılıç darbesi indirdi. Ebu Cehil’in oğlu İkrime de kılıcıyla, onun elini kolunu yaraladı. Bu kahraman sahabi der ki:
“Elim, derisinde sallandı kaldı. Çarpışmanın şiddeti bana onu unutturdu. O gün kesik elimi arkama atıp, hep çarpıştım durdum. Bana fazla zahmet verince de ayağımla üzerine bastım, sallanan kolumu koparıp attım!”[1]
Muaz b. Amr b. Cemuh’un yaralanmasından sonra iki genç kardeş olan Muaz ile Muavviz de Ebu Cehil’in yanına vardılar. Üzerine hücum ederek kılıç darbeleriyle yere serdiler ve öldü zannıyla da bırakıp gittiler.
O esnada Hz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “Acaba Ebu Cehil, ne yaptı, ne oldu? Kim gidip bir bakar?” buyurarak, ölüler arasında onun araştırılmasını emretti.
Mücahitler aradılar fakat bulamadılar.
Peygamber Efendimiz yine, “Arayınız! Benim, onun hakkında sözüm var. Eğer siz, onun ölüsünü teşhis edemezseniz, dizindeki yara izine bakın.” buyurduktan sonra sözlerine şöyle devam etti:
“Bir gün onunla Abdullah b. Cuda’nın ziyafetinde bulunuyorduk. Ben, ondan cüssece biraz büyükçe idim. Sıkışınca, onu ittim. İki dizi üzerine düştü. Dizinden birisi yaralandı ve bu yaralanmanın izi, uru dizinden kaybolmadı!” [2]
Bunun üzerine Abdullah İbni Mes’ud Hazretleri, Ebu Cehil’i aramaya gitti. Onu son nefesinde, can çekişirken gördü. Kendisine, “Ebu Cehil sen misin?” dedi. Sonra da boynuna ayağıyla bastı ve “Ey Allah’ın düşmanı!.. Nihayet Allah, seni, hor ve hakir etti! Gördün mü?” dedi.
Can çekiştiği hâlde Ebu Cehil, “Ey koyun çobanı!.. Pek sarp yere çıkmışsın. Büyük bir kişinin, kavim ve kabilesi tarafından öldürülmesi, hemen şimdi olan bir şey değildir! Sen, bugün zafer ve galibiyetin hangi tarafta olduğunu bana haber ver.” dedi.
İbni Mesud Hazretleri, “Nusret ve galebe, Allah ve Resulü tarafındadır!” diyerek, son nefesinde onu ümitsizliğe düşürdü. Böylece Ebu Cehil, bir kere daha küfrünü kustu:
“Muhammed’e söyle ki, şimdiye kadar onun düşmanı idim; şimdi düşmanlığım bir kat daha arttı!”
Bunun üzerine, Abdullah İbni Mesud Hazretleri, hemen başını kesti.
Ebu Cehil, son nefeste bile imana gelmedi, küfür ve dalalette ısrar edip cehennemi boyladı.
İbni Mesud radıyallahu anh, başını alıp huzuru Nebevîye getirdi. “İşte, Allah’ın düşmanı Ebu Cehil’in başı!” dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Kuluna yardım eden, dinini üstün kılan Allah’a hamdolsun!” dedikten sonra, “Bu ümmetin firavunu, işte budur!” buyurdu. [3]
KISSADAN ÇIKARILACAK DERSLER
1. Ebu Cehil, bu ümmetin firavunu olarak adlandırılan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e en çok eziyet eden, en çok düşmanlık eden, ağır sözler söyleyen, kavmini peygambere karşı kışkırtan, birçok köle ve güçsüze çeşitli eziyetler eden, Bedir gününde de peygambere ve Müslümanlara olan kininden dolayı kibirlenerek anam beni bugün için doğurmuş diyen, sonu Bedir savaşında öldürülüp Bedir kuyularından birisine atılmak olan zalimlerden birisiydi.
2. Ebu Cehil’in bu denli peygambere düşmanlığı herkes tarafından bilinir hale gelmişti. Peygamber sevdalıları Ebu Cehil’in anam beni bugün için doğurdu dedikleri gibi onlarda Ebu Cehil’in peygambere yaptıklarından dolayı, Ebu Cehil’i ortadan kaldırmak için, anamız bizleri bugün için doğurmuş diyorlardı. Bunu diyenler arasında savaşa zorla alınan daha küçük yaşta olan Muaz ve Muavviz gibi gençlerde vardı.
3. Bedir savaşının en kızgın zamanında Ebu Cehil Mahzunoğulları tarafından ciddi manada korunuyordu. Ebu Cehil savaşçı olması hasebiyle kendisine yaklaşanı yaralıyor veya öldürüyordu. Bu duruma rağmen bu iki peygamber sevdalısı genç, Abdurrahman bin Avf’a gelip: Ebu Cehil’in peygambere sövdüğünü duyduklarını, kendilerine onu göstermelerini istediler. Abdurrahman bin Avf gençlerin cesaretine hayran kalarak Ebu Cehil’i gördüğünde onlara gösterdi. Gençler onu gördüklerinde, aslında kendisine yaklaşılması son derece tehlikeli olmasına rağmen ölümü göze alarak Ebu Cehil’e yönelip onu yere serdiler. Bu gençlerin Peygamber Efendimize olan sevgileri sadece peygamberin canına karşı canlarını değil, ona kötü söz söylenmesi karşılığında bile canlarını verdiklerini ortaya koymaktadır.
4. Yine Ebu Cehil’in, Muaz bin Amr radıyallahu anh tarafından ayağının koparılmasından sonra İkrime tarafından koluna aldığı darbenin akabinde savaşmaya devam etmesi, sadece derisiyle sallanıp duran kolunun kendisine engel olmasından dolayı üzerine basıp kolunu koparması, daha sonra aynı şekilde savaşa devam etmesi peygambere olan sevdasının ölçüsünü bariz bir şekilde ortaya koymaktadır.
5. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh Ebu Cehil’e gelip Ebu Cehil’in acılar ve kanlar içerisinde kıvrandığını gördüğünde, ayaklarını onun göğsüne koyar. Ebu Cehil ise Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’a “Ey koyun çobanı! Nasıl bir dağın üstüne çıktığının farkında değilsin” der. Ölmek üzereyken dahi kibrinden ve küfründen hiç taviz vermez. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh son darbeyi indirerek kafasını koparıp Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e getirerek bu ümmetin firavununu ortadan kaldırır. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh ki Ebu Cehil’in defalarca kendisine eziyet ettiği, kendisini dayaktan bayılttığı sahabelerdendi. Umeyye bin Halef’in, Hz. Bilal radıyallahu anh ’ya yaptığı eziyetler gibi çeşitli eziyetler etmişti. Ancak Ebu Cehil’in ölümünün Abdullah bin Mesud radıyallahu anh , Umeyye bin Halef’in ölümünün de Hz. Bilal radıyallahu anh tarafından olması, “güzel son takva sahiplerinindir” kaidesinin pratiğini göstermektedir.
6. Son olarak bu ve buna benzer kıssalarda ashabın peygambere olan sevgi ve muhabbetlerinin pratikte veya tatbiki olarak peygamberin yerine kendilerini feda etmeleri, onun üzülmesine karşılık bile kendi canlarını ortaya koyduklarını görmekteyiz. Rabbimiz peygamberin ashabının ona olan sevgisi gibi bizlere de bir sevgi nasip vede müyesser eylesin. Bize onun izinde gitmeyi onun izindeyken can vermeyi, onunla beraber livaulhamd sancağının altında toplanmayı, onun havzukevserinden onunla beraber içmeyi ve onunla Firdevs Cenneti’nde onunla komşu olmayı nasip eylesin. Allahummme Amin.
——————————–
Kaynaklar:
İbn Esir, Üsdü’l-gabe, 5/202-203.
İbn İshak, İbnHişam, Sîre, 2/286-287.
İbnAbdilberr, İstiâb, 3/5.
Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, 3/84-88.
İbnSeyyid, Uyunu’l-eser, 1/260.
Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, 3/287-289.
Vâkıdî, Megâzî, 1/87.
Taberî, Târih, 2/284.
Zehebî, Megâzî, s. 40, 71.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/444, 3/115.
[1]. İbn-i Hişam, Sire, 2/287-288; Taberî, Tarih, 2/284
[2]. İbnHişam, Sire, 2/288; Taberî, Tarih, 2/284
[3]. Zehebî, Alamünnübela, 1/346