Hikmetli Kıssalar – Orhan Sağlam / 2023 Haziran / 127. Sayı
Zeyd bin Sabit radıyallahu anh anlatıyor: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Uhud günü beni Sa’d b. Rabi’i aramak üzere gönderdi. Bana dedi ki:
“Eğer onu görürsen ona benim selamımı söyle ve ona de ki: ‘Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ne durumda olduğunu soruyor.’”
Zeyd diyor ki: Şehitler arasında dolaşmaya başladım. Nihayet Sa’d b. Rabi’i gördüm. Yanına geldiğimde son anlarını yaşıyordu. Mızrak, kılıç ve ok yarası olarak yetmiş kadar yara almıştı. Ona:
“Ya Sa’d! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sana selamı var ve ne durumda olduğunu soruyor” dedim. Sa’d “Allah’ın selamı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerine olsun. O’na, cennetin kokusunu aldığımı söyle. Ensar’a da de ki: ‘Kıpırdayan gözleriniz olduğu sürece (yaşadığınız müddetçe) Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in yanındayken O’nun başına bir şey gelirse Allah katında hiçbir özrünüz olmaz’ dediğimi bildir.” dedi ve ruhunu teslim etti.
KISSADAN ÇIKARILACAK DERSLER
Davette olması gereken şey davetin yerine ulaşmasıdır. Bunun içinde davetçinin asıl hedefi davetini karşı tarafa ulaştırmasıdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz aslında Sa’d bin Rab’i radıyallahu anh’ın durumunu ve son halini biliyordu. Ancak buna rağmen kendisi Sa’d bin Rab’i’nin durumunu onlara bildirmedi. Bu da bize davette sadece duygularımızla değil, hikmetli ve basiretli hareket etmemiz gerektiğini göstermektedir.
Uhud Savaşı yapılan en çetin savaşlardan bir tanesiydi. Savaşçıların gevşeyip dağıldığı, ümitlerini kestiği esnada baş kumandanın tekrar Müslümanları nasıl toparlarım düşüncesine girmesi gerekiyordu. Ensar’ın ve Muhacir’in toparlanması için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Zeyd bin Sabit radıyallahu anh’ı Sa’d bin Rab’i’ye gönderiyor. Sa’d bin Rab’i’nin ruhunu teslim etmek üzereyken vereceği mesajla savaşçılar toparlansın. Nitekim de toparlandılar. Bu da bize her ne kadar savaşçılar dağılıp gevşeyip, kendilerini salıp ümitlerini kaybetseler de komutanların tam tersine hareket edip orduyu toparlamaları gerektiğini göstermektedir.
Zeyd bin Sabit radıyallahu anh Sa’d bin Rab’i’yi yetmiş küsur ok, mızrak ve kılıç darbesiyle yaralı, ruhunu teslim etmek üzereyken görüyor. Aslında bu durumdayken kan kaybı, susuzluk vb. sebeplerden dolayı kişinin sadece kendisini düşünmesi gerekir. Ancak burada açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır ki, sahabe Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve davasının sevgisini bütün sevgilerin üzerine çıkarmıştır. Bu da bize sahabenin imanlarının “Sizden biriniz beni kendisinden, çocuğundan, anne babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe kâmil bir şekilde iman etmiş olamaz” hadisinde ki vasıflara sahip olduklarını göstermektedir.
Sa’d bin Rab’i’nin ruhunu teslim etmek üzereyken “Ey Zeyd! Ensar topluluğuna seslen, kıpırdayan gözleri olduğu sürece yani onlar hayattayken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir şey olursa Allah katında hiçbir özürleri kabul olmaz” ifadesi, onların izlerinden giden biz iman edenlere, ruhumuzu teslim edinceye dek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e olması gereken sevdamızı ve onun yolunda son noktaya kadar devam edip sabit kalacağımızı göstermektedir.
Kıssaya baktığımızda Sa’d bin Rabi’ye gıpta etmemek mümkün değildir. Gıpta edilecek noktalardan ilki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in özellikle ona selam göndermesidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in selamına mazhar olmak Allahu Teâlâ’nın selamına mazhar olmak manasına gelir. Yasin sûresinin 58. ayetinde cennetliklere en büyük nimet olarak “Birde onlara Rahim olan Rablerinden selam vardır” buyrulması gibi. Rabbimiz bizleri bu selama muhatap olan kullarından eylesin.
Sa’d bin Rab’i’e gıpta edilecek ikinci şey “Ey Zeyd! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e söyle, Allah’a yemin olsun ki ben cennetin kokusunu alıyorum” demesidir. Kişinin son halinin böyle olması doğal olarak gıpta edilmesi gereken bir durumdur. Çünkü daha dünyadayken cennetle müjdelenmek üstün bir derecedir. Sa’d bin Rab’i’nin son halinin bu şekilde olması şüphesiz hayatının da bu şekilde olmasından dolayıdır. Nitekim kaide şudur ki “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.” Rabbim bizlerin akıbetini de rızası doğrultusunda eylesin.
Önümüzde hayırlısıyla kurban ibadetimiz var. Allahu Teâlâ bütün iman edenlerden bu ibadetlerini kabul buyursun ve ümmet için hayırlara vesile kılsın. Sevinçli ve huzurlu bir bayram geçirmeyi nasip etsin. Kurban olmanın çeşitlerinden biride kişinin bizatihi kendisinin Allah’a kurban olmasıdır. Allah’a hamd olsun ki Allah’ın kullarından kendilerini Allah’a kurban edenlerin sayıları çok olduğu gibi olmaya da devam etmektedir. Hakikat şudur ki bu davanın bize ve bizden sonrakilere de ulaşmasında en önemli rolü bu kurbanlar oynamıştır. Bu hakikati Allahu Teâlâ kitabında şöyle dile getirmektedir:
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِۚ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُۘ وَمَا بَدَّلُوا تَبْد۪يلًاۙ”
“Mü’minler içinde öyle yiğitler var ki, Allah’a verdikleri söze daima bağlı kalmışlardır. Onlardan kimi sözünün gereğini yerine getirip O’nun yolunda can vermiş, kimi de sırasını beklemektedir. Onlar, verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzab, 23)