Müslümanların Vahdeti Ve İhtilaf Kültürü

Kapak Dosya – Nedim Bal / 2013 Ekim / 11. Sayı

İslam dünyasının; emperyalist batı, sömürgeci Amerika ve Rusya’nın, Siyonist İsrail’in karşısında bu kadar ezilmesinin, bu kadar zayıf düşmesinin, müslümanların topraklarının ve namuslarının bu kadar fitneye uğramasının sebebi nedir?

Bu zilletin en büyük sebeplerinden biri de yüce Allah’ın beyan ettiği gibi müslümanların birbirleriyle çekişmeleri,  birbirleriyle çatışmaları ve birbirleriyle hakiki anlamda veli/dost olmamalarıdır.

Allah’a ve Rasulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)

Tüm noksan sıfatlardan münezzeh olan şanı yüce Allah’ın, kesin emrine rağmen, dünya müslümanları arasında henüz gerçekleşmemiş olan bu birlik beraberlik yani VAHDET, maalesef küfrün ve şirkin elebaşları olan modern dünya devletleri arasında gerçekleşmiş durumdadır.

Aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı kitaba aynı kıbleye yönelen müslümalar arasında dışarıdan bakıldığında ortak noktaları çok, dostlukları kuvvetli gözüksede maalesef ve maalesef ki, akaid konularında asli olmayan tali ihtilaflara, idari ihtilaflara, fıkhi ihtilaflara dayanan ayrılıkların doğurduğu büyük ve derin düşmanlıklar yaşanmaktadır. Öyle ki; hac zamanı ihramlıyken bir karıncayı bile öldürmenin diyetini ve günahını konuşurken, Mısır’ın yeni Firavunu General Sisi’nin emriyle ödürülen binlerce masum kadın, erkek, yaşlı ve çocuğun kanı, canı, karıncalar kadar konuşulmaya, tartışılmaya değer bulunmamaktadır!!! Peki neden? Çünkü onlar bizim cemaatten değildir. Çünkü onlar  bizim gruptan, bizim mezhepten, bizim tarikatten, bizim coğrafyadan  değildir!!!

Hatta aynı mezhepten, aynı cemaat’ten aynı fırkadan, aynı örgütten aynı akidevi tercihlerimizden olmayan ama zulme uğramış bu müslümanlara dua etmek, onları sabra ve direnişe davet etmek, zalimlere lanet okumak için sokaklara dökülmek, farklı gruplara mensup müslümanlarla bir arada olmak, beraber namaza durmak, beraber kunut duaları yapmak, beraber kahrolsun zalimler diye haykırmak EN BÜYÜK FİTNEDİR!!!

Maalesef grup, parti, cemaat taassubu müslümanları bu hale getirmiştir. Allah Rasulü’nün sözü gün gibi ortaya çıkmıştır. Fitneler müslümanları kuşatmış, birbirlerine kafirler diyerek boyunlarını vurmuş veya müslüman kardeşlerinin boyunlarını kafir ve zalimlerin kılıçları altına itmişlerdir. 

Peki, müslümanlar bu acınacak halde iken küfür cephesinde durum nedir?  Çoğu zaman birbirlerine düşman ve muhalif olan emperyalist ve Siyonist devletler; mesele menfaat, çıkar, sömürü ve İslam olunca muazzam bir birlik ve beraberlik yaşamaktadırlar.  Yani küfür cephesi bu anlamda bir vahdet içerisindedir.

Müslümanların vahdetten uzak, birbirleriyle ayrı gayrı olmalarının, birbirleriyle çekişmelerin, hatta birbirlerine düşmanca davranmalarının en büyük sebebi ihtilaflara  yaklaşım meselesidir. Müslümanlar arasında bir ihtilaf kültürünün bir ihtilaf fıkhının yeterince bilinmemesidir.

Birçok konuda farklı kaynaklardan beslenen, dolayısıyla farklı yönelişlere, farklı anlayışlara, farklı değer ölçülerine sahip olan müslümanlar, elbette ihtilaflara düşecek ve elbette ihtilaflar çerçevesinde tartışacaklardır.

Dolayısıyla kıyamete kadar müslümanların arasındaki ihtilafların kökünü kazımak ve tamamen yok etmek mümkün değildir. Fakat bu ihtilafları asgariye indirmek ve özlenen VAHDET çizgisine yaklaşmak mümkündür. Bunun ilk adımı ihtilaflara yaklaşma usullerimizin netleşmesidir.

1- BÜYÜTÜLMEMESİ GEREKEN İHTİLAFLAR

 Bu tür ihtilaflar, yüce Allah’ın Kur’an’ı Kerim’de ve Rasulullah  sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerinde müslümanlara serbest bıraktığı veya seçim hakkı verdiği veyahut içtihada açık meselelerdeki ihtilaflardır.

Müslümanlar, bu gibi meselelere yaklaşırken; Vahdeti engelleyici, tahrik edici, karşı tarafı zedeleyici, küçük düşürücü ve ötekileştirici türden davranışlardan mümkün olduğunca uzak durmalıdırlar.

 Bu tür ihtilafların müslümanlar arasında fitne ve fesada yol açmasını engellemenin yolu, bu tür meseleleri İslamın öncelikli ve en önemli meseleleri haline getirmemektir. Kişiler veya gruplar yahut cemaatler bu tür meselelerde kendi görüşlerinin en makbul görüş olduğunu savunabilirler. Fakat bu durumda karşı tarafın da görüşünün makul olabileceğini unutmamalılar. Makbul ve makul ayırımını ve dengesini oturtamayan müslümanların vahdetten söz etmesi dahası vahdeti gerçekten istiyor olabilmeleri mümkün bile değildir.

Namaz kılarken ellerini kaldıranlarla, ellerini kaldırmadan rükû ve secdeye gidenlerin, Fatihadan sonra açıktan âmin diyenlerle demeyenlerin, sakalını uzatanlarla uzatmayanların, bıyığını kısaltanlarla kazıyanların, şalvar giyenlerle pantolon giyenlerin, kurbanı bayramın üçüncü gününde kesenlerle dördüncü gününde kesenlerin, kan aktığında abdesti bozulanlarla bozulmayanların, Allah’ın eli vardır ama biz keyfiyetini bilemeyiz diyenlerle Allah’ın elini kudret diye tevil edenlerin, teravih namazını 20 rekat kılanlarla 8 rekat kılanların, teyemmümün farzının iki olduğunu söyleyenlerle üç olduğunu söyleyenlerin kendi aralarındaki bu çekişmelerine, küskünlüklerine, kavgalarına ve düşmanlıklarına iyi bilin ki kan emici Siyonist İsrail ile emparyalist batı ve Amerika kıkır kıkır gülmektedirler.

Âlemlerin rabbi olan Allah’ın, hakkında kesin ve kat’i bir hüküm indirmediği, Rasulullah’ın kesin ve kat’i bir hüküm vermediği, alimler arasında bile ihtilafa ve ictihada konu olan meselelerde, Allah için ne olur bu ümmetin yakasından fitne ellerinizi çekin. Bu din bir kişinin, bir grubun, yada bir cemaatin kabul ettiği görüşlere ya da fetvalara göre yaşanması gereken bir din değildir. Bu dinin kaynağı da ortadadır, bu dini bizlere tebliğ eden peygamberin sünneti de ortadadır, âlimlerin içtihatları da ortadadır.

2- KESİNLİKLE ÇÖZÜLMESİ VE NETLEŞTİRİLMESİ GEREKEN İHTİLAFLAR

Bu tür ihtilaflar dinin asli meselelerinde meydana gelebilecek olan ihtilaflardır.

İslam dini; tevhidi önceleyen ilahi bir dindir. Şayet inanmış olduğumuz bu din, beşer/insan kaynaklı bir din olsaydı o zaman insanlardan kaynaklanan bu tür ihtilaflarıda görmezden gelebilir, içimize sindirebilirdik. Lakin bu dinin sahibi Allah’tır. Bu dinin temel esaslarını belirleyen ve bildiren de Allah’tır. Bu dinin temel esaslarına peygamberler dahil hiçbir beşer etki etmemiştir ve edemez.

Dolayısıyla bu temel esaslar üzerinde pazarlık yaparak “şunu atalım bunu alalım, şunu görmezden gelelim, bunu öne çıkaralım” gibi imana ve teslimiyete aykırı davranmak mümkün değildir. Bize düşen görev; Yüce Allah’ın bildirdiği temel esaslara şeksiz, şüphesiz ve pazarlıksız bir şekilde iman etmek ve teslim olmaktır. Bu sebeple dinimizin temel meselelerinde ihtilafa yol açaçak insan kaynaklı bütün görüşler ne kadar mantıklı ve çağdaş görülsede asla ve asla hoşgörüyle karşılayabileceğimiz, makul görebileceğimiz görüşler değildir. İslam dini akla ve akletmeye önem vermekle beraber bu din “akıl- mantık” dini değildir. Bu din Allah’a ve Allah’ın hükümlerine/şeriatına tertemiz bir kalple iman etme ve teslim olma dinidir.

Müslüman; akıl, zeka, mizac, yetenek, bazı konulardaki görüşleriyle ne kadar birbirinden farklı olsa da ortak bir davete, ortak bir çağrıya iman edip teslim olan kimsedir.

Allah’ın zatında ve sıfatlarında birliği ortak kabulümüzdür.

Kur’an’ı Kerim’e ve içindeki tüm hükümlere inanmamız ve O’nu bir yaşam kitabı olarak kabul etmemiz ortak kabulümüzdür.

Allah’ın Rasulüne, O’nun elçiliğine, O’nun rehberliğine ve O’nun beyan ettiği hükümlerin doğruluğuna inanıp teslim olmamız ortak kabulümüzdür.

Şeytan/tağut ve dostlarını düşman kabul etmemiz ve zalimlere karşı oluşumuz ortak kabulümüzdür.

İslam’ın bizlere seçim hakkı vermediği bütün temel esaslarımızdaki kabul ve redlerimizde görüş farklılıkları olmaması gerekir.

Burada değerli davetçi kardeşlerimize önemli bir hususu, günümüz vakıasını hatırlatmamız gerekir; İslam’ın temel esaslarına iman etme ve teslim olma hususunda kişiler, gruplar, cemaatler arasında bir farklılık olmasa  bile bazen bu temel esasların önemi ve önceliği hakkında farklı düşünceler olabilir.

Örnğin; bir cemaat; “Allah’ın zatında ve sıfatlarında birliğinin” üzerinde önemle durup, çalışmalarını ve davetlerini bu yönde yoğunlaştırırken, diğer bir cemaat “tağutların red edilişi” üzerinde önemle durup, çalışmalarını ve davetlerini bu yönde yoğunlaştırabilirler. Bir başka cemaat ise;  “cihat ameli” üzerinde önemle durup, çalışmalarını ve davetlerini bu yönde yoğunlaştırabilirler.

Burada, İslam’ın temel esaslarını kabul ve tasdik hususunda bir farklılık, bir ayrışma yoktur. Yani Allah’ın zatı ve sıfatları üzerinde yoğunlaşanlarda tağutun reddedilmesi gerektiğini bilir ve iman ederler. Cihat amelini önemseyenler ve bu amelin üzerinde yoğunlaşanlar da Allah’ın zatı ve sıfatlarının önemini bilir ve gereği gibi iman ederler. Fakat buradaki farklılık ve ayrışma yani ihtilaf; bunların hangisinin yaşadığımız coğrafyada öncelenmesi ve çalışmaların bu yönde yoğunlaştırılması noktasındadır.

Maalesef bu önemseme ve öncelemedeki ihtilaf; insanların, grup ve cemaatlerin birbirlerini red etme ve ilişkileri tamamen kesme noktasına götürmektedir. Burada öncelikle cemaat liderlerine ve abilerine düşen en büyük görev; bu tür ihtilaflara insaf, ihtiyat ve dengeyle yaklaşmaktır. Çünkü meselelerin fıkhına vakıf olan ilim sahibi önderler ve abiler, nerede duracaklarını bilirken bu meselelerin ilmine ve inceliğine vakıf olamayan cemaat mensubu kardeşlerimiz bir diğer cemaatteki insanları yerine göre batıl, yerine göre müşrik, yerine göre fasık, yerine göre kâfir görebilmektedirler.

İslam’ın temel esaslarına ait önemseme ve önceleme hususundaki ihtilaflar tabiki asgariye indirilmesi gerekmektedir. Kanaatimizce bu hususdaki önem ve öncelik; yüce Rabbimizin, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e yirmi üç yıl boyunca bu dini indirirken önemsediği ve öncelediği konulardır. Yüce Allah, ilk vahiyle birlikte peygamberinin takip etmesi gereken yolu adım adım bildirmiştir. Şayet bizler tarafsız bir gözle bu aşamaların neler olduğunu ciddi bir şekilde araştırırsak yolumuzu aydınlatacak, yoldaki işaretleri bulabiliriz.

Tevhid dininin temel esaslarını beyan eden ilahi hükümler, tüm müslümanların hiçbir ihtilafa düşmeden kabul etmeleri ve yaşamaları gereken hükümlerdir. İlahi hükme dayanan bu temel esasların yerine veya yanına ona benzer, ona alternatif olabilecek “insan kaynaklı görüşlerin, fikirlerin” koyulması veya anılması asla kabul edilebilecek, makul görülebilecek bir şey değildir. Bu durum, ilahi olan tevhid dinine beşerin aklını ve düşüncelerini karıştırmaktır ki ortaya çıkan bu yeni dine tevhid değil şirk dini denir.

Müslümanların din adına gerçekleştirecekleri vahdet, insanların akli, nefsi, nazari görüş ve kabullerinin üzerinde değil yüce Allah’ın bildirdiği temel esas ve hükümler üzerinde olacaktır. Çünkü insanların kendi kafalarından ürettikleri görüş ve kabullerine iman edip, kabul ve tasdik etme mükellefiyetimiz yokken, yüce Allah’ın bildirdiği esas ve hükümlere iman edip, kabul ve tasdik etme mükellefiyetimiz vardır.

Dolayısıyla İslam’ın temel esaslarında en küçük bir ihtilafı hoş karşılamamız, makul görmemiz mümkün değildir. Bu aslında ileride doğacak olan fitne ve fesatları hoş karşılamak, makul görmek anlamına gelir ki, bundan Allah’a sığınırız.

Sonuç olarak; İslam’ın temel esaslarına iman etme, bunları kabul ve tasdik etme hususunda bir farklılıkları olmayan fakat bunların önem ve önceliği hususunda farklı düşünen kişiler, gruplar ve cemaatlerle Allah’ın razı olduğu ve emrettiği vahdet’e giden yolda ortak çalışmalar yapılabilir, yapılmalıdır.

İnsanlarda derin saplantı haline gelmiş bazı ihtilaflar vardır ki bu ihtilafların dünya gözü ile çözümü mümkün değildir. İnsanlarda derin saplantı haline gelen bu ihtilaflar, adil ve mutlak hakim olan Yüce Allah’ın vereceği hükümle ancak çözülebilecek ihtilaflardır. Bu ihtilafları şöyle sıralayabiliriz;

a. Kaynağa bağlı ihtilaflar: Tüm dünya müslümanları için yegane ilahi kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Müslümanların, Kur’an-ı Kerim’i anlamada ve hayata geçirmelerinde ikinci kaynakları ise, Kur’an’ın da ifade ettiği gibi, korunmuş olan sahih sünnettir.

Bunun dışında, tüm kaynaklar kim yazarsa yazsın beşeri kaynaktır. Bu beşeri kaynaklara Allah’a ve kitabına iman eder gibi iman edildiği zaman, bu kaynaklara dayandırılarak ortaya konulan ihtilaflar asla ve asla çözüme kavuşturulamayacak ihtilaflar grubuna girer.  Bir alimin kaleminden çıksa da, bu beşeri kaynakları ilahi zanneden ve ilahi zannettiği bu kaynaklara bilinçsizce iman eden kimselerin, yine bu kaynaklara dayanarak sürdürdükleri ihtilaflar ancak ve ancak kıyamet günü Yüce Rabbimizin kesin bir hükme bağlayacağı ihtilaflardır.

Kaynak meselesi çözülmeden, bu ihtilaflar da çözümlenemeyecektir. Bu sebeple bu tür ihtilaflar üzerinde uzun uzadıya durmaya, cedelleşmeye hiç gerek yoktur.

b. Akli delillere dayanan ihtilaflar: Aklını dine uyduranlar ile dini aklına uyduranların aralarındaki ihtilaflar kıyamete kadar çözülemeyecek ihtilaflar gurubuna girer. Aklını, ilahi vahyin üstünde gören, ilahi vahyin doğruluğunu akıl terazisinde tartmaya çalışıp tartamadığını da atıp yok sayan zihniyet mensupları aslında Allah’a değil akıllarına iman etmektedirler.

İlahi vahyin denetiminde olmayan akıl; nefis ve hevanın denetimine girecektir. Vahyi değil aklı esas alanlar; inanç meselelerini, fıkhi meselelerini, hareket yöntem ve üsluplarını akıl ve mantık süzgecinden geçirerek şekillendirmekte ve bunları bir ön kabul/vahiy gibi görmektedirler.

Onlar aklı, bizler nakli esas alırken; onlar akla, bizler nakle iman ederken; onlar mevcut realiteye göre Hakkı değiştirmeye, bizler Hakk’a göre mevcut realiteyi değiştirmeye çalışırken bu temel ayrılıktan doğan ihtilafların çözümünü Allah’a havale etmekten başka çaremiz yoktur. Bu tür akılperest insanlarla ortak eylem, ortak tavır, ortak söylem gerçekleştirmek pek mümkün gözükmemektedir.

De ki: Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de aşikârı da bilen Allah! Kullarının arasında, ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen vereceksin. (Zümer, 46)

Sonuç olarak; Yüce Allah’ın biz müslümanlardan istediği asıl vahdet din noktasındadır. Davetçi kardeşlerimiz şunu iyi bilmelidirler ki Yüce Allah’ın vahdet hususunda tüm müslümanlara verdiği öğüt; birbiriyle çekişmemeleri, birbirlerine düşmanlık yapmamaları, aynı dinin dindaşları olarak bir araya gelmeleri ve birbirlerine hakkıyla velilik yapmalarıdır.

Yeryüzünde zulmün sona ermesi, mazlumların intikamının alınması, şirk, tuğyan ve küfrün boynunun kırılması ve yeryüzünden fitnenin kalkması müslümanların vahdetine bağlıdır.

Allah’ın yardımına mazhar olmamız vahdete bağlıdır. Düşmanlarımızın azgın gücüne karşı zafer kazanmamız vahdete bağlıdır. İslam’ın hakimiyeti ile müslümanların kurtuluşu yine vahdete bağlıdır.

Müslümanlar, ayrışmalarına sebep olan ihtilafları yukarıdaki tasnifleri de göz önüne alarak diğer guruplar ve cemaatlerle, vahdete giden yolda ortak deneme ve çalışmalar yapmak zorundadırlar.

Selam ve dua ile…