Kapak Dosya – Muhammed Sadık Türkmen / 2019 Ocak / 74. Sayı
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selâm Rasûlullah’a, O’nun ailesine ve ashabına olsun.
Dünyaya gerçek değerini veren Allah yolunun erleri arasında meşhur bir söz vardır: “Sen nefsini hak ile meşgul etmezsen batıl onu meşgul eder.” Bu sözün muktezasına varan ilk dönem Müslümanları nefislerini hak yoluna adadıkları için tarihe yön verdikleri o üstün seviyeye ulaştılar. Müslümanların gerilemesine vesile olan şey ise onların dinleri için çalışmayı terk etmesinden başka bir şey değildir.
İslâm, kendi müntesiplerini ilk emirle beraber sürekli hareket halinde olmayı emretmiştir. “Yaratan Rabb’inin ismiyle oku!” [1] “Ey örtünüp bürünen (Peygamber!) Kalk, uyar.” [2] tevcihatlarıyla inen ilk ayetler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’e bu dinin geliş gayesini bildirmesi açısından çok önemli bir noktaya temas etmiştir. Bu husus insanların hayrına ve onların hidayetine vesile olmaya gayret etmek, hayatını bu yolda feda etmek için çalışmaktır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ona inanarak etrafında toplanan ilk Müslümanlar bu emirleri yerine getirmek için büyük gayret sarf ettiler.
İslâm, fertlerin sadece kendi nefislerini kurtarmasını ve kendisinin dışındaki sorunlarla alakadar olmamasını tasvip etmez. Çünkü yaratılışı gereği insan kainattaki hadiselerden olumlu veya olumsuz etkilenmektedir. Bu etkilere en uygun amelle karşılık vermek Müslümanı kâmil bir insan yapacağı gibi bu davranışlar da çevreden olumlu karşılıklar görecektir. Endonezya ve Malezya halklarının İslâm’a ilk teşrifleri oralara ticaret amacıyla giden mü’minlerin amellerinden etkilenmeyle olmuştu. Oysa bu mü’min tüccarlar yöre halkının dilini ve örfünü dahi tam olarak bilmiyordu.
Yirminci yüzyılın başlarında İslâm ümmetinin başına etkileri bugüne kadar henüz dinmeyen çok büyük bir musibet isabet etti. Osmanlı devleti yıkılıp, hilafet kaldırılmış ve ümmet paramparça edilmişti. Henüz genç yaşlarda olan Hasan el-Benna bu durumu görmüş, zamanındaki alimlere müracaat etmiş ve bir şeyler yapmaları hususunda onlarla sürekli görüşmüştü. İnsanların ümitsizlik içinde olduğunu fark eden üstat el-Benna öğretmenlik yaptığı okulda, kahvelerde ve halkın bir araya geldiği yerlerde tebliğ faaliyetlerini başlattı. Kısa bir süre zarfında daveti kabul görmüş ve insanlar onun etrafına halkalanmıştı. Hasan el-Benna insanlara İslâm’ın bir yönünü değil her yönünü ikna edici bir dil ile anlatıyordu. Onu gören, enerjisini hisseden herkes Kur’an-ı Kerim’in amelde yarışmayı tavsiye eden ayetlerini yaşadığını müşahede ediyordu. Üstat şehid edildiğinde geriye yazma eser olarak birkaç risale bırakmıştı. Ancak dava erlerine çok daha büyük bir miras bıraktı; o eser, hayırlı işlerde yarışmak idi.
Müslüman hayırda yarışma tohumunu mutlaka kalbine ekmelidir. O tohum fidan olup, ağaç olmaya duracak ve mutlaka meyve verecektir. Başlangıcı itibari ile o bir tohum olabilir. Ona bakmak zahmetli olabilir. Ancak meşakkatten uzak hiçbir iş olmadığını da bilmek gerekir. Yaptığı ameli az da olsa sürdürmelidir. Çünkü bu dinimizde sevimli görülmüştür. Hz. Aişe radıyallahu anha validemiz şöyle dedi: “Rasûlullah’a dinin en sevimli olanı kişinin yaptığı amelde daimî olmasıydı.”[3] Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “(Ey Muhammed!) Allah’ın güzel bir söze (Kelime-i Tevhid)’e nasıl misal verdiğini görmedin mi? O güzel söz kökü sabit, dalları göğe doğru yükselen güzel bir ağaca benzer. O ağaç Rabbi’nin izniyle her zaman meyvesini verir. Allah insanlara misaller verir ki, düşünüp öğüt alsınlar.” [4]
Amellerde yarışma ile alakalı olarak Kur’an-ı Kerim’de ve sünneti seniyyede pek çok delil vardır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
“Rabbi’nizin affına ve genişliği gökler ve yer kadar olan, takva sahipleri için hazırlanmış bulunan cennetine koşuşun.” [5]
“O kimseler ki, Rablerinin korkusundan çekinirler. Onlar ki, Rablerinin ayetlerine iman ederler. Onlar ki, Rablerine ortak koşmazlar. Onlar ki, verdikleri şeyi, Rablerine döneceklerinden kalpleri korkarak verirler. İşte onlar hayırlarda koşuşurlar ve onlar hayırlar da öncüdürler. [6]
Ebu Hureyre radıyallahu anh’ dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Yedi şey gelmeden önce amellerde acele edin: Yoksa unutkanlaştıran fakirliğimi veya azgınlaştıran zenginliğimi veya ifsad eden hastalığımı ya da saçmalatan ihtiyarlığımı veya hızla gelen ölümümü ya da Deccal’i mi, o Deccal ki beklenen en şerli kişidir veya kıyametimi bekliyorsunuz. Kıyamet hem en dehşetli hem de en acı olanıdır.”[7]
Hz. Ali İbn Ebu Talip radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sadaka vermekte çabuk davranın. Çünkü musibet sadakayı aşmaz.”[8]
Ancak buna rağmen ilk dönem sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin dönemindeki gibi bir topluluğu Müslümanlar çıkarmaya muktedir olamadılar. Bunun sebebi nedir?
Buna iki sebep söyleyebiliriz:
a) Batı medeniyetinin etkisinde kalan Müslümanların onlara karşı psikolojik olarak mağlup olmaları. Bu sadece batı medeniyetinin ilerlemesi şeklinde ele alınırsa çok ciddi bir tesir değildir. Çünkü geçmiş zaman dilimlerinde Müslümanlar İslâm’a sımsıkı sarıldıklarında dış tesirler onlara çok fazla zarar verememişti.
b) Müslümanların Allah’ın vaatlerinden, nimetlerinden ve razı olacağı şeylerden habersiz veya gafil olması. Meselenin özünü teşkil eden budur. Çünkü dünyada revaçta olan ve reklamı yapılan eşyaya ulaşmak daha kolay ve daha yakındır. Oysa Allah Teâlâ’nın vaatleri gözle görülmüyor. Muhakkak suretle inanılıyor ancak dünyanın metaına göre daha geç ulaşılıyor. İşte salih amellerde yarışmanın önündeki en büyük engel budur. O halde Müslüman evvela salih amele ulaştıracak yakine ulaşmalı ve kalbine kıyametin kopmasının çok yakın olduğunu yerleştirmelidir. Kıyameti uzak gibi zannediyorsa ölümün vaat edilen zamanda kendisini yakalayacağını idrak etmelidir. Kendisini Allah Teâlâ’nın salih kişilere hazırladığı nimetlerden mahrum eden günahlardan ırak etmelidir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Hayır, şüphesiz ki iyilerin (Salihlerin) kitabı (amel defteri) İlliyyin dedir. İlliyyin’in ne olduğunu sana ne bildirmiş olacak? O yazılmış bir kitaptır. Onu Allah’a yaklaştırılanlar görür. Şüphesiz ki iyiler, nimet içindedirler. Tahtlar üzerinde (etrafı) seyrederler. Yüzlerinde, nimetlerin parlaklığını tanırsın. Onlara, kaseleri mühürlenmiş halis bir içecek sunulur. Bu içeceğin sonu, misktir. İşte yarışanlar bunda yarışsın.” [9]
Mü’min, dış görünüş itibari ile Allah’a yaklaştıran amellerin niyet bölümünü ihmal etmemelidir. Çünkü salih niyetten uzak olan amelin sahibine hiçbir fayda vermeyeceği aşikardır. Bu ameller sahibine dünyada bir makam kazandırsa da Allah katında herhangi bir kıymeti yoktur. Bu şekilde amel etmenin nifak tehlikesi olduğu gibi herhangi bir semeresi de ortaya çıkmaz. Bu manada yapılan amellerin boşa gideceğini beyan eden Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Onların işledikleri amellere yöneldik de onları dağılmış toz zerreciklerine çevirdik.” [10]
Hayır işlerinde ömrünü feda etmek isteyen mü’min yolunun uzun, işinin çok fazla olduğunu unutmamalıdır. Hatta yaptığı hayırlı işlerin neticelerini dünya gözüyle göremeyeceğini de düşünmelidir. İnsanların hayırda yarışmaması, hayırda yarıştığını iddia edenlerin azlığı veya gayretsizliği kendisini asla ümitsizliğe sevketmemelidir. Onun misali şu hadis-i şerifte tasvir edilen kişi gibidir: Enes bin Malik radıyallahu anh’den rivayet ile Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Herhangi bir ağaç veya ekin eken bir Müslümanın ektiği şeyden herhangi bir kuş, insan veya hayvan yerse bu Müslümana o yiyilen şeyden sadaka yazılır.”[11]
Yüce Rabbimizden bizleri hayırlı işlerde gayret sarf eden kullarından eylesin…
[1]. Alak, 1
[2]. Müddesir, 1-2
[3]. Müslim, 785
[4]. İbrahim, 24-25
[5]. Âl’i İmran, 133
[6]. Mü’minun, 57-61
[7]. Tirmizi, 2307
[8]. Taberani-Evsat, 5643
[9]. Mutaffifin, 18-26
[10]. Furkan, 23
[11]. Buhari 2320; Müslim 1553