Gündem – Nedim Bal / 2015 Ocak / 26. Sayı
Osmanlı devletinin tarih sahnesinden çekilmesiyle beraber İslam coğrafyaları üzerinde Müslüman âlemini en çok etkileyen olay, kuşkusuz Filistin meselesidir.
Filistin meselesi öyle önemli bir olaydır ki; Yahudilere Kudüs’ü ve Filistin toprağını satmayan koskoca Osmanlı devleti padişahı ve İslam dünyasının halifesi 2. Abdülhamit Han bir darbe girişimiyle alaşağı ediliyor ve sonrasında Osmanlı devletinin ipi çekiliyordu…
İkinci dünya savaşının en önemli sonucu; toprağı, insan gücü, hâkimiyeti, geçmişi olmayan fakat emperyalist dünyanın desteği ile Yahudi çetelerine, Filistin topraklarında “devlet” olma hakkının tanınmasıdır.
İkinci dünya savaşı biterken tüm batılı ülkeler güya aynı fikir etrafında toplanmış ve ortak bir şarkıyı seslendiriyorlardı; “ Hiçbir devlet; ırk, din ve mezhep esaslarını yönetim referansı olarak gösteremez.” Din ve ırk temelli devletleşmenin tarihe gömüldüğünü söyleyen iki yüzlü emperyalist batılı ülkeler, aynı dönemde yönetimini; ırkçı ve dinsel esaslara göre düzenleyeceğini ilan eden İsrail’i hiç tereddüt etmeden tanıdılar.
Bu tanıma, 65 yıldır bölgeyi kanla sulamaya devam ediyor.
Filistin Neresidir?
Tarihi kaynaklarda “Filistin” diye isimlendirilen bölge; aslında Şam diyarı olarak isimlendirilen bölgenin Güney-Batı kesimidir.
Filistinlilerin, Filistin topraklarındaki varlığı M.Ö. 4000 yıllarına kadar uzanmaktadır.
Filistin, Yahudilerin/İsrail oğullarının Asli Vatanı Değildir
M.Ö. 12.yy da Hz. Musa aleyhisselam, kavmiyle beraber Mısır’dan çıkıp bu topraklara göç etmişlerdir. İsrail oğulları buraya göç ettiklerinde bu topraklar boş değildi. Bu bölge, burada daha önceleri de var olan yerli halklar tarafından yaşanılan bir yerdi. Dolayısıyla Yahudilerin; “Bugünkü Filistin toprakları bizim asli vatanımızdır.” İddiası sonradan uydurulmuş koca bir yalandır.
Kudüs ve Mescidi Aksa İslam’ın Sembolüdür. Onun Mirasçıları da Müslümanlardır
Kudüs ve Mescidi Aksa kurulduğu günden bu yana; vahyi, ilahi tebliği, Tevhid’i, Peygamberlik müessesini ve Kıbleyi temsil eder. Birçok Peygamber’in hayatı bu şehirde geçmiştir.
Kudüs bir İslam şehridir. Çünkü İslam, yüce vahyi alan tüm peygamberlerin ortak dinidir. Hz. Davut aleyhisselam da, onun oğlu ve aynı zamanda Mescidi Aksayı, Allah’a tevhid üzere ibadet edilmesi için inşa eden Hz. Süleyman aleyhisselam da, Hz. İbrahim aleyhisselam da Yahudilerin değil, İslam’ın peygamberiydiler.
“İbrahim ne bir Yahudi nede bir Hristiyan’dı. Ancak O dosdoğru bir Müslümandı. O müşriklerden değildi.” (Ali İmran; 67)
Kudüs bir İslam şehridir. Şanı yüce Allah bu şehrin ve etrafının mübarek kılındığını şöyle beyan ediyor: “Kulunu kendisine bir takım ayetlerimizi göstermek için, bir gece Mescidi Haramdan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya yürütenin Şanı ne yücedir.” (İsra,1)
Bugün tevhid’in aydınlığından ayrılıp, şirkin pisliğine gömülen lanetli Yahudilerin (Mağdubi aleyhim) ve sapıtmış Hıristiyanların (veledDâlin) KUDÜS hakkında “bu topraklar bizlerin Dini ve kutsal mekânıdır.” İddiası boş ve batıl bir sözdür. Bu söz; Allah’a ibadet edilmesi için inşa edilen Kâbe’ye Mekkeli müşriklerin sahip çıkmasına benzer bir durumdur. Şanı yüce Allah, nasıl ki Kâbe’yi müşriklerin inanç ve putlarından temizlemiş ve onu aslına döndürmüşse, Kudüs ve Mescidi Aksa da, Müslümanların eliyle aslına dönecektir İnşallah.
Kudüs ve Mescidi Aksa bir ırkı, bir kavmi değil İslam’ı ve tevhid inancını sembolize eder. Dolayısıyla, Kudüs ve mescidi Aksa müşrik Yahudi ve Hristiyanların değil, ancak Hz. Davud aleyhisselam’ın, Hz. Süleyman aleyhisselam’ın, Hz. İbrahim aleyhisselam’ın, Tevhit İnancına sahip olan muvahhit Müslümanların mirasçı olacakları mübarek mekândır.
İSRAİL TERÖR DEVLETİNE ADIM ADIM
1897– İsviçre’nin Basel şehrinde toplanan ilk Siyonist kongrede, Filistin de bir Yahudi devleti kurulması fikri benimsendi. Siyonistlerin lideri Theodor Herzl sultan 2. Abdülhamit’ten, Osmanlı devletinin borçlarını ödemek karşılığında Filistin’den toprak istedi. Abdülhamit bu teklifi reddetmekle kalmadı, üstelik Filistin’de Yahudilere toprak satışını yasaklayan bir de kanun çıkardı.
1916– Birinci Dünya savaşında Siyonistler Osmanlı devletine karşı İngiltere ile işbirliği yaptılar. Filistin topraklarında Osmanlı himayesi altında yaşayan binlerce Yahudi, İngiliz ordusuna yazılarak Osmanlıya ihanet etti.
1917– Osmanlı himayesi altında bulunan Filistin, İngiliz ordusu tarafından işgal edildi. 2 Kasım 1917’de İngiliz dış işleri bakanı Arthur Belfour, Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin aşamalı olarak kurulacağını ilan etti. (Belfour Deklarasyonu) Filistin toprakları Yahudi göçmenlere resmen açıldı. Kıbrıs ve dünyanın dört bir yerinden Yahudiler Filistin’e gemilerle taşındı.
Yahudiler; Haganah, Irgun, Stern gibi terör örgütleri kurarak Filistinlileri katletmeye başladılar. Bu terör örgütlerine sırasıyla Menahem Begin, İzak Rabin, Şimon Peres, Ariel Şaron vb. liderlik yaptılar.
1920– Mescidi Aksa’da 40 bin kişinin katıldığı bir gösteri düzenlendi. Göstericiler bütün büyük devletlerin Kudüs’te ki konsolosluklarına Balfour deklarasyonunu ve Yahudi göçünü protesto eden bildiriler bıraktılar.
Yine bu tarihte Yahudilere karşı ilk silahlı eylem gerçekleştirildi. Metla da gerçekleşen eylemde yedi Yahudi öldürüldü. Aynı yılın 27 Mart gününde İngiltere başbakanı Churchil Kudüs’ü ziyaret etti. Onun bu küstahça ziyaretini Kudüs belediye başkanı olan Musa Kazım el-Hüseyni ve beraberindekiler protesto gösterisiyle karşıladı. Churchil, “İngiltere, Belfour Deklarasyonunda vaat edilenlerin aynen uygulanmasında kararlıdır. “ diye konuştu.
1931– ilk İslam kongresi Hacı Emin el-Hüseyni başkanlığında toplandı. Filistin’in her tarafında İngiltere’nin protesto edildiği büyük eylemler gerçekleştirildi.
1935– Filistin’in ileri gelenlerinden 500 kişinin katıldığı bir kongre daha düzenlendi. Kongrede Yahudilere arazi satmanın yasak olduğuna dair bir fetva çıkarıldı.
Filistin mücadelesinin sembol isimlerinden İzzettin el-Kassam yeni bir nesil yetiştirmek için bütün gücüyle çalışmaya başladı. El-Kassam, yetiştirdiği gençleri Siyonistlere karşı cihada teşvik ediyordu. Toplam 200 kişiden meydana gelen bir grup oluşturdu ve bu gençlerin Filistin’in her tarafına Yahudi yerleşim merkezlerine karşı mücadele etmek üzere dağıttı. Kendisi aynı zamanda Hayfa Müslüman Gençler Cemiyetinin lideriydi ve İstiklal Camisinde ders veriyordu. 20 Kasım 1935 yılında Cenin yakınlarındaki Yabed tepelerine çıktı. İngiltere, İzzettin el-Kassam ve bir grup arkadaşının üzerine askeri birlik gönderdi. Çatışmalarda el-Kassam ve arkadaşları Şehid edildi.
Hasan el-Benna, kardeşi Abdurrahman’ı İzzettin el-Kassam ile irtibat kurması için göndermişti. El-Kassam, daha önce Hasan el-Benna ile Kahire de karşılaşmıştı. El-Kassam’ın şehid edilişi Filistin halkının gönlünde direniş şuurunun uyanmasına büyük bir etki oluşturdu.
1936– Filistinlilerin Ekim ayında gerçekleştirdikleri eylem, Mücadele tarihinin en uzun boykot eylemi oldu. İngiltere boykotu kırmak için Yahudilerle birlikte 60 bin İngiliz askerini savaşa soktu ancak başarılı olamadı. Bu başarısızlığın ardından Filistin halkını oyuna getiren Arap ülkelerinin olaya el koymalarını istedi. Satılmış liderler özellikle İsra ve Miraç gecesine denk gelen günde bir bildiri yayınlayarak “Filistin’de devam etmekte olan durumdan dolayı son derece üzüntü duymaktayız. Biz Arap kralları olan diğer kardeşlerimizle ve Emir Abdullah ile birlikte sizleri, dostumuz İngiltere hükümetinin iyi niyetlerine güvenerek sakin olmaya ve kan akıtılmasını durdurmaya çağırıyoruz.” açıklaması yaptılar.
Bu boykot silahlı mücadeleyle birlikte yürütülüyordu. Suriye’den, Lübnan’dan ve Irak’tan mücahidler bu direnişe katılmışlardı.
1917 ile 1935 yılları arasında İngiliz işgal devletinin tüm teşviklerine rağmen Filistin topraklarına yerleştirilen Yahudi sayısı 150-200 bin civarındaydı. Bunların büyük bir kısmı da Osmanlı döneminde yerleşmişti.
İngiliz’lerin ve Siyonistlerin bütün teşviklerine rağmen Avrupa’da orta ve üst düzey yaşam standardına sahip Yahudiler bir bilinmeze yani Filistin’e göç etmeye sıcak bakmıyorlardı. İşte tam bu noktada Avrupa’nın ortasında Yahudi karşıtlığına dayanan bir Nazi fırtınası estirildi. Aldof Hitler tüm Avrupa da yaşayan Yahudileri açık düşman ilan ederek terör estirmeye başladı.
Avrupa da yaşayan Yahudilerin üzerinde bir baskı ve korku imparatorluğu kuruldu. Onlara açıkça şu söyleniyordu “ya Avrupa’yı terk edeceksiniz ya da sabun fabrikalarında yanacaksınız.” Bu söylem ve uygulamalardan sonra Avrupa da yaşayan Yahudiler canlarını kurtarabilme korkusuyla Avrupa’yı mecburen terk etmeye başladılar. Peki, sizce göç nereye? İngilizlerin ve Siyonistlerin tüm teşviklerine rağmen Yahudilerin bir türlü gitmek istemediği Filistin’e… Filistin’de 1936 yılına kadar 150-200 bin arası olan Yahudi nüfusu Avrupa da ki Yahudilere yönelik Nazi tehdidinden sonra birden bire 800 bini bulacaktı.
İşin ilginç yanı, Aldof Hitlerin anne tarafından Yahudi oluşudur. Bir başka ilginç olan ise Yahudi düşmanı gibi gözüken Nazi komutanlarının bir çoğununda Yahudi kökenli olmasıdır.
Gerisini siz anlamışsınızdır! Yahudi’nin olduğu yerde hile, yalan, dolan hiç bitmez. Filistin’e gitmek istemeyen Avrupalı Yahudiler, çok sinsi bir planla Filistin topraklarını hayatlarını kurtarabilecekleri can simidi olarak görmek zorunda kalmışlardır. Filistin’e göç bu sayede başarılabilmiştir.
1947– Siyonistler ve Araplar arasında çıkan sürtüşmelerde işgalci İngiliz yönetimi kendini sözde hakem tayin ederek anlaşmazlıkları barışçıl yöntemlerle çözüme kavuşturma iddiasıyla ortaya çıktı. Fakat İngilizlerin hile siyaseti asla son bulmamıştır. Bu hakemlik olayında Kudüs şehri görüşmelerin dışında tutuldu. Buna sebep olarak; buralardaki kutsal mekânların korunması, dini okulların ve ibadethanelerin açılabilmesi, üç dine mensup olan insanlara serbestçe dolaşma imkânı sağlanması gibi son derece insancıl gibi görünen mazeretler ileri sürülmüştür. Bundaki asıl amaç ise, Kudüs’te Yahudilerin etkinlik ve hâkimiyetlerinin güçlendirilmesi için gerekli zeminin hazırlanmasıydı. Bir müddet sonra meydana gelen gelişmeler. Bu sinsi planın gerçek yüzünü ortaya çıkardı.
29 Ekim 1947’de Birleşmiş Milletler genel kurulunda Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması kararlaştırıldı.
1948– İsrail devleti resmen kuruldu. M. Kemal Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyetinin ikinci Cumhurbaşkanı milli şef İsmet İnönü döneminde İsrail’i tanıyan ikinci ülke Türkiye oldu. Bu tarihlerde Filistin köylerinde katliamlar yapıldı. 100 binlerce Filistinli göçe zorlandı.
1967– Haziran savaşlarında(meşhur 6 gün savaşları) Arap yönetimlerinin ihanetleri sayesinde Yahudiler doğu Kudüs’ü de işgal ederek şehrin iki yakasını da ele geçirmiş oldular. Daha sonra Mısır’a saldırarak Gazze bölgesini ve Sina yarım adasını ele geçirdiler. Ürdün ve Suriye’ye saldırarak Batı yaka, Doğu Kudüs ve Golan tepelini işgal ettiler. Artık Kudüs’ün tamamında İsrail bayrağı dalgalanmaya başladı.
1980– Kudüs İsrail’in “Ebedi başkenti ilan edildi.”
Bizleri Bekleyen Tehlike: RUTİNLEŞMEK
Günümüz Müslümanları açısından bizlerin karşı karşıya olduğu en büyük tehlike, yaşanan tüm olayların ve acıların sıradanlaşıp rutinleşmesidir. Filistin davası 65 yıldır Müslümanların gündeminde ve her geçen gün sürekli artan zulüm hız kesmiyor. Neredeyse her iki yılda bir İsrail terör çetesi, işgal ettiği Filistin topraklarında katliamlar yapıyor. Yıkılan evler, bombalanan camii ve hastaneler, parçalanan Müslüman cesetleri… Ağlayan anneler ve çocuklar… Ağzından Müslüman kanı eksik olmayan İsrail köpeği ve köpeğin ağzındaki kanın sahibi mazlum Müslümanların hali…
Eller çaresiz, diller çaresiz, yürekler çaresiz… Televizyon ekranlarına mahkûm olarak seyrediyoruz bu sahneleri. Hal böyle olunca bir müddet sonra acılarda rutinleşiyor maalesef. Artık Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de, Çeçenistan’da, Mısır’da, Afganistan’da, Burma’da, Myanmar’da olan zulüm ve vahşet sanki gündelik hayatın bir parçası ve olmazsa olmazı gibi geliyor bizlere… Artık dokunmuyor. İncitmiyor. Uykularımızı kaçırtmıyor yaşanan zulüm ve vahşetler. Alfred Hitchcock yapımı bir korku filmi izler gibi izliyoruz hadiseleri.
Yıkılan evlerinin beton enkazı altında annesini, babasını, kardeşlerini ağlayarak ve Allah’a yalvararak arayan küçük çocukların görüntülerini, eşimizin ve çocuklarımızın psikolojisi bozulacak diye seyrettirmiyoruz çoğu zaman. Es geçiyoruz zulüm ve vahşet görüntülerini. Fakat bugün İsrail tanklarının karşısına korkusuzca çıkıp meydan okuyan ve Calut’un askerlerine karşı direnen bu şerefli neslin, psikoloji bozan (!) olayları her gün, her an yaşadığını unutuyoruz. İnsanı güçlü ve iradeli kılan şeyin acılar olduğunu unutuyoruz.
Mazlum Müslümanlar için attığımız 5 TL’lik bağış SMS’leri vicdanlarımızı rahatlatmak için yeterli mi? Ya da düzenlediğimiz günü birlik etkinlikler ve kermesler? Veya İsrail konsolosluğunun önünde nöbet tutup kahretmelerimiz?
Bütün bunlar faydasız ve boş işler mi? Bunları yapmayalım mı? Elbette bu işler Müslümanlara faydası dokunan, dostlarımızın maneviyatlarını artıran işlerdir. Elbette bunları yapalım.
Fakat yaptığımız şu kadarcık iş bizleri vicdanen rahatlatıyorsa, mazlum Müslümanlara ve davamıza karşı olan görevlerimizi yerine getirdiğimize inanıyorsak, bu faaliyetleri mecburi bir iş yüküymüş gibi görüyorsak yani rutinleşiyorsak, işte o zaman tehlike kapımızdadır.
İbadetlerle âdetleri (rutinleşmeyi) birbirinden ayıran şeyin “niyet” olduğunu unutmayalım.
Yapılan bu güzel çabalar davamızı anlama ve sahip çıkma adına, ümmetin içinde bulunduğu hali ve acıları hissetme adına maalesef yeterli değildir. Bu güzel çabalar, bizden sonraki neslin bu davayı sahiplenmelerine ve İlahi Kelimetullah davası uğruna kendilerini feda edecek şuur seviyesine ulaşmalarına yetmeyecektir.
Bu dava öyle bir davadır ki; onu ancak dindaşları ile hemhal olanlar ve davadaşları gibi yaşayanlar anlar. Bu dava; kendisini sahiplenmeyeni hesap günü sahiplenmez…
Bu sebeple önce kendi nefsimize bir öz eleştiri yaparak başlayalım işe… Kendi neslimize ve kuşaklarımıza Kudüs, Mescidi Aksa, hilafet, ümmet, dava, İlahi Kelimetullah şuurunu nasıl verebiliriz? Bunların yollarını arayalım.
Bu davaya ömrünü vakfeden ve bu dava uğruna canını feda ederek Allah’ın izni ile şehadet şerbetini içen alim, muttaki ve mücahid Abdullah Azzam’ın halimize şifa olacak nasihati ile bitirelim “Hiç olmazsa bir gününüz Allah yolunda cihad eden mücahidlerin gününe benzesin.”
Eğer bizler dava sahibi olmayı, sorumluluk sahibi olmayı, Ümmet olmayı anlamak istiyorsak; hiç olmazsa ayda bir günümüzü Anne babamızla, eşlerimizle, çocuklarımızla, dostlarımızla; Mescidi Aksanın muhafızları gibi, Gazze’li gibi Suriye’li gibi, Afgan’lı gibi, Türkistan’lı gibi, Somali’li gibi, Mısır’lı gibi, Uygur’lu gibi yaşamaya çalışalım. Ekmeğimiz az, katığımız az olsun. Uzaklaşalım tüm nimet ve konforumuzdan. O gün ümmeti konuşalım. O gün esareti konuşalım. O gün acıları konuşalım. O gün bütün bunların niçin başımıza geldiğini konuşalım. O gün Ümmetin yeniden direnişini konuşalım. O gün hiç ama hiç uzak olamayan zaferi konuşalım. O gün ellerimizi birleştirerek ümmetin tüm mazlumlarına ve zulme direnen mücahidlerine dua edelim.
Ve unutmayalım; sahabelerin açlıklarını bastırmak için karınlarına taş bağladıkları günde bu davanın önderi Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in iki taş bağladığını.
Karınları tok, sırtları pek, canları emniyet altında olan bizler mazlumları nasıl anlayacak, onlarla nasıl kardeş, yoldaş, davadaş olacağız?
Başta Türkiye, Gazze, Suriye olmak üzere mazlum ve mağdur tüm yetimlere sizler adına bir köprü olmaya gayret eden İMAM BUHARİ VAKFI yetkililerinin başlatmış olduğu “YETİMLER AĞLAMASIN” projesine ilgi ve alaka göstermenizi, etrafınızda imkânı olan hayırsever insanlara ulaşmanızı ve böylece sizlerinde bu hayra vesile olmanızı temenni ediyoruz.
Fakat Adet yerini bulsun diye değil, İbadet şuuruyla dostlar!
Ayda;
60 TL ye bir yetimin evine aş,
90 TL ye bir yetime kardeş olabilirsiniz.
Allah’a Emanet Olunuz.
Es-Selam u Aleykum
——————————–
Kaynakça
1. Kudüs Dergisi 2003
2. Filistin Hakkında Yanılgılar, Ahmet Varol / Nida Yayınları